Stockholm Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdüren Gazeteci Cengiz Çandar, Washington’da Ortadoğu Enstitüsü’nün düzenlediği Türkiye-Almanya ilişkileri toplantısına katıldı ve Amerika’nın Sesi’nin sorularını yanıtladı.
Çandar, iki ülke arasında, özellikle gazeteci Deniz Yücel gibi Alman vatandaşlarının Türkiye’de tutuklanmasından sonra artan gerilimin, ancak ekonomik çıkarlara bağlı olarak çözülebileceğini söyledi.
Çandar, “Şu anda Türkiye'yi yöneten idarenin zihniyeti, dış politika ilişkilerini bir “al-ver”, bir pazarlık tarzında ele almaya yönelik. Dolayısıyla Deniz Yücel ve benzerleri bir anlamda, benim görüşüm, rehine olarak bu pazarlıklar için bir tür rehine olarak tutuluyorlar. Ekonomik olarak iktidarı, kendi iktidarlarını tehlikeye sokabilecek noktada, ekonomide canları acımaya başlarsa Almanya’yla ilişkilerde, veya başka siyasi nedenlerle ellerindeki koz anlamsızlaşmaya başlarsa, o zaman takas yapmak için belli alanlarda “Sen şu adımı at ben de Deniz Yücel'i ve diğer Büyükada'da tutuklanan Türk de olmayan Alman vatandaşı ve ellerinde tuttukları diğer Alman vatandaşlarını serbest bırakma yoluna, yumuşama görüntüsü de sağlayacağı hesaplanarak belki, o zaman söz konusu olabilir. Ama bir pazarlığın unsurlarının, o pazarlığın gerçekleşmesine kadarki anını bekleyecekler gibi gözüküyor” dedi.
Çandar, Merkel’in seçim sürecinde özellikle Türkiye’yle ilgili söylemlerinde üslubunu sertleştirse de ihtiyatı elden bırakmayacağı görüşünde.
Cengiz Çandar, “Hem seçim nedeniyle hem de seçimlerin ötesinde de devam eden edecek Merkel bakımından söylüyorum özellikleri var bunun. Seçim nedeniyle çünkü 24 Eylül'de seçim var ve bu seçim yarışı içinde hiçbir siyasi lider yakın rakiplerinden arkada kalmak, alta düşmek istemiyor bütün Almanya’yı kapsayan bir tartışmaya ilişkin olarak. Dolayısıyla Merkel sadece ihtiyatlı bir dil kullanan bir siyasetçi tarzına sahip olması bakımından değil, aynı zamanda Türkiye'yle bu mülteci anlaşmasının mimarı olarak da bir noktanın ötesine işi tırmandırmak istemediği için daha da ihtiyatlı. Kendi zaten olabildiği halinden, bilinen halinden daha ihtiyatlıymış gibi bir görüntü veriyor. Fakat her şeyin de bir sınırı var, netice itibariyle Merkel kalibresinde ve statüsünde bir siyasetçinin de kendi kendisinin aşağılanmış hissetmemesi icap ediyor. Zaten bu 1 Kasım 2015 seçimlerinden önce, Tayyip Erdoğan tahta oturur gibi oturmuş, onu da yanına oturtmuşkenki fotoğrafın ifade ettiği sembolizmden, Merkel yeterince hırpalanmıştı. Dolayısıyla bunun ahını adeta çıkarmayı da, mülteci anlaşmasını tehlikeye düşürmeden, “fine tuning-ince ayar” yapmaya gayret ediyor. Merkel’in işi biraz sıkıntılı, bir yandan Atlantik ötesinde Trump’la ilişkilerini belli bir dengede tutması gerekiyor. Bir yandan doğusuna dönünce Almanlar’ın klasik “Drang nach Osten” (doğuya genişleme) şimdi sadece Rusya değil Türkiye gibi de gözüküyor. Orada da Erdoğan gibi bir figürle, konfrontasyona (çatışmaya) çok müsait ve bunu yapan bir figürle özellikle de Almanya ile yapan bir figürle, hem kendi itibarini çok hırpalamadan hem de altına imza attığı anlaşmaların kendisine sağlayacağı yararları da optimize ederek, azamileştirmeye dikkat ederek, o ince ayar politikasını sürdürmeye devam edecek gibi görünüyor” diye konuştu.
Cengiz Çandar, Martin Schulz’un liderliğindeki Sosyal Demokrat Parti’nin sürpriz bir sonuçla seçimleri kazanması durumunda, Türkiye’yle ilişkilerde daha sert bir sürece girilebileceği uyarısı da yaptı ve "Schulz tabii yine İngilizce bir tabirle “wild card” (joker) gibi gözüküyor sizin sorunuz gerçekleşirse. Tabii Schulz kadar başka ilginç bir durum daha var. Hıristiyan Demokrat-Yeşil koalisyonu olursa muhtemelen Cem Özdemir dışişleri bakanı olacak Almanya'nın. Hem Türkiyeli, hem Türkiye’yi çok iyi bilen, hem de Türkiye'deki yönetimin bütün şimşeklerini çeken bir isim Cem Özdemir. Yani ya Martin Schulz’un şansölyeliği ve ya Cem Özdemirli bir koalisyonda ne olur Türkiye’yle ilişkiler ve bunun mülteci anlaşmasına etkisi. Şimdi seçim öncesi ve seçim kampanyası döneminde sözlerle, sorumluluk mevkiine direksiyona geçtiğiniz zaman aynı şeyler olmuyor dünyanın her yerinde hiçbir zaman olmamış bir şey. Ama sanıyorum Merkel'den çok daha Türkiye'ye karşı mesafeli ve sert bir politik tutuma girebilirler. Çünkü Merkel real politik ölçülerine daha sadık ve o anlamda da güvenlik, kriz yönetimi gibi konuları insan hakları ihlalleri, basın özgürlüğünün ihlali, ifade özgürlüğünün kısıtlanması gibi konulardan daha öncelikli olarak değerlendiren bir tarza sahip. Oysa gerek Sosyal Demokratlar gerek Yeşiller için egzistansiyel, varoluşsal konular bunlar ve kendileri olarak kalmaya devam edeceklerse ki belli ölçülerde buna mecburlar Merkel'den daha fazla bunlara özen göstermeleri beklenebilir. O zaman da Türkiye'ye karşı daha mesafeli ve sert bir politika gütmesi o Alman yönetiminden, Schulz şansölyeliğindeki bir Alman yönetiminin beklenebilir” ifadelerini kullandı.
