Bundan bir yıl önce, 8 Temmuz 2018’de yayımlanan 701 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamuda çalışan 18 bin 632 kişi görevlerinden alındı. Görevden alınanlar arasında “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriye imza atan ve kamuoyunda “Barış Akademisyenleri” olarak tanınan isimler de vardı. 9 Eylül Üniversitesi’nin Sosyoloji Bölümü’nden atılan Araştırma Görevlisi Özer Yersüren ve aynı üniversitenin İktisat Bölümü’nden atılan Araştırma Görevlisi Aydın Arı ile geçen bir yıllık süreci konuştuk.
Aslında her ikisi de Eğitim-Sen üyesi olan Arı ve Yersüren, KHK ile görevden alınmalarından yaklaşık bir yıl önce açığa alınmışlar. Arı bu süreci şöyle anlattı: “İmzaladığımız metin 11 Ocak 2016’da yayınlandı. Cumhurbaşkanı’nın hakkımızda konuşmaya başlamasıyla birlikte YÖK de rektörlüklere bir yazı göndererek imzacı akademisyenler hakkında gerekenin yapılmasını istedi. Bu süreçte disiplin soruşturması açmayan üniversiteler de oldu, soruşturma açıp ufak cezalar veren üniversiteler de oldu. 9 Eylül Üniversitesi’nde soruşturma komisyonunun hukukçu bir üyesi bu konunun anayasa tarafından teminat altına alınan düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamına girdiğini, eğer bir suç varsa bile bunun Cumhuriyet Savcılığı’nın görev alanına girdiğini ve disiplin soruşturmasının Cumhuriyet Savcılığı’nın görevini tamamlamasına kadar dondurulabileceğini belirten bir metin hazırladı. Böylece hakkımızdaki disiplin soruşturması donduruldu. Ancak daha sonra 15 Temmuz darbe girişimi oldu, olağanüstü hal ilan edildi. İlk arkadaşlarımız 2016 Eylül ayında atıldı. Sonrasında bizim için oluşturulan disiplin komisyonu birkaç kere değiştirildi. Dördüncü komisyon soruşturmanın selameti açısından görevden alınmamızın uygun olacağını rektörlüğe bildirdi. Rektörlük de buna dayanarak bizi açığa aldı. İşin ilginç tarafı bizi açığa alan rektör daha sonra bizim de görevden alındığımız aynı KHK ile görevden alındı.”
Yargı süreci devam ediyor
Yersüren de bu sürecin sonunda zaten bir KHK ile görevden alınmayı beklediklerini söyleyerek, “KHK yayımlandığında hastanede yatan babamın yanında refakatçıydım. Gelen telefonlardan benim de ismimin olduğunu öğrendim. Başından beri bir öfke vardı ama açıkçası belirsizlikten kurtulmanın getirdiği bir rahatlama da hissettim. Telefonla beni arayanlar daha üzgündü. Zaten arkadaşım olan akademisyenler dışında akademi camiasından sadece birkaç kişi aradı. Ama öğrenciler daha cesur ve daha samimi davrandı” dedi.
Diğer imzacı akademisyenler için olduğu gibi Arı ve Yersüren için de önce İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılmış. Ancak mahkeme yetkisizlik kararıyla dosyayı İzmir’deki mahkemeye göndermiş. Özer “benimle ilgili olarak İzmir 14. Ağır Ceza Mahkemesi yetki meselesini Yargıtay’a taşıdı. Şimdi Yargıtay’ın kararı bekleniyor” derken Yargıtay Arı’nın İstanbul’da yargılanmasına karar vermiş. İlk duruşma Aralık ayında yapılacak. Yersüren “Hepimizin iddianamesi ortak ama davalarımız ayrı” diye konuştu.
Her iki akademisyen de görevden alınmadan önce açığa alındıkları için üniversitedeki çalışma odalarında bulunan kişisel eşyalarını alma fırsatı bulduklarını söyledi. Ancak KHK ile görevden alınmalarının ardından odaları kamera eşliğinde üniversite güvenlik amirinin gözetiminde boşaltılmış. Arı, odasına bulunan kitap ve dosyalarla ilgili olarak kendisine bilgi verilmesi için rektörlüğe yazılı başvuruda bulunduğunu ancak cevap alamadığını belirtti.
“Kendimi hiç yalnız ya da savunmasız hissetmedim”
Görevden alınmanın sonuçlarından biri de ekonomik olarak gelir kaybına uğramak. Yersüren bu sorunu dayanışmayla aştığını söyledi: “Görevden alındıktan sonraki süreçte kendimi hiç yalnız ya da savunmasız hissetmedim. Ekonomik olarak da süreç sandığımdan daha rahat geçti. Sendikamız hukuki ve psikolojik desteğin yanı sıra ekonomik olarak da düzenli bir destek veriyor. Ayrıca buradaki arkadaşlarımızın kendi aralarında oluşturduğu bir dayanışma fonu var. Mezun olduğum lisedeki arkadaşlarım da bir süre kendi aralarında fon oluşturup bana destek verdiler. Bir de bu süreçte birkaç uluslararası kuruluş hibe fonu açtı. Onlardan da yararlandım. Kendi adıma iyi bir dayanışma sınavı verildiğini düşünüyorum.”
