Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 1972’de Stockholm’de düzenlenen Çevre Konferansı’nda alınan bir kararla 5 Haziran günü Dünya Çevre Günü olarak kabul edildi.
Ormanların tahribatından, su kaynaklarının yitirilmesine, iklim değişikliğinin insan ve doğa üzerindeki etkisinden denizlerin ve toprağın kirletilmesine dünyadaki çevre sorunlarının listesi bir hayli kabarık.
Dünyada her yıl milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine yol açan hava kirliliği sorunuysa bir nefes kadar yakın.
VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Dokuz Eylül Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı emekli öğretim üyesi ve Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu üyesi Dr. Ahmet Soysal, “Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre yılda 8 milyon insan direkt hava kirliliğinden ölüyor. Bunların 4,2 milyonu dış ortam hava kirliliği nedeniyle ölüyor” dedi.
“Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre İzmir’in temiz hava soluyan yeri yok”
Türkiye’de hava kirliliği denilince ilk akla gelen yerlerden biri de İzmir’in Aliağa ilçesi.
Petrokimya, demir çelik, termik santral, gübre sanayi, gemi söküm tesislerinin yer aldığı ilçenin kent genelinde hava kirliliğine yol açtığını belirten Soysal, “Aliağa’daki endüstriyel bölge ve bunun da meteorolojik olaylar nedeniyle yani kuzey-güney aksında hakim rüzgarların olması nedeniyle Karşıyaka ve Bayraklı bölgesini etkileme sorunu var. Ulusal Hava Kalitesi İzleme Ağı’na göre yılda 50-55 gün özellikle Bayraklı bölgesinde bizim ulusal kriterimiz olan PM10 (partikül madde) seviyesini geçtiğini görüyoruz. Ama İzmir geneline baktığımızda Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre İzmir’in temiz hava soluyan yeri yok” diye konuştu.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Türkiye çapında hava kalitesi ölçüm istasyonlarından elde edilen anlık ölçüm sonuçları Ulusal Hava Kalitesi İzleme Ağı internet sitesinden paylaşılıyor.
Aliağa’da bulunan iki istasyondan birinin hava kalitesi iyi seviyedeyken, Bozköy istasyonu ise ‘hava kalitesi uygun olup, hava kirliliğine hassas gruplar orta düzeyde etkilenebilir’ açıklaması yapılıyor. Ancak Soysal, Türkiye’deki hava kirliliği ölçen cihazların önemli bir kısmının yalnızca kükürt dioksit, azot oksit ve PM 10 ölçtüğünü vurgulayarak “PM 2,5’u çok azı ölçüyor. Bugün bütün dünyada PM 2,5 seviyeleri ölçülüyor. Son 5-6 yılda hava kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki etkileriyle ilgili yapılan çalışmaların tamamına yakını PM 2,5 üzerine. 2,5 mikrometre ve daha küçük partikül maddeler solunumla alındığı vakit üst solunum yolları tarafından süzülmez, direkt olarak akciğerlere gider. Bizim İzmir’deki cihazların önemli bir kısmı PM 2,5’u ölçmüyor. Yani hava kalitesi iyi, orta veya kötü hesaplamasını eldeki verilere göre yapıyorlar. PM 2,5 verisi ellerinde olmadığı için o denklemin içinde yok. O yüzden orada orta kalitede gördüğünüzü de kötü kabul etmeniz gerekiyor” dedi.
Soysal Türkiye’de mevzuat eksikliğine de dikkat çekerek, “PM 2,5 için gerek DSÖ’nün gerekse Avrupa Birliği’nin belirlediği bir limit değer var. Ancak ülkemizde PM 2,5 için bir limit değer maalesef yok” sözlerini kullandı.
“Aliağa’da çocuklarda bilişsel gelişim açısından gelişme geriliği tespit ettik”
PM 2,5 kirliliğinden dolayı ortaya çıkan hastalıkların sadece solunum yolu hastalıkları ve kalp damar sistemi hastalıklarından ibaret olmadığını da kaydeden Soysal, “Nörolojik hastalıklar, kadın doğum hastalıkları, erken doğumlar, düşük doğum ağırlığı ile ilişkilendiriliyor. Ayrıca çocuklarda bilişsel gelişimin PM 2,5 seviyesi nedeniyle durakladığına dair çok sayıda yayın var. Dokuz Eylül Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı olarak yaptığımız çalışmada da özellikle havası daha kirli olan Aliağa’nın Helvacı, Bozköy gibi bölgelerinde havası daha temiz olan Yeni Şakran’a göre çocuklarda bilişsel gelişim açısından gelişme geriliği tespit ettik” şeklinde konuştu.
