Erişilebilirlik

“Türkiye 2022’de Faiz Arttırmak Zorunda Kalabilir’’


Faiz düşürerek ihracatta rekabet ve cari fazla sağlamak. Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın savunduğu bu yeni ekonomi politikası, birçok tartışmayı da beraberinde getirdi.

Özellikle Türk lirasındaki değer kaybı ve yüksek enflasyon beklentileri nedeniyle, uluslararası basında Cumhurbaşkanı’nın tehlikeli bir deney yürüttüğü, Türkiye’de hiperenflasyon yaşanabileceği iddiaları yer aldı.

Toronto kentindeki York Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi siyaset bilimci Ali Rıza Güngen’e göre Türk Lirası’nın aşırı değer kaybetmesi, 2018’de başlayan bir sürecin parçası.

“Türkiye 2022’de Faiz Arttırmak Zorunda Kalabilir’’
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:11:28 0:00

Ekonomi politikaları, borç ve finansal düzenleme üzerine çalışan Güngen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uluslararası basında ve uzmanlar arasında ‘’tehlikeli bir deney’’ olarak tanımlanan ekonomi politikasından geri adım atmamasını, hükümetin dayandığı toplumsal kesimin ihtiyaçlarıyla açıkladı.

Ali Rıza Güngen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Amerika ve Avrupa Birliği ülkelerinin insanları işsiz kalmasın diye enflasyona ve faize bakmadan ne gerekiyorsa yapmalarını alkışlayanlar, Türkiye benzer yöntemleri kullandığında felaket tellallığına soyunuyor’’ karşılaştırmasını ise uluslararası finansal ve parasal hiyerarşiyi görmezden gelen bir açıklama olarak değerlendirdi.

VOA Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Güngen, Türkiye’deki yeni ekonomi politikasının takip edilemeyebileceğine de dikkat çekti. Güngen, “Erdoğan yönetiminin 2022 yılı itibariyle faiz artışlarına gitmek ve uluslararası finansal yatırımcıların yeni taahhütlerde bulunmak zorunda kaldığını görebiliriz’’ diye konuştu.

VOA Türkçe: Faiz indirimleri neden Türk Lirası’nın aşırı değer kaybetmesine yol açıyor?

Ali Rıza Güngen: Bunu bir süreç olarak algılamakta fayda var. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, 2018 kur krizi sonrasında Türk Lirası'nın değer kaybını hafifletmek amacıyla çeşitli müdahalelerde bulundu. 2019 ve 2020 yıllarında devlet bankaları aracılığıyla, devlet bankalarının kullanıldığı çeşitli döviz satışları gerçekleşti. Sonuçta Merkez Bankası bilanço dışı yükümlülükleri bir kenara bırakırsak eğer, o hesabı takas işlemleriyle biriktirilen geçici dövizleri bir kenara bırakırsak eğer, rezerv yetersizliği sorunu yaşamaya başladı. Bu sorun 2019 baharında kendisini belli etti ve 2020 yılında pandemi sırasındaki müdahaleler sırasında da daha kötü bir duruma gelindi. Dolayısıyla Merkez Bankası'nın daha önceki yıllarda sahip olduğu müdahale kapasitesi artık yok.

Dolayısıyla faiz indirimi gerçekleştiğinde Türk Lirası cinsi finansal varlıklara yatırım yapmanın getirisi düşmüş oluyor. Türkiye'den sermaye çıkışı görülebiliyor ya da Türk Lirası cinsi finansal varlıklara yatırım yapmanın getirisi azalabiliyor. Bunun sonucu olarak aynı zamanda Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları nedeniyle de Türk Lirası'nın değer kaybı beklentisi söz konusu. Dolayısıyla bu dövize hücuma destek veriyor. Vardığımız sonuç Türk Lirası'nın değer kaybının sürekli hale gelmesi oluyor.

