Son yıllarda Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere uluslararası yükümlülüklerinden vazgeçme eğilimi göstermesi, Dünya Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde kadına yönelik şiddet olaylarında artışa yol açtığı gerekçesiyle eleştiriliyor.
Türkiye’nin nüfus bakımından yarısını oluşturmasına rağmen kadınlar, bugün halen şiddet kurbanı olmalarının yanı sıra siyaset, çalışma, eğitim gibi alanlarda da toplumsal şiddete maruz kaldıkları gerekçesiyle hak mücadelesi veriyor. Boşanmış kadınlar için çalışma hayatına dönüş süreçlerini kolaylaştırmak amaçlı nafaka desteği sağlanmasıyla ilgili yasal düzenlemedeki değişiklik talebi gibi TBMM’deki yasa değişiklik teklifleri toplumsal şiddet boyutu bakımından da endişeleri arttırıyor.
Dünya Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü olan bugün, Türkiye’de kadın hak örgütleri konusuna duyarlı sendikalar ve sivil toplum örgütleri, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” etiketiyle sosyal medyada kampanya başlattı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki hükümet ve yasa yapıcılara, kadınları koruyucu yasal düzenlemelerden vazgeçilmemesi, tam tersine yasal çerçeveyi güçlendirme çağrısı yapılıyor. Kadın hakları savunucuları ve uzmanlar, yasal çerçevede var olsa da mevcut hakların uygulanmaması nedeniyle sıkıntılar yaşandığını ifade ediyorlar.
Uzun yıllardır kadın hakları alanında aktivist isimlerden biri olan Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü de, VOA Türkçe’ye yaptığı açıklamada, “Özellikle Ankara’da ve TBMM’de biz bazı taslaklar üzerinde konuşulduğunu duyuyoruz. Onun için de ürperiyoruz” diyerek endişesini paylaştı.
Türkiye’de tarihsel olarak Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e geçişte kadın hakları için ciddi şekilde mücadele verildiğini belirten Güllü, ceza ve medeni hukuk düzenlemelerinde güncel dünya normlarına uygun hükümler getirildiğini ancak bunları uygulamakta ciddi sıkıntı gözlendiğini vurguladı. Güllü, “En önemlisi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda kadın erkek eşitliği var. Ancak var olanlardan geriye doğru adımlar atıldığını söylemem lazım. Mesela nafakayı süreli hale getirme çabası. Erken yaş evlilikleriyle ilgili çocuklarımız konusunda başlarına çorap örülmesi gibi bir hikaye gündemde. Diyoruz ki erken yaşta çocuklar evlendirilemez, 18 yaşın altı çocuktur. Türkiye’de, Birleşmiş Milletler sözleşmesine imza atmış bir ülke olarak bunu diyoruz. Ancak bundan geriye gidiş yönünde teklifler gündemde. Yine İstanbul Sözleşmesi’nin uygulamasından yana sıkıntımız var” diye konuştu.
Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı İdil Yalçıner Şimşek de, VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayarak, “Türkiye, 2011 yılında kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesine dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi ki, biz buna İstanbul Sözleşmesi diyoruz imzalayan ilk ülkelerden aslında. Ve 2012 yılındaki yansımasını biz 6284 sayılı kanun olarak görüyoruz. Türkiye aslında Avrupa standartlarına yakın seviyede, kanunlarımız açısından. Kanunlarımızda herhangi bir eksik yok, Ceza Kanunu, Medeni Kanun, Avrupa standartlarında. Ancak bizim sıkıntımız uygulamaya ilişkin” bilgisini verdi.
Son dönemde ‘Mağdur Babalar’ söylemi yaratıldığını ve gerçekte eğer mağduriyet varsa da bunun verileri olmadığını anlatan Şimşek, bu mağduriyet iddiasıyla nafaka hakkında geriye gidişe yol açacak her türlü düzenlemeye karşı olduklarını anımsattı. Şimşek, “Kadınlar hiçbir hakkını kolayca kazanmadı. Ve gerçekten kadın mücadelesi medeni hakları elde etmek için çok büyük çaba sarf etti. O yüzden biz haklarımızdan herhangi bir geri adım atmayacağız. Zaten süresiz nafaka diye bir şey yok aslında Medeni Kanun’un 175’nci maddesinde nafakanın hangi nedenlerle kalkabileceği, açıkça belirtiliyor. Bu nedenle nafaka süresiz değil aslında” anımsatması yaptı.