İzmir’in hava kirliliğini yazın rüzgarlar yoluyla Aliağa’nın, kışınsa evlerde ısınma amaçlı olarak kullanılan kömür gibi fosil yakıtların arttırdığına değinen Soysal, “Birincisi kent içindeki yüksek yoğunluklu yaşam alanlarını ortadan kaldırmamız lazım. Kenti çevresine doğru yaymamız lazım ve kentsel ısınmada fosil yakıtlar, başta kömür olmak üzere süratle bir tarafa bırakmamız lazım. İkincisiyse Aliağa’da artık yeni bir endüstriyel tesise kesinlikle izin verilmemesi gerekir. Mevcutlarınsa elden geldiğince şu andaki teknolojinin bize verdiği imkanlar doğrultusunda herhangi bir alt yapı masrafından kaçmadan rehabilite edilmesi gerekiyor” dedi.
“Dünya Çevre Günü’nü Ekolojik Yıkımla Mücadele Haftası olarak değerlendiriyoruz”
İzmir’deki tek çevre sorunu hava kirliliği değil. Dünya Çevre Günü dolayısıyla meslek odaları ve çevre örgütleri “Kentte ekolojik yıkıma karşı direniş var, dayanışma var” sloganıyla İzmir’de bir etkinlik düzenleyerek kentteki çevre sorunlarına dikkat çekti. TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği), İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, Konak Kent Konseyi, EGEÇEP (Ege Çevre ve Kültür Platformu) ve İzmir Yaşam Alanları öncülüğündeki etkinlikte katılımcılar “Kentin ekolojik yıkımı ve talanına karşı nöbetteyiz” yazılı pankart arkasında bir araya geldi.
Basın açıklamasını İzmir Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Helil İnay Kınay okudu. Kınay, “Bizler Dünya Çevre Günü’nü tüketimin bir parçası olan bir kutlama günü değil, 31 Mayıs-5 Haziran tarihleri arasında, ekolojik yıkıma dikkat çektiğimiz, bilgilendirmeye, farkındalık yaratmaya, yaşam alanlarını korumaya yönelik mücadele çağrıları yaptığımız, Ekolojik Yıkımla Mücadele Haftası olarak değerlendiriyoruz” dedi.
“Ülkemizin her yerinde doğa ve yaşam talanı ile karşı karşıyayız”
“Özellikle son yıllarda gerçekleşen faaliyetler, çılgın projeler, izinler ile ülkemizin her yerinde doğa ve yaşam talanı ile karşı karşıyayız” ifadesini kullanan Kınay, İzmir’de yaşanan çevre sorunlarını şöyle sıraladı: “İzmir kentinin içme, kullanma ve tarımsal sulama havzalarında su yok, olan su kirli. En önemli şansı olan Çamlı Barajı projesi, Efemçukuru altın madenine kurban edildi. Aliağa sanayi tesislerinden, gemi söküm tesislerinden kaynaklanan kirlilik ile boğuşuyor. Bütünsel planlama ilkeleri hiçe sayılarak yaşadığı ‘gelişim’ sürecinde her geçen gün yaşam alanlarını yitiren, kentin merkezindeki tek yeşil alan Kültürpark’ı koruyamayan İzmir kenti, Ege’nin incisi olmaktan çok uzakta yeni bir geleceğe doğru hızla yol alıyor. ‘Turizm projesi’, ‘planlama’ adı altında kalkınma, istihdam gibi sihirli kavramlarla ilimizin ekolojik, doğal özellikleri korunması gereken Çeşme Yarımadası da ranta kurban ediliyor. Gaziemir 2007 yılında tespit edildiği ortaya çıkan radyoaktif atıklarla yaşamaya devam ediyor. Ülkemiz dünyanın en büyük çöp ithalatçısı ülkelerinden birisi olarak, yaşam alanlarındaki kirliliğe yenilerini ekliyor. Kentleşme, artan kentsel göç ve nüfus ile yapılaşmanın getirdiği altyapı yetersizlikleri, su kayıpları, seller, körfezde kirlilik, kentte koku problemi olarak karşımıza çıkıyor.”
Kınay, bu sorunların insan, hayvan ve çevre boyutlarında iş birliği ve ortak girişimleri gerektirdiğini söyleyerek, “Bunu sağlamaksa sağlıklı bir çevrede, kendi akışı içerisinde ilerleyen doğal hayatın sürdürülmesi, herkes ve her şey için sağlıklı bir çevrenin korunmasıyla mümkündür” dedi. Basın açıklamasının ardından katılımcılar Alsancak Vapur İskelesi’ne yürüyüşe geçti. İskele önünde “Kentin Ekolojik Meseleleri ve Kent Suçları” başlıklı forum düzenlendi.