Ancak burada bir şeyi eklemek lazım. 2018'de kur krizi sırasında gerçekleşen değer kaybı oranı, yılbaşından kur krizine kadar olan dönemi alırsak eğer yüzde 30 civarındaydı. Bugün geldiğimiz noktada 2021 yılındaki Türk Lirası'nın ABD doları karşısındaki değer kaybı yüzde 40'ı aştı. Bu çok büyük bir oran. Çok büyük bir kayıp ve acaba bu tercihin, faiz indirimlerinin devamı gelecek mi? Ya da bu tarz bir kayıp sonrasında da acaba aynı yönelim devam edecek mi sorusunu sormamızı gerektiriyor.

VOA Türkçe: Reuters haber ajansı ve bazı ekonomi uzmanları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomi politikasını ‘’tehlikeli bir deney’’ olarak yorumluyor. Bu yaklaşımı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ali Rıza Güngen: Bu ekonomi yönelimini biraz Erdoğan yönetiminin dayandığı toplumsal blokun ihtiyaçları çerçevesinde okumak lazım. Ancak aynı zamanda ortada tutarlı, belirgin bir planın olmadığını da söylemek lazım. Dolayısıyla bir deney tabiri kullanılabilir, ben de kullanıyorum. Çünkü eğer hakikaten bir rekabetçi kur üzerinden ihracat artışı hedeflenecek ise bunun takipçisi olacak bazı siyasi ve ekonomik önlemlerin ardı sıra gelmesi lazım. Çeşitli kotaların uygulandığı, çeşitli özel ihracat teşviklerinin uygulandığı bir ekonomik düzlemin deyim yerindeyse inşa edilmesi lazım.

Bunu sağlamak, aynı zamanda Erdoğan yönetiminin dayandığı temel unsurlardan birisi olan geniş toplum kesimlerini yabancılaştıracak, uzaklaştıracak çeşitli iktisadi sonuçlar doğurabilir. Rekabetçi kur üzerine dayalı bir ekonomik yönelimin dayandığı temel ayaklarından birisi de aslında ücretlerin baskılanması. Eğer Türkiye hakikaten bir ihracat yönelimi ile büyüme modeline geçiş gerçekleştiriyorsa, biz ücretlerin yerinde saydığı bir düzlemden ücretlerin baskılandığı bir noktaya doğru aynı zamanda hareket edecek oluruz.

Bunları görmüyor muyuz? Bunları istikrarlı bir ya da bunları planlı bir şekilde görüyor muyuz? Açıkçası böyle bir planın olduğu kanaatinde değilim. Nitekim her rekabetçi kur ya da ihracat yönelimlerinden bahsedildiğinde Türkiye'de deyim yerindeyse bir kur krizi deyimlendi son yıllarda ve baskılara dayanamayıp açıkçası bunun devamını getiremeyip birkaç ay sonrasında ya da bir süre sonrasında, birkaç çeyrek sonrasında Merkez Bankası'nın faiz artışına gittiğini gördük. 2018'de bu gerçekleşti. 2020'nin Kasım ayında bu gerçekleşti.

Dolayısıyla hakikaten böyle bir yönelim var mı? Bunu 2022’nin bahar aylarında tam olarak anlayabileceğiz. Bugün itibariyle tamamlayıcı politika unsurlarından azade bir şekilde sadece para politikası kullanılarak ve sadece faiz indirimleri gerçekleştirilerek bir sanayi hamlesi yapılmaya kalkıldığı için bunu bir deney olarak görmemiz yerinde olacaktır.

VOA Türkçe: İktidar, Türk Lirası’nın hızlı değer kaybı ve enflasyon artışını neden göze aldı?

