İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasında normalleşme anlaşması bugün Beyaz Saray’da imzalandı. VOA Türkçe’ye konuşan uzmanlar, “anlaşmayla asıl hedef İran olsa da ikinci hedefin Türkiye olduğu” görüşünü dile getirdi.
İsrail ve BAE'nin ilişkilerin normalleştirilmesi için anlaşmaya varmalarının ardından ABD Başkanı Donald Trump başka ülkelerin de benzer adım atmak istediği imasında bulunmuş, ancak ülke adı vermemişti. BAE’nin ardından bir diğer Körfez ülkesi Bahreyn de İsrail ile ilişkileri normalleştireceklerini açıkladı.
Beyaz Saray’daki imza töreninde İsrail heyetine Başbakan Benyamin Netanyahu, Birleşik Arap Emirlikleri heyetine de Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid’in başkanlık etti.
İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında imzalanan normalleşme anlaşması resmi kayıtlara Hz. İbrahim’in adıyla yani “İbrahim Mutabakatı” (Abraham Accords) adıyla geçti. Trump yönetiminden üst düzey bir yetkiliye göre bu anlaşma, Ortadoğu’da son 26 yılda Beyaz Saray’da imzalanacak olan ilk barış anlaşması.
En son 13 Eylül 1993’te, ABD Başkanı Bill Clinton’ın arabuluculuğunda dönemin İsrail Başbakanı İzhak Rabin ve Filistin Kurtuluş Örgütü müzakerecisi Mahmud Abbas arasında Oslo Mutabakatı imzalanmıştı.
AB ülkeleri, Ürdün, Mısır gibi ülkeler ABD’nin arabuluculuğunda varılan anlaşmayı memnuniyetle karşılarken, Türkiye ise İran’la birlikte hem İsrail ve BAE hem de Bahreyn arasındaki normalleşme anlaşmasına tepki gösteren ülkeler arasında yer aldı. Ankara, anlaşmanın Filistin davasının savunulması çabalarına yeni bir darbe vuracağını savundu.
Dışişleri Bakanlığı’ndan geçen hafta yapılan açıklamada, “Bahreyn’in Birleşik Arap Emirlikleri’nin peşine takılarak Arap Barış Girişimi ve İslam İşbirliği Teşkilatı çerçevesindeki taahhütlerin hilafına İsrail’le diplomatik ilişki tesis etme kararı almasını endişeyle karşılıyor ve kınıyoruz” denildi.
Merkezi Washington’da bulunan Arap Körfez Ülkeleri Enstitüsü kıdemli uzmanlarından Hussein Ibish, Türkiye’nin bu konudaki duruşunu VOA Türkçe’ye değerlendirdi, BAE ve İsrail arasındaki normalleşme anlaşmasında “Türkiye’nin ikinci hedef olduğunu” söyledi.
Ibish, “İki hükümet arasındaki siyasi anlaşmazlıklara rağmen, Türkiye’nin İsrail ile uzun süreli yakın ilişkileri var. Bu nedenle normalleşme anlaşmasını eleştirmesi gülünç. ‘Benim dediğimi yap, yaptığımı yapma’ demenin klasik bir yolu. O nedenle ciddiye alınması zor. Bununla birlikte, bütün bu anlaşmaların asıl hedefi İran olsa da, İsrail-BAE arasındaki normalleşme anlaşmasının ikinci hedefi de Türkiye. Normalleşme anlaşması İran’a karşı oluşan ülkeler bloğunu ve aynı zamanda Türkiye ile Sünni İslamcı müttefiklerine karşı koalisyonu güçlendiriyor. Bu grup da temel olarak BAE, Mısır, Sudan ve İsrail’den oluşuyor. O nedenle Türkiye’nin bu konuda başka bir sebeple endişelendiği açık” değerlendirmesini yaptı.
“Filistinliler strateji belirlemezse tam bir felaket olacak”
İsrail ve BAE arasında ABD’nin arabuluculuğunda yapılan anlaşma, İsrail işgali altındaki Batı Şeria’daki ilhak planlarını askıya almasını ve BAE ile ilişkileri normalleştirmesini öngörüyor.
