Erişilebilirlik

Amerika'nın Hiç Bitmeyen Sorunu: Irkçılık


Amerika'nın Hiç Bitmeyen Sorunu: Irkçılık
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:06:27 0:00

Dünyanın geri kalanında olduğu gibi aylardır Corona virüsüyle çalkalanan Amerika’da gündem, siyah Amerikalı George Floyd’un polis tarafından gözaltına alınırken nefessiz kalması sonucu hayatını kaybetmesiyle bir anda değişti. Ülkede günlerdir protesto gösterileri düzenleniyor ve bu gösteriler sırasında zaman zaman şiddet görüntüleri de kameralara yansıyor. Floyd’un ölüm şekli Amerika’da bir kez daha ırkçılık tartışmalarını gündemin en üst sırasına taşıdı.

Aslında bu tartışmanın kökeni Amerika’nın kuruluşundan önceye dayanıyor. Ülkenin siyah tarihi, Portekizliler tarafından rehin alınan 20 kadar Angolalı’nın İngiliz sömürgecilerce o dönem İngiliz sömürgesi olan Virginia’ya 1619’da getirilmesiyle başlıyor. Bu tarih birçok uzman tarafından Amerika’da köleliğin başlangıcı olarak değerlendiriliyor.

Kuzey bölgelerdeki kölelik karşıtı birlik ordularının 1865’te güney eyaletlerine üstünlük sağladığı iç savaş sonunda kölelik kaldırıldı.

Ancak ülke tarihinin bu en kanlı savaşı köleliği resmiyette kaldırsa da siyahların haklarına tam olarak kavuşabilmesi için 100 yıldan fazla beklemeleri gerekti.

İç savaş sonrası siyahlar köle değildi ama normal bir vatandaş da değildi.

İç Savaş sonrası çıkarılan yasalarla vatandaşlığın yeni tanımı yapıldı, “eşit koruma” garantisi verildi. 1870’de vatandaşın rengine göre oy kullanma hakkının elinden alınamayacağı yasalaştı. Ancak siyahların bu kazanımları özellikle bazı güney eyaletlerinde tepkiyi de beraberinde getirdi. Ku Klux Klan gibi ırkçı örgütler siyahların haklarını ellerinden alma amacıyla şiddete de başvurarak gün yüzüne çıktı. 1877’de son federal asker güneyden çekildi ancak siyahlar ekonomik ve sosyal statülerinde çok az ilerleme yaşadı, siyasi alanda kazanımları da bölgede beyaz ırkın üstünlüğünü savunanların çabalarıyla adeta yok oldu.

Güney eyaletleri ırkçı olarak nitelenebilecek yasalarını yavaş yavaş yürürlüğe koymaya başladı.

Beyaz ve siyahlar için artık ayrı okullar, ayrı toplu ulaşım araçları, ayrı tiyatrolar, ayrı oteller, ayrı restoranlar vardı.

19. Yüzyılın sonunda ırk ayrımcılığı güney eyaletlerinde çok daha güçlü hale geldi.

1900’larda bir yanda siyahların hakları için de çeşitli örgütler kurulurken bir yandan da hala linç olayları gerçekleşebiliyordu. İkinci Dünya Savaşı’na gelindiğinde 3 milyondan fazla siyah Amerikalı askere alındı. Dönemin Başkanı Franklin D. Roosevelt Amerikalıları dört özgürlük adına, ifade, ibadet, yokluk ve korkudan özgürlük için hizmete çağırıyordu ama siyahlar kendi ülkelerinde nerdeyse bu haklara sahip değildi. 1947’ye gelindiğinde beyzbol liginde ilk defa bir siyah oynuyordu.

1954’te Anayasa Mahkemesi devlet okullarında ırk ayrımcılığının iç savaş sonrası çıkan yasalara aykırı olduğuna karar verdi.

1955’te Alabama’da Rosa Parks’ın otobüste oturduğu ön koltuktan kalkmaması nedeniyle tutuklanması Martin Luther King adını Amerikan kamuoyuyla tanıştırdı.

Bir din adamıyken medeni haklar liderine dönüşen King kentteki otobüs şirketine boykot çağrısı yaptı.

Şirket geri adım attı, Anayasa Mahkemesi Parks’ı haklı buldu. Bu bir dönüm noktasıydı.

Eğitim sistemindeki ayrımcılık bazı eyaletlerde bu dönemde de devam ediyordu.

Bazı siyah öğrenciler federal askerler eşliğinde okullara girebiliyordu.

Siyahların gittiği yerlere saldırılar da gerçekleşiyordu.

Ve “I have a dream”, “bir rüyam var.”

King’in başkent Washington’da Lincoln anıtı önündeki tarihi konuşması...

250 bin kişinin izlediği konuşmada King, siyahların ve beyazların eşit olduğu, çocuklarının derilerinin renkleri nedeniyle değil karakterleri nedeniyle değerlendirildiği bir dünyanın rüyasından bahsediyordu.

King’in 1950’lerin sonlarında başlayan şiddet içermeyen direniş hareketine destek her geçen gün artıyordu.

1965’te siyahların oy kullanma hakkının korunması yasası kabul edildi ancak 3 yıl sonra 1968’de Martin Luther King suikast sonucu öldürüldü.

Ülke genelinde 100’den fazla kentte günlerce süren protestolar ve yağma olayları yaşandı

Temsilciler Meclisi’nin ilk siyah kadın üyesi Shirley Chisholm’un 1972’deki başkan aday adaylığı bir ilk olarak kayıtlara geçti.

1980’lerde öne çıkan isim Jesse Jackson’dı.

Kurduğu organizasyonla siyah Amerikalılar’ın yaşamlarını iyileştirmeye çalıştı.

1990’lara gelindiğinde sokaklar bir kez daha karıştı.

1992’de Los Angeles’ta bir siyahı döven polislerin ceza almaması sonrası çıkan olaylar çıktı, can kayıpları, yağma olayları gerçekleşti.

1995’te başkent Washington’da, 1997’de Philadelphia kentinde milyonlarca siyah barışçı gösterilerde bir araya geldi.

Ülkenin ilk siyah Genelkurmay Başkanı 1989’da Colin Powell oldu. Powell 2001’de Amerika’nın ilk siyah dışişleri bakanıydı.

Bir siyahın Başkan olması için ise 7 yıl daha beklemek gerekecekti.

Barack Obama 2008 yılında 44. Başkan seçildi.

Beyaz Saray’da siyah bir başkanın olması siyahlara yönelik olayları durdurmaya yetmedi.

2012’de 17 yaşındaki silahsız Trayvon Martin’in öldürülmesinin ardından 2013’te Alicia Garza’nın Facebook hesabında kullandığı “Black lives matters”- siyah hayatlar önemlidir sözü harekete dönüştü.

2014’te Eric Garner’in polis gözaltına alırken nefessiz kalması sonucu hayatını kaybetmesi üzerine protesto gösterileri düzenlendi.

Garner’ın I can’t breathe- nefes alamıyorum sözleri hala hafızalardayken George Floyd’un benzer şekilde hayatını kaybetmesi sokakları bir kez daha hareketlendirdi.

Amerika’da yasalar önünde artık herkes eşit ancak uygulamada bu konuda geçmişten kaynaklanan şüpheler hala akıllarda. George Floyd’un ölüm şekli de bu kuşkulara bir yenisini ekledi.1776 yılında kurulan ülkede, üzerinden 245 yıl geçmesine rağmen hala ırkçılık tartışmaları yaşanıyor. Ve bu tartışmalar en azından yakın zamanda sona erecek gibi de görünmüyor.

XS
SM
MD
LG