Ali Rıza Güngen: Bir büyüme koalisyonu olarak görmemiz yerinde olacaktır Erdoğan yönetimini ve dayandığı toplumsal bloku. Özellikle küçük ve orta ölçekli firmalar büyük bir sorun yaşıyorlar son 5-6 yıldır. Aynı zamanda ihracatçı sektörlerin de çeşitli sorunları bulunuyor. Bu sektörlere destek vermenin yolu açıkçası, böyle bir politika değişikliğinden geçiyor. Ancak Merkez Bankası'nın yetersiz rezervleri, Merkez Bankası'nın müdahale kapasitesinin olmaması, Türkiye'den gerçekleşen sermaye çıkışları, aynı zamanda Türkiye ekonomisinin deyim yerindeyse ara malı ithalatına bağımlı bir özellik sergilemesi. Bütün bunlar çok hızlı değer kaybına ve yüksek enflasyona yol açıyor. Dolayısıyla çok riskli bir patika ama bu politikayı takip etmemek demek Türkiye'de daha geleneksel, daha ortodoks diyebileceğimiz bir ekonomik yönelime sahip çıkmak anlamına geliyor. Bunun beraberinde getireceği şey ise Erdoğan yönetiminin hiç haz etmediği bir şekilde Türkiye'de son derece düşük büyüme oranlarının kaydedilmesi olacak.

2022 ve hatta 2023 söz konusu olduğunda bu tarz bir düşük büyüme tercih edilebilecek bir şey değil. Erdoğan yönetiminin muhtemel oy desteğini daha da aşındırabilecek olan bir yönelim. Dolayısıyla ‘yüksek büyüme, eğer bunun yan etkisi enflasyon olacaksa da olsun, yüksek büyümenin yaratacağı ekonomik ortam bizim 2022 sonu ve 2023 itibariyle daha açıkçası daha iyi bir ortamda seçimlere gitmemiz sağlayabilir’ gibi bir düşünce var. Bu düşüncenin yansımalarını görüyoruz. Ancak acaba bir yıl ya da bir buçuk yıl boyunca bu politika takip edilebilecek mi? Ben çok iyimser değilim.

VOA Türkçe: Liradaki gerileme ithalatı nasıl etkiliyor?

Ali Rıza Güngen: Bu kadar hızlı bir değer kaybı söz konusu olduğu için ithalatın bir fiyatlama sorunu ortaya çıkıyor. Eğer Türk Lirası'ndaki bir günde yüzde 3 yüzde 5'lere varan hatta onu aşan oynaklıklar giderilmezse, bu fiyatlama sorununun devam ettiğini göreceğiz. Fiyatlama sorununun devam etmesi ise genel olarak piyasada mal alışverişlerinin askıya alınmasına yol açıyor.

Başka bir yansıma ise son verilerden gördüğümüz üzere ithalatın çok pahalı hale gelmesi ve gerilemesi. Dolayısıyla eğer bu patika devam edecek olursa biz 2022'de ihracat artışlarının devam ettiğini ve ithalatın gerilemeye devam ettiğini göreceğiz. Ama aynı zamanda ithalat bağımlısı olan, ara malı ithalatına bağımlı olan girdiler bakımından dışarıya bağımlı olan sektörlerde de büyük bir sıkıntı ortaya çıkabilecek. Bu sektörlerin ne kadar dolar cinsi borcu var? Bu sektörler ne kadar uluslararası piyasalara açılabiliyor, ne kadar yeni ihracat pazarları yaratabiliyor? Buna bağlı olarak gerçekleşebilecek olan bir kayma söz konusu.

Ancak belli koşullar altında Türkiye'de çok yüksek teknoloji yoğun bir ihracat kapasitesi yok. 21’inci yüzyılda bu değişmedi. Son 20 yılda böyle bir değişiklik gerçekleşmedi ve dolayısıyla orta teknoloji yoğun ürünler daha yoğun bir şekilde ihraç ediliyor. Ancak aynı zamanda yüksek teknoloji ürünlerinin ithal edildiği bir ortam söz konusu. Bu ithalat bağımlılığının değişmesi için bir hamle olarak aynı zamanda sunuluyor bu ekonomik yönelim. Ancak kısa ve orta vadede böyle bir değişiminin gerçekleşmesi çok mümkün değil. Yine de bazı ithal malların daha önce ithal edilen bazı malların giderek Türkiye'de üretilmeye başlandığını görebiliriz. Yalnız bu sadece birkaç aylık bir faiz değişimiyle gerçekleşebilecek olan bir değişiklik değil. Birkaç yılda yapılabilecek olan bir ekonomi politikasıyla ve teşvik politikasıyla gerçekleşebilecek olan bir değişiklik.