Benzer bir dayanışma ağından yararlandığını söyleyen Arı, “Eşim çalıştığı için ben biraz daha rahatım. Zaten çalıştığımız dönemlerde de zengin olabilecek maaşlar almıyorduk. Elbette hayat biraz zorlaştı ama harcamalarımızı kıstık ve hayatımıza devam ediyoruz. Diğer akademisyen arkadaşlarımız arasında da çeviri ya da editörlük gibi işler yapanlar var. Herkes bir şekilde hayatta kalıyor” ifadelerini kullandı.
“Akademik araştırma konusunda bunalımdan çıkıyor gibiyiz”
Üniversiteden atılmanın bir başka boyutu ise akademik çalışmaların kesintiye uğraması. Yersüren yaşadığı süreci şu sözlerle anlattı: “Ben 9 Eylül Üniversitesi’ne Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı ile geldim. Buraya geldiğimde bir başka üniversitede yüksek lisans yapıyordum ve tez aşamasındaydım. Burada yeniden yüksek lisansa başlamamı istediler. Ben de diğer üniversitedeki yüksek lisansımı iptal ettirip, burada yeniden başladım. Bitirmeme iki ay kala KHK ile ihraç edildim. Buna dayanarak öğrenciliğim de sonlandırıldı. Şimdi İstanbul’da Mimar Sinan Üniversitesi’ne başvurdum. Kabul edildim. Üçüncü kez yüksek lisansa başlayacağım.”
Arı ise bu süreçte doktorasını tamamladığını belirterek “Tutulan istatistiklere göre 100’e yakın doktora öğrencisi doktorasını tamamladı. Bu işin kolay kısmı. Ama diğer yandan hem atılan hem de atılmayan akademisyenlerde araştırma motivasyonunun kalmadığını düşünüyorum. Bu motivasyonun atılan akademisyenlerde yavaş yavaş yeniden yükseldiğini gözlemliyorum. İlk atılmalar yaklaşık iki yıl önce gerçekleşti. Daha sonrasında Türkiye’nin değişik yerlerinde Dayanışma Akademileri kuruldu. Bunlar belki bireysel araştırmaları çok motive etmediler ama bir tür akademik var olma halini motive ettiler. Şimdi bunlar değişik biçimlere evriliyor. Üniversiteden atılan akademisyenler olarak artık yükselmek amacıyla bir yayın yapmayacağımıza göre, gerçek sorunlara değinen araştırmalar formüle etmek şansına nail olduk. Bir avantaj olarak bu özgürlüğü elde ettiğimizi söylemek isterim” dedi.
Yersüren de Dayanışma Akademileri’nin çeşitli seminerler, dersler, konferanslar ve buluşmalar düzenlediğini hatırlatarak “Bunların bazıları yeni yeni araştırma bursu verecek bir düzeye gelmeye başlıyor. Bir alternatif olarak gezici akademi organize etmek gibi bir düşünce var. Geçen iki yılda ben kitap okumakta bile zorlanıyordum ama şimdi akademik araştırma konusunda bunalımdan çıkıyor gibiyiz. Ben de araştırmaları sürdürme hevesimin yeniden oluşmaya başladığını hissediyorum” diye konuştu.
Üniversiteye dönüş ihtimali var mı?
Yersüren üniversiteye geri dönme ihtimali konusunda “Bilmiyorum. En başında bir gün geri döneceğiz düşüncem vardı. Ama artık çok düşünmüyorum. Ama eğer dönersem yaşadığım bu deneyimin verdiği rahatlıkla davranacağım. Yaşadığımız süreçte veya üniversitelerle ilgili dejenere edici düzenlemelerde sesi çıkmayan, itiraz etmeyen ama otonomiden bahseden insanlara da gülüp geçeceğim. Bu sürecin duruşumu pekiştirdiğini söyleyebilirim. Tuhaf bir şekilde daha güçlü hissediyorum” ifadesini kullandı.
Arı ise üniversitelerin Darülfünundan bu yana birçok tasfiye yaşadığını hatırlatarak “Biz bu tarihi bilerek geliyoruz. Şimdi biz de o tarihin bir parçası olduk. Çok politik bir gerekçeyle atıldık. Yine çok politik bir kararla çok hızlıca geri dönebiliriz. Muhtemelen atıldığımız üniversitelere dönemeyeceğiz. Bunun mücadelesini vereceğiz. Kaybettiğimiz ekonomik, sosyal haklarımızı almak için uğraşmaya devam edeceğiz. Biz politik bir metne imza attık, devleti eleştirdik. Bunu yurttaşlık hakkı gereğince ve akademik bir görev olarak yaptık. Çünkü YÖK yasasında akademisyenlere araştırma yapmak, eğitim faaliyeti ve topluma yararlı işler yapma görevi veriliyor. Üniversite bu topluma yararlı iş yapma görevinin farkında değil, unutmuş. Biz imza atarak o görevi yerine getirdiğimizi iddia ediyoruz. Döndüğümüzde akademik ve politik duruşumuzda bir olgunluk dışında bir değişiklik olacağını düşünmüyorum. Sesimizin daha gür çıkacağını düşünüyorum” dedi.