Filistin tarafı anlaşmaya tepkili. Trump yönetiminin ve hazırladığı barış planının İsrail yanlısı olduğunu savunan ve ABD’nin bu tavrıyla dürüst bir arabulucu rolünü kaybettiğini dile getiren Filistinli yetkililer, bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının önünü açacak bir anlaşma sağlanmadan Arap ülkelerinin İsrail’le ilişkileri normalleştirmesinin iki devletli çözümün sonunu getireceği görüşünde.
Bu görüşün temelinde, İsrail-Filistin sorununun çözümü sürecinde Arap ülkeleri ve İsrail arasında ilişkilerin normalleşmesi için işgalin sona ermesini şart koşan 2002 tarihli “Arap Barış Girişimi” var.
VOA Türkçe’ye Filistin tarafının itirazını değerlendiren Hussein Ibish, 2002 Arap Barış Girişimi’nin uzun süredir Filistinliler’in bu konudaki duruşunun sabit bir unsuru olduğunu, o nedenle normalleşme anlaşmasının hem Arap Barış Girişimi’ne hem de Filistinlilere yönelik büyük bir darbe olduğunu söyledi.
Arap Körfez Ülkeleri Enstitüsü kıdemli uzmanlarından Hussein Ibish, “Arap Barış Girişimi’nde normalleşmenin koşulu işgalin sona ermesiydi. Daha sonra bu yeniden yorumlanarak, normalleşme konusundaki ilerleme işgalin sonlanması konusunda ilerleme sağlanmasına bağlandı. Hem BAE hem de Bahreyn, Arap Barış Girişimi’ne bağlı olduklarını iddia etseler de, işgalin sonlanması ve normalleşme arasındaki nedensellik ilişkisi tamamen değişmiş görünüyor. Yani önce normalleşme sonra da işgalin hafifletilmesi” diyor.
BAE’nin ABD’den en azından 2024 yılına kadar İsrail’in yeni ilhak adımlarına onay vermeyeceğine ilişkin güvence almış olduğuna dikkat çeken Ibish, “Bu durum BAE’nin bir süreliğine İsrail’in ilhak planlarını durdurduğu iddiasını güçlendiriyor. Bu da Filistinliler’e yardım etmekle kalmayıp, iki devletli çözüm ve dolaylı olarak Arap Barış Girişimi’ne de can simidi uzatmış oluyor. Yani bir yandan Arap Barış Girişimi’ni ve onun etrafında oluşan mutabakatı terk ediyor gibi görünüp, diğer yandan bu planın tamamen yok olmasını bir anlamda önlemiş oluyor. Çünkü ilhakın devamı iki devletli çözümü tamamen denklem dışı bırakırdı. Her şekilde Filistinliler kendi proaktif stratejilerini formüle etmek zorunda. Arap Barış Girişimi’ne güvendikleri için bunu uzun süredir yapmıyorlardı. Trump’ın ilhak planını geçtiğimiz Ocak ayında açıklamasının ardından Filistinliler buna doğrudan ‘Hayır’ demişti. Ancak bu yeterli değil. Kendi stratejilerini oluşturmak zorundalar. Yoksa onlar için tam bir felaket olacak” sözleriyle değerlendirdi.
Filistin davasıyla yakından ilgilenen ülkelerden biri de Katar. Katar bundan birkaç yıl önce İran’la ilişkilerini kesmediği gerekçesiyle BAE, Mısır, Bahreyn ve Suudi Arabistan’ın ambargosunun hedefi olmuştu. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, İsrail ve BAE’nin normalleşme anlaşmasını imzalamasından bir gün önce Katar’daydı.
Pompeo’nun Katar ziyaretini de VOA Türkçe’ye değerlendiren Hussein Ibish, Katar ve ABD arasındaki ilişkilerin temel olarak askeri alanda olduğunu ve bu ilişkilerin de bu gibi endişelerden bağımsız olduğu görüşünü dile getirdi.