VOA Türkçe: Ucuzlayan Türk şirketlerine yabancı sermaye akımı olabilir mi?

Ali Rıza Güngen: Aslında böyle bir şey mümkün. Her zaman uluslararası finansal yatırımcılar açısından bir döviz krizi gerçekleştiğinde bir kur şoku yaşandığında yükselen piyasa ekonomisi olarak adlandırılan ülkelere yatırım yapmak daha cazip hale gelebilir. Ancak bunun beraberinde faizlerin yükseleceği ve yatırım yapılan ülkenin parasının değerinin korunacağına dair bir güvencenin verilmesi gerekir.

2018'de bu kısmen gerçekleşti. 2018'de çok yüksek bir faiz artışı görüldü Eylül ayında ve aynı zamanda 2018 sonbaharında uluslararası finansal yatırımcılara Türk Lirası’nın değerinin korunacağına yönelik bazı taahhütler verildi. Ancak biz 2021 yılında Mart ayında gerçekleşen Merkez Bankası'ndaki görevden almalar ve görev değişikliği sonrasında onu takip eden faiz indirimleri döneminde böyle bir güvencenin verilmediğine, aksine bu politikanın daha uzun vadeye daha orta vadeye yayılacağını yönelik açıklamaların geldiğine tanıklık ediyoruz.

Dolayısıyla Türkiye’den 2018-19 sonrasında değil ama 2020'den itibaren tahvil piyasalarından ve hisse senedi piyasalarından belirgin bir çıkış gerçekleşmişti. Pandemi öncesinde kısmen belirginleşen, pandemi sırasında devam eden bir çıkış. Bunun şu an için değiştiğini görmüyoruz. Aksine Türkiye yükselen piyasa ekonomileri olarak adlandırılan evren içinde yabancıların tahvil ve hisse senedi piyasalarında en az yer aldığı ülkelerden birisi konumunda şu an. Bunun değişmesi mümkündür ama bunun değişmesi uluslararası finansal yatırımcılara yüksek faiz ya da pozitif faiz uygulanacağına ve para politikasının değişeceğine dair bazı taahhütlerin verilmesine bağlı.

VOA Türkçe: Siz bilanço dışı politika yapımı olarak adlandırdığınız bir süreçten bahsediyorsunuz Biraz açar mısınız bu süreci ve kısa, orta, uzun vadede ne gibi etkilerini bekliyorsunuz?

Ali Rıza Güngen: Bilanço dışı politika yapımı en net haliyle devlet bankalarının kullanılmasında ve Merkez Bankası rezervlerinin harcanmasında göründü. Bilanço dışı olarak adlandırıyorum çünkü finansal risklerin toplumsallaşmasına dair elde net hesaplanabilir bir şey görmüyoruz. Daha ziyade zamana yayılan riskin ötelendiği ve riskin yönetildiği bir çerçeve görüyoruz. Devlet bankaları Türkiye'deki ekonomik performans zayıflamaya başladığında çeşitli krediler sağlayarak bir anlamda çevrim karşıtı politikalar uygulayarak ekonomik büyümeyi arttırmaya çalışıyorlar. Bu devlet bankalarının zorlanması, devlet bankaları aracılığıyla piyasalara müdahale edilmesi anlamına geliyor. Şimdi bunun yarattığı çeşitli riskler var ya da işte gelir kaybı ödemeleri üzerinden Hazine'ye yarattığı bir yük var. Ancak biz bunu hemen o an görmüyoruz. Aksine devlet bankalarının ve genel olarak finansal sistemde takip edilemeyen ve zamana yayılan bir riski olarak bu gerçekleşiyor.

