İSTANBUL —
Odatv soruşturması sırasında gözaltına alınan, daha sonra serbest bırakılan gazeteci Ahmet Şık, ‘Türkiye’de baskı rejimi’nin hüküm sürdüğünü söylüyor. Son dönemde hükümetle yarışan liberal yazarları herkesten özür dilemeye çağıran Şık’a göre, gazeteciliğin kurtuluşu için bağımsız alternatif medya şart.
Hacaloğlu: Türkiye’de sansür otosansür, baskı tartışması bitmek bilmiyor. Medyanın cumhuriyet tarihi içinde en ağır baskı altında kaldığı iddiaları var. Bu iddialar, eleştiriler ne kadar doğru?
Ahmet Şık: Bu ülkede sansür ve otosansür hep bakiydi. Ama ben Türkiye basın tarihinin en ağır baskı dönemlerinden birini yaşadığını düşünüyorum. Bu kadar gazetecinin işsiz kalması, bir takım televizyon programcılarının işine son verilmesi tesadüf değil ki! Sadece son iki yılda gazetelerde köşesini kaybedenler, gerçekten gerçeğin peşinde olan muhabirlerin kapı dışarı edilmesi, Türkiye’deki rejime ‘baskı rejimi’ adını koymamızı sağlıyor.
Hacaloğlu: 90’lı yıllarda da ciddi baskı vardı.
Ahmet Şık: Ben 91’de işe başladım. Kürtlerle olan savaşın en şiddetli dönemiydi. Biz o zaman habercilik yapabiliyorduk. Savaşın şiddetli en ağır hak ihlallerinin yapıldığı, demokrasinin ayaklar altında olduğu bir dönemden bahsediyorum. O zaman bile ana akım medya içerisinde habercilik yapılabiliyordu. Şu an yapılamıyor. Bunu da şunun üzerine kuruyorum. 80 darbesi sonunda ANAP’ın tek başına iktidar olduğu dönem var. Ondan sonra AKP’nin 3 Kasım’da iktidara geldiği döneme dek yani 11 yıl hep parçalı hükümet dönemi. AKP iktidarı bize demokrasisi ‘melez’ olarak tanımlanan ülkeler için en iyi yönetim biçiminin koalisyon olduğunu kanıtladı. Neden mi? Çünkü güçlü bir iktidar siyasi ya da ekonomik baskı kurarak kurumları denetin altına aldığında, kamusal denetim yapacak güç ortadan kalkıyor. Ama parçalı hükümette böyle bir şey söz konusu değil. 10 yıldır çok güçlü bir iktidar var.
2007’de Ergenekon diye başlayan siyasi davalar zinciriyle birlikte kendisine muhalif olabilecek ya da farklı şekillerde hükümeti baskı altına alabilecek unsurları ortadan kaldırdı. Yani askeri vesayeti ortadan kaldırdı. Askerin siyasetin geri planına itilmesi bana sorarsan iyi bir şey. Şüphesiz askeri vesayetin sivil alandan çekilmesi olumlu. Ama yerine gelen de ağır bir vesayet rejimi.
Hacaloğlu: Medyanın sermaye yapısını nasıl buluyorsunuz? Son 10 yılda yepyeni oyuncular girdi hatta giriyor medya sektörüne.
Ahmet Şık: 1980 darbesine gelinceye dek küçük aile şirketlerinin elinde medya. Ve o zamanlarda medya değil basın deniyor. Teknolojinin gerisinde, holdinleşmemiş bir yapı. Ancak darbeden sonra medyada kirli bir büyüme oluyor. Çok para sektöre giriyor. Kirlilikten kastım, devlet teşviğiyle büyütülmüş bir medya. Devlete bağımlı hale getirilmiş. Kazandığı paraları başka sektörlere yatırmış. Yolsuzluklar yapmış bir medya. Batık bankalar döneminde zaten neyin ne olduğunu gördük. Yeni medya patronların devletle ve hükümetle kurduğu ilişki tamamen ekonomik çıkar ilişkisi. Sahip oldukları medya sektörünün tamamen siyasi iktidarın çıkarlarına uygun hale getirerek devletten ihale kapma yolunu seçiyorlar.
Hacaloğlu: Asli işlerine destek olmak için mi medyaya giriyorlar?
Ahmet Şık: Siyasi nüfuz aracı olarak medya güçlerini kullandılar. Enerji dağıtım ihalelerine girdiler, devlet ihalelerine girdiler, büyük inşaat projelerine giriştiler. Koskoca medya patronlarının petrol dağıtım şirketleri var. Hepsinin birer bankası vardılar. Etibank’ın nasıl soyulduğunu gördük. Dinç Bilgin içeride değil. Neden? Devlete parasını ödemiş. Bu hırsızlık yaptığı gerçeğini değiştiriyor mu? Şimdi iktidara yakın durarak, eski iktidar sahiplerini hedef alan açıklamalar yaparak dışarıda özgürlüğünü satın alıyor. Bu korkunç bir şey ama bu son otuz yılın meselesi bu.
