ABD'de yaşayan yazar Çağla Ural, ikinci kitabı “Esir Şehir'de Bir Kadın” romanında Birinci Dünya Savaşı ve kurtuluş mücadelesinin verildiği dönem İstanbul'una ışık tutuyor.
İşgal altındaki İstanbul'da farklı etnik gruplar arasında görünür hale gelen huzursuzlukların tutkulu bir aşka etkisinin anlatıldığı romanda, idealist ve güçlü kadınların kurtuluş mücadelesine yaptığı katkı da işleniyor.
23 yıl önce eşinin işi dolayısıyla yerleştiği ABD'de bir süre Birleşmiş Milletler'de çalışmış. Yazarlık kariyerine kitap çevirileriyle başlayan Ural, ilk romanı “Ve Müziğin Sustuğu An”da ABD'deki bir okul saldırısını anlatıyor. Tarihi roman türünde yazdığı ikinci kitabı “Esir Şehirde Bir Kadın” kitabı ise işgal yıllarındaki İstanbul'da yaşanan bir aşk hikayesini ele alıyor.
Hikaye Moda'da başlıyor...
Ural, Türkiye'de dördüncü baskısını yapan kitabını ve yeni projelerini Amerika'nın Sesi'ne değerlendirdi:
“Benim birinci kitabım Amerika'da geçen bir hikayeydi. Türkiye'den Amerika'ya gelmiş bir Türk ailesinin evlatlarının okulda bir silahlı saldırıya maruz kalmasını işlemiştim. İkinci kitabımda daha çok İstanbul'u ve Türkiye'yi anlatmak istedim. Buna başlamamın sebebi de Birinci Dünya Savaşı sırasında doğmuş olan anneannemin gençlik hikayelerini çok dinlemiş olmam. Moda'da bir köşkte büyümüştü. Yatılı okulda okumuştu. Oradan esinlenmiş olmam. Aslında ben onları kitaba dökmek istemiştim her zaman. Böyle bir fırsat çıktı karşıma. O yüzden öncelikle Moda'da başladı hikayem. Aşk hikayesine dönüştü. Tabii ki o dönemin şartları savaş olduğu için savaşı işledim. İnsanlar arasındaki kültür-dil ayrımının nasıl ilişkileri etkilediğini işledim. Derken İstanbul tarihi, Türkiye tarihi bir sürü değişik olayı barındırıyor. Bazı daha az bildiğimiz sosyal ve politik olaylar da var. Onları da işlemek istediğim için hikayem genişledi. 1919'dan 1930'a kadar sürüklenen bir ailenin hikayesi haline geldi.”
Çağla Ural, dönemi tüm detaylarıyla yansıtabilmek için kitabı yazmadan önce uzun araştırmalar yapmış:
“Öncelikle en iyi araştırma hatıralarla başlıyor. Maalesef anneannem hayatta değil rahmetli oldu. Ama ondan duyduklarım geçmişte, annemden dinlediklerim, aile bireylerinden dinlediklerim. Zaten o dönemdeki Moda hakkında, hikayenin başladığı Moda semti hakkında epey bir bilgim vardı. Ailem de benim zaten Kadıköylü, Modalı. Onun dışındaki kaynaklar da her zaman ulaşabildiğim kadar geriye gittiğim. Türk kaynakları ki çok fazla Birinci Dünya Savaşı bölümüne gidemiyorsunuz, çünkü her şey sansürlü durumdaydı. Yabancı kaynaklar, paralel olarak işlediğim kitaplar, videolar, elimin ulaşabildiği her türlü kaynağa elimi attım açıkçası. Özellikle buradaki, New Jersey'de yaşıyorum bildiğiniz gibi, buradaki kütüphanelerden de o dönemle ilgili oldukça derin araştırmalar yaptım. Hepsini birleştirmeye çalıştım.”
Türk kızı ile Rum genç arasında imkansız aşk
Kitapta, Rum genç Hristo ile Türk kızı Keriman'ın işgal nedeniyle daha da imkansıza dönüşen aşkları ve milli mücadele kıvılcımının tutuştuğu dönemin hikayesi anlatılıyor:
“Şimdi ailem aslında dediğim gibi Moda'da bir köşkte yaşayan bir aile. Baba zengin bir tüccar. Anne var. Evin iki tane evladı, Keriman benim ana karakterim. Keriman bir genç kız. Ve çok hayalperest bir genç kız, romantik. Etrafında savaş mı oluyor ne oluyor çok da umurunda değil. Tek işi gücü çok sevdiği ve ailenin yadigarı oğlu gibi olan Hristo'ya aşkı ve Hristo ile birleşebilme savaşı. Ve dediğim gibi savaş olması olayları bambaşka yerlere getiriyor. Keriman ve Hristo'nun yolları ayrılıyor, birleşiyor. Politik durumlar onları bambaşka yerlere sürüklüyor. Ailem bu ana olarak. Bir tane kuzenimiz var Cemile. O dönemin oldukça feminist, akıllı, çalışkan, hırslı genç kızlarından. Kader onu Anadolu'ya götürecektir Kurtuluş Savaşı'na katılma amacıyla. Bu arada tabii ki Rusya'dan gelen büyük bir Beyaz Rus göçmen dalgası var. Bolşevik Rusya'dan kaçan Rusların. Onların İstanbul'a olan katkıları hem olumlu hem olumsuz olarak katılan insanlar ve gelen yaşamlar. Onların hikayeye olan etkilerini göreceğiz. Böylece o bizim küçük aile kitlemiz genişleyerek devam ediyor hikaye içinde.”