Ya da Merkez Bankası'na bakalım. Merkez Bankası rezervlerini çok hızlı bir şekilde tüketti. 2019'da takas işlemleri dışarıda bırakıldığında rezervi kalmayan bir Merkez Bankası ortaya çıktı. Şimdi takas işlemleriyle bir süreliğine piyasa oyuncularından, yerel bankalardan ya da zaman zaman başka merkez bankalarından döviz alınabiliyor. Ancak bu örneğin bir aylık bir takas, örneğin 3 aylık bir takas. Dolayısıyla esasen Merkez Bankası'nın elinde olan varlığı olarak kabul edilebilecek bir dövizden bahsedemiyoruz.

Bu öyle bir noktaya ulaştı ki pandeminin ikinci dalgasında gelmeden Merkez Bankası'nın yükümlülüğü ya da Merkez Bankası’nın net rezervi eksi 60 milyar doları aştı. Şimdi bunu Merkez Bankası'nın brüt rezervlerine baktığınızda ya da Merkez Bankası'nın sunduğu bilançodaki net rezervlere baktığınızda göremiyorsunuz. Ama takas yükümlülüklerine baktığınızda ortaya bu rakam, bu miktarlar çıkabiliyor. Dolayısıyla riskin takip edilemediği, sorunların ötelendiği, kredi mekanizmalarıyla, takas işlemleri ile çeşitli finansal operasyonlarla sorunların ötelendiği bir ortamdan bahsediyoruz. Peki bunun yansıması ne oluyor? Zaman zaman bizzat siyasilerin açıklamasının yarattığı etkiyle birlikte kur şoklarının kendisini tekrarlaması oluyor. Yani bu finansal riskler ortadan kaybolmuş, çözülmüş riskler değil. Aksine zamana yayılmış, ötelenmiş riskler ve zaman zaman kendilerini ortaya çıkartıyorlar. Biz de sürekli olarak son 3-4 yıldır çok belirgin bir şekilde kur krizlerinden kur krizlerine savruluyoruz.

VOA Türkçe: Genel olarak merkez bankalarının bağımsızlığından söz ederken neyi kastediyoruz? Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ali Rıza Güngen: Merkez Bankası bağımsızlığı denildiğinde esasen Merkez Bankası'nın operasyonel bağımsızlığından, bir anlamda özerkliğinden bahsedilir. Yani Merkez Bankası'nın para politikası araçlarını kullanma bakımından elinin serbest bırakılması, Merkez Bankası'nın faiz kararlarında herhangi bir siyasi müdahalenin olmamasından bahsedilir. Türkiye'de 2001 yılındaki kanun değişikliği ile Merkez Bankası bu tarz bir operasyonel bağımsızlığa kavuştu. Ancak herhangi bir kanun değişikliği olmamakla birlikte Türkiye'de 2014-2015 yılından itibaren Merkez Bankası'nın bağımsız olmadığını, bu anlamda bir bağımsızlığa sahip olmadığını söylememiz gerekir.

2014-15 yılından itibaren aralıklarla o dönem itibarıyla AKP hükümetleri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, daha sonrasında rejim değişikliği sonrasında da Erdoğan yönetimi temsilcileri tarafından tekrar tekrar Merkez Bankası'na çeşitli müdahalelerin olduğunu gördük. Merkez Bankası başkanları görevden alındığında bizzat Cumhurbaşkanı'nın ‘görevden aldık’ açıklaması yaptığını gördük. Dolayısıyla Merkez Bankası'nın bu anlamda bir bağımsızlığı 2014-15 sonrasında kalmadı.

Merkez Bankası'nın bağımsızlığı, fiyat istikrarını sağlamak için ve işte istikrarlı bir büyümeyi sağlamak için bir koşul olarak sunuluyor. Bunun böyle olmadığını da söylemek lazım. Merkez bankalarının bağımsız olması bir kutsal kelam değil. Böyle bir şey söz konusu değil. Merkez bankalarının para politikasının siyasetten tamamen bağımsız olması gibi bir şey söz konusu değil. Çünkü para politikasının kendisi ve faiz kararları, doğrudan doğruya ekonomik performansa ve dolayısıyla ekonomik çıkarları üzerinden de siyasetin belirlenmesine katkıda bulunmakta, bir girdi sağlamakta. Para politikasının kendisinin tamamen siyasetten bağımsız olduğunu düşünmememiz gerekli ama eğer bir dönemlendirme yapacak olursak, Türkiye'de Merkez Bankası'nın son 6-7 yıllık dönemde operasyonel bağımsızlığının olmadığını da söylemeliyiz.