Kadınlar lehine kadın hukukçular davaya müdahil olamıyor
Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nin sunduğu koruyucu ve önleyici tedbirleri uygulayan bir yaklaşım olmadığını söyleyen Şimşek, bunun kadına yönelik şiddete ilişkin dava süreçlerine de olumsuz yansıdığını anlattı. Şimşek, “İstanbul Sözleşmesi’ni ne yazık ki bilmeyen hakimlerimiz, yargı mensuplarımız var. Ve biz Ankara Barosu kadın Hakları Merkezi olarak bu kadın cinayetleri dosyalarına elimizden yettiğince müdahil olmaya çalışıyoruz. Ancak müdahillik taleplerimiz ne yazık ki reddediliyor. Bizim isteğimiz kanunların değiştirilmesi ya da yeni maddeler eklenmesi değil. Cezalarımız da gayet yeterli ancak indirim uygulanıyor. İşte ‘Tahrik etti’ diyor, ‘Mini etek giydi’ diyor, ‘Erkekliğime laf etti’ diyor. Ve bunun üzerine yargıçlarımız ne yazık ki indirim uyguluyorlar. Bizim isteğimiz kadın cinayetleri dosyalarında hiçbir hafifletici nedenin uygulanmaması. Ve kanunların tam manasıyla uygulanması. Ve en önemlisi cinayet olmadan asıl önemli olan bu önleyici tedbirlerin uygulanması” dedi.
Kadınlara öncelikle yasal düzeyde ve uygulamada eşit haklar verilmesi gerektiğini belirten Şimşek, “Siz ne kadar iyi kanun yaparsanız yapın zihniyetleri değiştirmediğiniz sürece ne yazık ki bu kanunlar kağıt üzerinde kalıyor. Ve kadınlar ezilmeye, bir takım yerlerde ikinci plana atılmaya devam ediyor. O yüzden biz öncelikli olarak toplumsal cinsiyet eşitliğini, temelden hatta anaokulu seviyesinden başlatıp, bunu zihinlere yerleştirmediğimiz sürece kadın-erkek eşitliğini tam manada sağlamamız mümkün olmayacak gibi gözüküyor” diye konuştu.
Bu arada sosyal medyada İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin çağrı da çığ gibi büyüyor. Kadın Siyasetçileri Destekleme Derneği de, “Hayat dolu kadındı” yerine “Hayat dolu kadın demek mümkün” mesajını verdiği videosuyla “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” çağrısı yaptı. Bu çağrıya CHP’li belediyeler başta olmak üzere bazı belediyeler tarafından da destek verildi. Örneğin Şişli Belediyesi, cinsiyetçi bir dil kullanılmaması gerektiğini vurguladığı videosunda, katil konumunda ve cinayet işleyen şahıslardan “Eşiydi, sevgilisiydi” diye söz edilmesi çağrısında bulundu. Belediye, “İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasını talep et” mesajını paylaştı. Çankaya Belediyesi de, bir kişiyi çalıştırmama yönünde baskı varsa bunun ekonomik şiddet olduğunu vurguladı.
Türkiye’de kadınlar rakamlarla hangi koşullarda?
Türkiye İstatistik Kurumu, TÜİK’in konuya ilişkin verileri önemli ölçüde durumu ortaya koyuyor. TÜİK ‘te 2017 verileri varken bu noktada 2018 ve 2019 yılına ilişkin güncel verilerin bulunmaması da dikkat çekiyor.
TÜİK’in verilerine göre; 2017 yılı sonunda Türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki nüfustan sadece yüzde 47,1’i istihdam edilirken, kadın istihdamı oranı çok düşük kaldı. İstihdam oranı erkeklerde yüzde 65,6 olurken kadınlarda yüzde 28,9 oldu. Okuryazar olmayan kadınlar çalışma hayatında kendilerine sadece yüzde 15,9 oranında yer bulabilirken, eğitim almış kadınlar açısından istihdam oranında ciddi fark olduğu görüldü. Yükseköğretim mezunu kadınlardan yüzde 72,7’sinin çalışmaya hayatına katılabildiği ortaya çıktı.
Ancak buna karşın yönetici pozisyonlarda kadın oranı azlığı devam ediyor. Türkiye’de genel olarak çalışma hayatında yönetici pozisyondaki kadın oranı yüzde 17,3 olarak kaydedildi. Bunun detaylarına bakıldığında; yükseköğretimde görevli kadın profesör oranı yüzde 31,2, kadın büyükelçi oranı yüzde 22,1 olarak görülüyor.
Siyasette kadın milletvekili oranı 24 Haziran Genel Seçimleri sonrasında TBMM’deki sandalye sayısı bakımından yüzde 17,3 olarak kayda geçti. Ancak TBMM’de, 102 kadın vekil bulunmasına rağmen, kadın hakları konusunda AKP’li 53 kadın vekilden destek alınamamasına muhalefet, bunun “niceliksel bir artış” olduğu tepkisini gösteriyor.
Öte yandan çocuk yaşta evlilik sorunu da varlığını koruyor. Sadece 2017 yılında ailesi izin verdiği gerekçesiyle 16 ve 17 yaşlarındaki 23 bin kız çocuğu evlendirildi. Yüzde 16,6 oranıyla Ağrı, kız çocuklarını evlendirmede en yüksek orana sahip il oldu.