“İşgal yılları İstanbul için çok zor bir dönem olmuş”
Yazar Ural, işgalin İstanbul'daki farklı gruplar için ayrılıklara da neden olduğunu anlatıyor:
“İstanbul'un 1919 yılındaki halini görmek isterdim doğrusu. Çünkü belli ki inanılmaz bir kozmopolit, rengarenk, karman çorman bir insan grubu haline gelmiş. Tabi malum Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türkiye'de, İstanbul'da halk bir arada yaşıyordu. O dönemde Türk olmaktan ziyade Osmanlı olma kavramı vardı. İşte Türkler yani Müslümanlar, Ermeniler, Kürtler ve diğer Levanten insanlar hatta hep beraber yaşıyorlardı. Malum bu 1. Dünya Savaşı ile olaylar çok fazla değişti. Birdenbire İstanbul'da işgal kuvvetleri, sokakta sadece İngiliz'i Fransızı değil bunun içinde İskoç'u var Hintlisi var, işgal kuvvetleriyle diğer memleketlerden getirilen askerler var ve tabii ki Türkler bu askerlerden eziyet görüyorlar. Bunun dışında tabii ki ayaklanan, değişik sevdalara giren azınlık gruplar da var. Dolayısıyla kültürler çatışması, politik durumların çatışması çok karman çorman. Ama aynı şekilde de kültür açısından İstanbul'un bazı yenilikler kazandığı dönemler de olmuş. İşte sanatçısı olsun, aydını olsun, yani bazı kazanımlarda da bulunulmuş. Tabii ki çok çok zor bir dönem geçiriyor İstanbul ve bağımsızlık mücadelesine başlıyor.”
“Halide Edip her Türk kadınının idolü olmalı”
Kitapta Halide Edip örneğinden gidilerek idealist güçlü kadınların milli mücadeledeki rolleri de vurgulanmış:
“Şimdi o dönemde de gerçekten güçlü kadınlar var. Çok değil ama var. Onlardan bir tanesi Halide Edip Adıvar dediğiniz gibi. Bence şu anda Türkiye'deki her Türk kadınının bir idolü olmalı Halide Edip. Cesareti, eğitimi, meydanlara gidip savaşması açısından. Güçlü kadın olmayı bazı kadınlar kendileri öğreniyorlar bazıları güçlü annelerden öğreniyorlar ama nasıl olursa olsun Türkiye'de yapılması gereken şey, önce eğitimle daha sonra anneleri güçlendirerek küçük kızların güçlü, cesur ve ayaklarının üzerinde durmayı öğrenerek yetişmeleri. Tabii ki eğitimin çok önemli bir payı var ama ondan önemlisi ailenin kızlarına değerli olduklarını hissettirmeleri. Yani 'Sen kıymetlisin, sen değerlisin, sen her şeyi yapabilirsin. Hatta erkeklerden çok daha fazla şey yapabilirsin.' Bu bilince varılırsa, hani eğitim gelir gider ama önemli olan kendilerini kıymetli ve değerli hissetmeleri. O şekilde ayakta kalabilirler.”
“O dönemki aşklar gerçek aşkmış”
Çağla Ural, hikayenin geçtiği dönemle günümüz arasındaki aşklarda da büyük değişimler olduğunu söylüyor:
“O dönemki aşklar gerçek aşkmış. Hani bu zannediyorum belli bir yaş grubunun üzerindeki herkesin kabul edeceği bir şey. Şimdiki gençler malum sosyal medyadan işte 'seni beğendim beğenmedim, seni like ettim etmedim, yok cevap vermedin' şeklinde aşklar değil. Hem tanışmak çaba gerektiriyor, bir sohbet etmek çaba gerektiriyor, ondan sonra o aşkı elinde tutmak çaba gerektiriyor. Hiçbir şey öyle bir iki günlük bir iki haftalık bir şey değil. Aşklar, 'bir yastıkta ömür boyu' şeklinde aşklar olmuş. Beraber yaşlanmak üzerine olmuş. Çok güzel aşklar yaşanmış, romantik aşklar yaşanmış. Benim de iki tane genç oğlum var biri 21 yaşında biri 15. Benim şimdilik gördüğüm kadarıyla sanki o tür aşkları yaşayacaklar gibi gözükmüyor. Maalesef daha çok her şey mesaj atma, sosyal medya vesaire, inşallah onlar da aynı şeyi yaşar diye düşünüyorum.”
Ural, yeni kitabı için de çalışmalara başlamış. Bunun da yine tarihi bir aşk romanı olacağını belirtiyor:
“Yine tarihi roman yazıyorum. Bir tane şu anda üzerinde çalıştığım romanım var. O da yine bir aşk hikayesi olacak. 2. Dünya Savaşı döneminde geçiyor. Ve tabi Amerika'da da geçiyor. 2. Dünya Savaşı olduğu için başka yerlere de uzanıyor ama burada da Osmanlı'dan kopup gitmiş bir şehzade ailesini anlatıyorum. Gerçekten esinlendim ama gerçek hikaye değil. Yine kurma bir hikaye üzerine. İlgi çekeceğini umuyorum. Romantik bir aşk olacak yine.”