VOA Türkçe: Cumhurbaşkanı Erdoğan, İzmir’deki bir toplu açılış töreninde, Amerika ve Avrupa Birliği ülkelerinin insanları işsiz kalmasın diye enflasyona ve faize bakmadan ne gerekiyorsa yapmalarını alkışlayanların, Türkiye benzer yöntemleri kullandığında felaket tellallığına soyunduklarını savundu. Türkiye’deki yeni ekonomi politikasının bu ülkelerin politikalarıyla benzerlikleri ve ayrılıkları neler?

Ali Rıza Güngen: Uluslararası finansal hiyerarşiyi, uluslararası parasal hiyerarşiyi görmezden gelen bir açıklama. Pandemi döneminde de gördük, 2008-2009 krizinde verilen tepkilerde de gördük, son yıllardaki çeşitli desteklerde ya da para politikasının belirlenmesinde de gördük. Merkez ülkelerin çok daha fazla borçlanma kapasitesi var. Merkez ülkelerinin, para politikası belirleme anlamında aralarında Türkiye'nin de bulunduğu küresel güney ülkelerine nazaran çok daha fazla manevra alanı söz konusu. Dolayısıyla örneğin Almanya’da örneğin Birleşik Devletler’deki (ABD) faiz oranlarına bakarak doğrudan doğruya çeşitli çıkarımlarda bulunmak çok uygun olmayabilir.

Ama şunu söylemek lazım. Türkiye'nin de aralarında bulunduğu ülkelere ve küresel güney ülkelerine genel olarak bir bakış sergilersek eğer, örneğin pandemi döneminde verilen destekler çok belirgin bir şekilde Türkiye'de devletin finansal kapasitesinin son derece sınırlı olduğunu, kendi kategorisindeki ülkelerle karşılaştırıldığında sınırlı olduğunu ve bunun sonucu olarak Türkiye'de örneğin bu dönemde verilen desteklerin daha ziyade borçlanmaya ve borçlandırmaya ittiğini, böyle bir tercihin kristalize olduğunu söyleyebiliyoruz.

Yani Türkiye’deki tepkileri, Türkiye'deki politika düzlemini, politika yapımını kürеsеl kuzey ülkeleriyle doğrudan irtibatlandırmak uygun olmayabilir. Ama zaten küresel güney ülkeleriyle karşılaştırdığımızda da bir sorun var. Bu sorunun arka planında kabaca 2013-2015 sonrasındaki o savrulma yatıyor. Ama elbette aynı zamanda daha uzun perspektifli bir çözümleme yapacak olursak, 2001 krizi sonrasındaki politikalar ve genel olarak Türkiye'nin kabaca 30-40 yıllık dönemde sıkışmış olduğu düzlem yatıyor. Bu düzlemin kendisi Türkiye'yi sermaye girişlerine son derece duyarlı ve yabancı tasarrufları sürekli ülkeye davet etmek zorunda bırakan bir noktaya itmiş oluyor ve istenen arzulanan ihracat atılımı, istenen arzulanan yüksek teknoloji ürünü ürünler üretilmesi gibi bir düzleme geçilmiyor. Bu sorunları yaşayan tek ülke Türkiye değil. Ancak Türkiye'deki siyasal atmosferin, Türkiye'deki açıklamaların işi daha da zorlaştırdığını, krizi daha da derinleştirdiğini söylemek de mümkün.