“Anlaşma bölgedeki aşırıcıları dışlamak isteyen iki ülkenin ittifakı”
Merkezi Washington’da bulunan düşünce kuruluşu Washington Ensitüsü’nün deneyimli Ortadoğu uzmanlarından David Makovsky, bölgesel konularda birbirine benzer düşünen iki ülke olarak tanımladığı İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki normalleşme anlaşmasını “rakipsiz bir birleşim” olarak görüyor.
Washington Enstitüsü’nün “BAE-İsrail Açılımı: İkili ve Bölgesel Sonuçlar ve ABD Politikası” başlıklı panelde konuşan David Makovsky, normalleşme anlaşmasının önemini İran ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgesel dengeler açısından değerlendirdi.
Makovsy, “İran’ın bölgedeki nüfuzundan rahatsız olan İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi iki ülkenin bir araya gelmesi inanılmaz bir birleşim. Birleşik Arap Emirlikleri elbette bunun İran’a karşı yapıldığını söylemekten dikkatle kaçınacaktır. Ancak her iki ülke de İran’ın nüfuzundan rahatsız ve her iki ülkenin de İran’la nükleer anlaşma konusundaki duruşları son derece net. Her iki ülke, Türkiye’nin destek verdiği siyasal İslam ve Katar’ın finanse ettiği Müslüman Kardeşler’den rahatsız. Bu anlaşma bölgedeki aşırıcıları dışlamak isteyen iki ülkenin ittifakı” şeklinde konuştu.
Anlaşmanın ekonomik ve teknoloji boyutu İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin normalleşme anlaşması kapsamında ekonomi, ticaret, yatırım ve teknoloji alanında ilişkileri geliştirmeleri bekleniyor. Anlaşmanın ekonomik boyutuna da dikkat çeken David Makovsky, “Bildiğim kadarıyla Birleşik Arap Emirlikleri Ortadoğu’da Mars’a uzay aracı gönderen tek ülke. İsrail’in altyapısına yatırım planlarından söz ediliyor. Bunlar İsrail’in Ürdün’le barış yaptığı dönemde düşünülemezdi. Wall Street Journal’da hafta sonu yer alan bir habere göre, BAE’nin Gayrisafi Yurtiçi Hasılası’nın yüzde 60’ı artık petrolden gelmiyor. Ülke ekonomisini dijitalleştirmeye çalışıyor” sözleriyle değerlendirdi.
Birleşik Arap Emirlikleri İsrail’in bugüne kadar ilişkilerini normalleştirdiği üçüncü Arap ülkesi, Bahteyn de dördüncü. İsrail 1979’da Mısır’la, 1994 yılında da Ürdün’le barış yapmıştı.
BAE ile normalleşme anlaşmasının diğer Arap ülkeleriyle yapılan anlaşmalardan farklı olduğunu belirten Makovsky, “İsrail’in Ürdün ya da Mısır örneğinde görmediği türden bir barış bu. İsrail ve BAE hiç muharebede karşı karşıya gelmedi. Sırtlarında geçmişten gelen bir yük yok. Bu nedenle teknoloji ve ekonomiye odaklanıyorlar. İşbirliği alanları sınırsız gibi görünüyor” ifadelerini kullandı.
“Trump seçim mücadelesi verirken mümkün olan her açılımı yapmak istiyor”
İsrail ve BAE arasındaki normalleşme anlaşmasını, taraflardan ilk açıklamalar yapıldığında VOA Türkçe’ye değerlendiren uzmanlar anlaşmayı 3 Kasım’daki seçimler öncesinde Trump yönetimi için bir dış politika başarısı olarak nitelemişti.
Normalleşme anlaşmasını hem ABD’nin dış politikası hem de seçim gündemi bağlamında değerlendiren Makovsky, “Trump zorlu bir seçim mücadelesi içinde. Böyle bir durumdayken, mümkün olan her açılımı yapmak ister ve alabileceğiniz tüm desteği almak istersiniz” dedi.