Çandar, Türkiye - Avrupa Birliği ilişkileri ve mülteci anlaşmasının son durumunu da, "Mülteci anlaşması aslında Türkiye bakımından bir şantaj diline dönüşmüş gibi bir izlenim veriyor. Fakat Avrupalılar da artık ilk başta belli korkularla, belki algılama farklılıklarından biraz hassaslar ve zamanla alışmaya başladılar ve o arada da tedbirlerini aldılar. Özellikle Batı Balkan yolu sağlam bir şekilde büyük ölçüde kapatıldı. Yani Türkiye'nin elindeki o büyük koz “açarım kapıları görürsünüz gününüzü” şeklindeki yaklaşım Avrupa'yı bundan sekiz ay on ay öncesinde olabileceği kadar etkilemeyecek gibi gözüküyor. Bu daha çok Türkiye’yle Yunanistan arasında ve Yunanistan ile Avrupa Birliği arasında bir mesele haline, ya da Bulgaristan’la, dönüşebilir. Yoksa Avrupa'nın “heartland”i (can damarı) sayılabilecek jeopolitik anlamdaki ve Avrupa Birliği’nin patron unsurlarının yaşadığı alanda, merkezi Avrupa'da, Batı Avrupa'da ve Kuzey Avrupa’da, İskandinav ülkelerinde etkisini göstermeyecek gibi gözüküyor. Dolayısıyla bu konuda Erdoğan ya da Türk yetkililerinin muhtemel söylemlerine daha dirençli bir Avrupa tavrını beklemek mümkün. Bu konuda eskisi kadar dramatik bir şey olduğunu sanmıyorum ama bir yandan da bu anlaşma işliyor ve Avrupalıların lehine işliyor. Dolayısıyla dişlerini gıcırdatsalar da çıkar hesaplarıyla kendi itibar duyguları arasında bir teraziye koydukları zaman, çıkar hesapları kendi itibar duygularından daha öne çıkıyorsa da sineye çekip, Türkiye'nin bu çıkışlarını, anlaşmayı zora sokmamak adına ve bu mülteci sorunu daha kökünden halledilirse şayet bir gün, o güne kadar idare etmeye çalışacaklar gibi gözüküyor" sözleriyle değerlendirdi.
Son dönemde çokça tartışılan, Türkiye-AB müzakerelerini hangi tarafın keseceğine dair sinir harbiyse Çandar’a göre sonuçsuz kalabilir.
“Bu bir milyon dolarlık ödülü olan bir soru. Çünkü aslında Türkiye AB ilişkileri oldukça uzun bir süredir donmuş vaziyette hareket etmiyor, yürümüyor ve tarafların her ikisi de bu ilişkileri kendi nedenlerinden ötürü sonlandırma yanlısı değiller. En azından, ‘en azından’ın altını çizerek söylüyorum, bu İngilizce “who will blink first? - Kim önce göz kırpacak?” diye bir durum var. Avrupa Birliği’ne gittiğiniz zaman, “Niye biz kırpalım ve bunun ceremesini çekelim. Türkiye kırpsın, biz deriz ki ‘biz bir şey yapmadık işte onlar kırptı.’ Türkiye'ye gidip sorduğunuz zaman aynı cevabı bu sefer öbür türlü ama aynı şekilde Türkiye'den alıyorsunuz. Fakat netice itibariyle her iki tarafı da gözlerini kırpmaya zorlayacak bir durum yok, donmuş nazarlarla zaten birbirlerine bakıyorlar. Yani o mesafe kapanmayacak şekilde ve her ikisinin de yüzünde birbirlerine karşı en ufak bir sevecen mimik olmadan birbirlerini seyrediyorlar. Dolayısıyla hangisinin daha önce göz kırpacağı çok da dramatik bir mesele değil çünkü arada kağıt üstünde bir ilişki var, şeklen bir ilişki var, fiilen iki taraf arasında bir ilişki yok. O yüzden bu ilişkilerin devamını arzulayanlar, bari hiç değilse, yine İngilizce bir deyim kullanılıyor “transactional” bir ilişki olsun. Yani illa katılım müzakereleri olmayacaksa bile, bir şekilde bir ilişki kalıbının içinde devam edelim. Bunun da en anlamlı yolu işte Gümrük Birliği’ni güncelleştirmektir. Şimdi gelinen yeni nokta o ki, bunun dahi, özellikle Almanya ile gelinen son noktadan sonra ve Alman seçimlerini takiben, pek de kolay sağlanamayacağı. Dolayısıyla bu donmuşluk hali, bu buz kalıbının daha da kalınlaşması halinde devam edecek. Ama sorunun can alıcı noktasına gelirsek, bu durumun ne zamana kadar devam edecek, bilmek mümkün değil. Ettiği kadar edecek. Sonsuza kadar da edebilir, yani sonsuz kavramının vurgulamak istediği neyse, tabii ki dünyada hiçbir şey sonsuza kadar değil de yani, o ima ettiğim anlamda sonsuza kadar da böyle sürebilir.”