VOA Türkçe: Bazı piyasa uzmanları Türkiye’de ekonominin henüz tamamen çökmemesinin nedeninin piyasada dönen çok büyük miktardaki kayıt altına alınmamış para olduğunu söylüyor. Siz ne dersiniz?

Ali Rıza Güngen: Yani kayıt altına alınmamış olan paranın miktarına dair net bir veri elimizde yok. Buna dair çeşitli tahminlerde bulunabiliriz. Ama ben bunlara gerek olduğunu düşünmüyorum. Türkiye'de ekonominin bu anlamda çökmemesinin arkasında Türkiye'de halen bütün eleştirilere karşın dikkate değer bir üretim kapasitesinin yatmasını bulunduğunu söyleyebiliriz.

Önemli bir nokta Türkiye'de bütün bahsetmeye çalıştığım türbülansa karşın, devlet borcunun gayrisafi yurtiçi hasılaya oranla başka ülkelere nazaran daha düşük seviyelerde olması. Bu bir güvence sağlıyor. Bu, finansal risklerin toplumsallaştırılabileceğine dair, devletin müdahale kapasitesinin, her şeye rağmen devletin müdahale kapasitesinin olduğuna ilişkin bir güvence sağlıyor ve aynı zamanda bu çok sık yaşanmış olan bir şey. Son beş altı yıldır defalarca Türkiye'de bir kur şoku deneyimlendi, bunun sonrasında faiz artışları gerçekleşti. Türkiye'de ekonomik performans dibe çöktüğünde bunu canlandırmak için devlet bankaları kullanılarak çeşitli kredi kampanyaları gerçekleştirildi. Dolayısıyla aynı zamanda bir zamana yaymak ve beklemek de gerekli.

Daha öncesinde gerçekleştiği üzere bir U dönüşü görebiliriz. Erdoğan yönetiminin 2022 yılı itibariyle faiz artışlarına gitmek zorunda kaldığını ve uluslararası finansal yatırımcılara yeni taahhütlerde bulunmak zorunda kaldığını görebiliriz. Dolayısıyla bu, bugünden yarına gerçekleşen, pat diye gerçekleşecek olan bir çökme ya da çöküş değil, daha ziyade bir düzlem. Yani Türkiye'nin 2013-2015 sonrasında girdiği eğik düzlem içinde o sath-ı mailin içinde krize doğru sürüklendiğini gördük ve şu an bunun yansımalarını yaşamaya devam ediyoruz.

VOA Türkçe: Türkiye'nin resmi Ekim ayı enflasyonunu Merkez Bankası yıllık yüzde 19,89 olarak açıkladı. Johns Hopkins Üniversitesi’nden ekonomist Prof. Steve Hanke’ye göre ise Merkez Bankası’nın açıklaması sahte ve son ölçümüne göre yıllık enflasyon yüzde 83’e yakın. Uluslararası basın da Türkiye’nin hiperenflasyonun eşiğinde olup olmadığını sorguluyor. Türkiye hiperenflasyona gidermi?

Ali Rıza Güngen: Profesör Hanke’nin hesabı yanlış. Bunu açık bir şekilde söylemek lazım. Türkiye'deki enflasyon oranını ABD doları karşısındaki Türk Lirası'nın değer kaybından birebir üretmek doğru bir yöntem değil. Nitekim Türkiye'de 2019 yılında çok ciddi fiyat artışları gerçekleşirken, Profesör Hanke'nin hesabı gereğince Türkiye'de enflasyon yoktu, enflasyon sıfıra inmişti hatta fiyat gerilemeler vardı. O hesabı bence bir kenara bırakmak lazım.

Türkiye’de hiperenflasyon olasılığı var mı? Var, elbette var. Uluslararası finansal hiyerarşi nedeniyle Türkiye bu tarz bir şeye her zaman açık. Eğer bu yönelim devam edecek olursa, faiz indirimlerinin devamı gelecek olursa, ısrarlı bir şekilde bu yönelimin devamını takip edecek olursak, görecek olursak eğer, Türk Lirası'nın ABD Doları karşısında daha fazla değer kaybetmesi mümkündür.