BAE normalleşme karşılığında ABD’den gelişmiş silah alacak
Birleşik Arap Emirlikleri’nin İsrail’le normalleşme anlaşmasıyla ABD ile daha yakın ilişkilere sahip olmak ve bu sayede uzun süredir istediği gelişmiş silahları ABD’den satın alma imkanına sahip olmayı amaçladığı dile getirilmişti. Bu gelişmiş silahlar arasında F-35 savaş uçakları, Reaper drone’lar ve EA-18G Growler adı verilen düşman ülkenin hava savunma sisteminin sinyalini bozarak gizli saldırı imkanı veren elektronik savaş uçağı da bulunuyor. Bu elektronik savaş uçakları, radar ve iletişim sistemlerini etkisiz hale getiriyor, hedeflerin yerini tespit ederken gelişmiş bir radar kullanıyor ve uzun menzilli füze taşıyabiliyor.
Geçtiğimiz hafta New York Times’da, Beyaz Saray’ın BAE’ye satmak istediği silah paketinin Ortadoğu’daki askeri dengeyi değiştirebilecek nitelikte olduğu, hatta İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun kamuoyu karşısında buna karşı çıkmasına rağmen, BAE’ye bu kadar gelişmiş silahların satılmasını kabul ettiği yönünde bir haber yer almıştı.
Gazetenin haberine göre, İsrail’in ABD Büyükelçisi Ron Dermer, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun F-35’leri de kapsayan bir silah anlaşmasına onay verdiği yönündeki iddiaları yalanladı; Trump yönetiminin İsrail’in bölgedeki askeri avantajının korunmasında kararlı olduğundan emin olduğunu belirtti.
Arap Körfez Ülkeleri Enstitüsü kıdemli uzmanlarından Hussein Ibish, BAE’nin gelişmiş silah satın almak istemesi ve İsrail ile imzalayacağı normalleşme anlaşması arasındaki ilişkiyi VOA Türkçe’ye değerlendirdi.
“BAE’ye silah satışının normalleşme anlaşmasının önemli bir parçası olduğunu söylemek mümkün. Birleşik Arap Emirlikleri, F-35’ler, Growler elektronik savaş uçakları ve tam isabet kapasiteli reaper drone’lara erişme imkanı olmadan böyle bir anlaşmayla kendini bağlamazdı. Bunlar BAE’nin yıllardır satın almaya çalıştığı ancak ABD satmadığı için alamadığı silahlar. Şimdi bu silahları satın alabilecekler” şeklinde konuştu.
Dışişleri Bakanı Mike Pompeo geçtiğimiz ay sonunda İsrail, BAE, Bahreyn, Umman ve Sudan’a gitmişti. ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan Mike Pompeo’nun Netanyahu ile İran’a karşı konulması, İsrail ve BAE arasında diplomatik ilişkilerin tesis edilmesi konularının ele alındığı belirtilmiş, Bakan Pompeo’nun Washington’un “İsrail’in güvenliği konusundaki taahhüdünün altını çizdiği” kaydedilmişti.
BAE’nin uzun süredir talep ettiği silahlar İsrail’in bölgedeki askeri üstünlüğünün de etkilenmesi anlamına geliyor. Hussein Ibish, “İsrail’e de niteliksel açıdan askeri üstünlüğünü koruması için daha gelişmiş silahlar sağlanabilir. Örneğin F-22 Raptor savaş uçakları ve ABD’nin envanterinde bulunan en güçlü nükleer olmayan ve ‘tüm bombaların anası’ olarak nitelenen silahlar” diyor.
“BAE ABD seçimi öncesinde kendisini garanti altına almak istiyor olabilir”
Washington Enstitüsü’nden David Makovksy de, BAE’nin ABD’deki seçim sonuçlarına bağlı olarak, “olası Trump sonrası dönemde kendisine siyasi risk açısından bir manevra alanı sağlamayı ve kendisini güvence altına almayı amaçlayabileceğine” dikkat çekti.
“Birleşik Arap Emirlikleri, Kongre’deki Demokratlar’ın Körfez ülkelerini Trump yönetiminin gördüğü gibi geçici bir heves olarak görmeyebileceğini düşünerek, Trump sonrası dönemde kendisine siyasi risk sigortası sağlamak istemiş olabilir. ABD’de başa gelebilecek yeni bir yönetim İran’la nükleer anlaşmayı yenilemek isterse, BAE attığı adımlarla kendisini siyasi olarak sigorta altına almayı başarabilir” sözleriyle değerlendirdi.