Peki olası mıdır? Açıkçası pek olası değil. Çünkü çok ciddi bir değer kaybı söz konusu oldu. Bu değer kaybı zannediyorum çeşitli, örneğin MÜSİAD temsilcilerinin açıklamalarına göre beklenenden daha fazla bir değer kaybı. Muhtemelen çeşitliği saray iktisatçıların düşüncelerine göre de açıkçası yeterli bir değer kaybı. Dolayısıyla bu değer kaybının devamının gelmesini engellemek, bir kaygı olarak ortaya çıkabilir. Türkiye'de Türk Lirası'nın değer kaybı birebir olarak enflasyona yansımıyor. Zaman yani aradan birkaç ay geçmesi ile birlikte fiyatlara dolaylı bir yansıma gerçekleşiyor.

Yüksek enflasyonun kalıcı olduğunu söyleyebiliriz. Yüksek enflasyonun yıllar boyunca devam edecek bir sorun olduğunu söyleyebiliriz. Ama hiperenflasyona varacak olan bir hamleyi açıkçası ben beklemiyorum. Ama elbette ki ne olacağını çok net şekilde öngöremeyeceğiniz bir belirsizlik ortamının içindeyiz.

VOA Türkçe: ABD Merkez Bankası FED’in 2022’de enflasyon artışı nedeniyle faizleri arttırma yoluna gitmesi bekleniyor. Peki bu karar, Türk ekonomisini nasıl etkiler?

Ali Rıza Güngen: 2013 yılında FED varlık alım programında değişikliğe gideceğini açıkladığında Mayıs aуında, bunun Türk Lirası’nın üzerinde sınırlı bir etkiye sahip olduğunu gördük ama açıkçası o bir başlangıçtı. 2013’te böyle bir açıklamanın yapılması, 2015'te yıllar sonra ilk faiz artışının gelmesi, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu ülkelerde para birimlerinin yani küresel güney para birimlerinin değer kayıplarına yol açtı.

Sadece FED de değil, aynı zamanda Avrupa Merkez Bankası'nın kararı ya da Bank of England’ın ya da Japonya Merkez Bankası'nın kararları da önem taşıyor. Merkez ülkelerin merkez bankaları varlık alım programlarında değişikliğe gidecekler mi ve faiz artışına gidecekler mi? Eğer bu gerçekleşirse, yani varlık alım programları iyice sınırlandırılır ve faiz artışı gerçekleşebilirse bunun Türkiye'nin de bulunduğu ülkelere dair beklentileri olumsuz bir şekilde etkileyeceğini söyleyebiliriz.

Ancak şunu da görmek lazım. Şu an yabancıların tahvil ve hisse senedi piyasalarındaki pozisyonları 2017 ya da 2018'le karşılaştırıldığında daha da geride. Dolayısıyla benzer bir sermaye çıkışının pat diye gerçekleşeceğini, hemen görülebileceğini söylemek uygun olmayacaktır. Aksine, yani bir günde birkaç günde gerçekleşecek olan bir şey değil ama son yıllarda gördüğümüz eğilimin devamına yol açabilecek olan ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ülkelerde faiz artışını tetikleyebilecek ya da faiz artışına yönelik baskıları arttırabilecek olan bir karardan bahsediyoruz. 2022’nin en önemli tartışmalarından birisi bu olacak.

  • 16x9 Image

    Dilge Timoçin

    Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu Dilge Timoçin mesleğe 2000 yılında NTV'de başladı. 2008'de Habertürk TV'ye transfer oldu, dış haber sorumlusu olarak görev yaptı. ShowTV'de dış haber editörü ve spiker olarak çalışan Timoçin, sonrasında Al Jazeera Türk'e geçti; Al Jazeera İngilizce için prodüktörlük yaptı. Dilge Timoçin VOA Türkçe'ye katılmadan önce Reuters, Deutsche Welle gibi yabancı basın kuruluşlarıyla çalışıyordu

XS
SM
MD
LG