‘İslamcı medya şimdi 28 Şubat mağduriyetinin kat be kat fazlasını yapıyor’
Ahmet Şık: 28 Şubat, Cumhuriyet tarihinin en korkunç dönemlerinden biriydi. Fiili darbe dönemiydi ve ilk kez hedefine İslamcı camiayı koymuştu. Önceki darbelerde hiçbir zaman İslamcılar hedef alınmadı. 12 Eylül zaten kızıl kuşak yerine yeşil kuşak olsun projesiydi. Zaten böyle palazlandı. İslam düşüncesi zaten otoriteyle bir sorun olarak kendini var etmez. Bütün darbeleri alkışlayan bir cenahtan bahsediyoruz. İnsanların ne denli demokrat olduğunu Gezi diye bahsedilen Haziran ayı bize kanıtladı. Demokrasiyi özümsemiş bir yerde durmuyorlar. Tamamen iktidarın kim olduğuyla ilintili bir demokrasi anlayışı var. İslamcı basına o dönemde alan açtılar ama şimdi bir sivil iktidar döneminde en az 28 Şubat dönemi kadar baskı var. Ama ne acı ki 28 Şubat medyası o zaman ne yapmışsa bugün kat be kat fazlasını yapan bir İslamcı medya var.
Hacaloğlu: Neden gazeteciler bir araya gelip gazeteciliği veya demokrasiyi tartışmıyor? Bunun zemini mi yok? Bu kutuplaşma gazetecileri de mi birbirinden uzaklaştırıyor?
Ahmet Şık: Buradaki açmaz şu: 2007’de başlayan Ergenekon, Balyoz, Devrimci Karargah, KCK davaları ve kenarda kalmış öğrencileri bunlar çok önemli kerteriz noktaları. Bu davalar üzerinden Türkiye’de çok ciddi kutuplaşma yaratıldı. Kutuplar çok keskin, ülke ortadan ikiye yarılmış duruyor. O siyasi davalar üzerinden Türkiye’yi kutuplaşma görevi bizzat basın yerine getirdi. Bu sayede basın kendi de kutuplaştı. İşte yandaş olan yandaş olmayan meselesi. Bana sorarsan irili ufaklı birkaç muhalif yayın organını saymazsak Türkiye’de yandaş olmayan medya yok. Ana akım medyanın tamamında ideolojik olarak yakın durmasa bir ekonomik ve siyasi baskı nedeniyle kendini yakın durmak zorunda hisseden bir medya oluşturuldu. Her iki cenah da -yani AKP karşıtı olarak kendini konumlandıran medya da- bu kutuplaşmayı oluşturdu. Bu da iki tarafın da temel meselesinin demokrasi olmadığını gösteriyor. Az önce söyledim bu baskı ve zulüm sisteminde rol oynadıklarını düşünüyorum. Diğerleri kadar keskin değilim ama samimi bir özeleştiri lazım. Hatayı ben de yaparım sen de yaparsın. Bu ağabeylerimiz ablalarımız da yaptı. İsim vermeyeceğim. Birisi “ 2010 referandumunda evet dedim şu gerekçelerle haklıyım şimdi de eleştiriyorum şu gerekçelerle haklıyım“ diye yazı yazdı. Peki ne zaman haksızsın? Ben şimdi herkesin eleştirdiği argümanlarla referandumda hayır denmeli dediğimde bana en hafifinden ‘Kemalist” diye eleştiri getiriyorlardı. Ve Ergenekoncu diyorlardı ki zaten dava olarak da karşıma geldi. Benim tek derdim demokrasinin kurumsallaşması, yerleşik hale gelmesi ve herkes için eşit hale gelmesi başka bir derdim yok. Tarif ettiğim demokrasiyi getirecek AKP parti değil. Ama az önce saydığım cenahtan bazıları o demokrasinin Erdoğan’la geleceği düşündüler. Hataları da buydu. Bunu düşünebilirler. AKP’nin ilk iki yılı benim açımdan da gayet iyiydi. 2005’ten itibaren işaret fişeği çakıldı ama görmediler.
Hacaloğlu: Neden göremediler?
Ahmet Şık: Hrant Dink suikasti, Hrant ağabeyin öldürülmesi büyük bir yara bu insanların önemli bir bölümü için. Benim için de öyle.
‘Dink suikasti toplumu kutuplaştırmak için kurgulandı’
Ahmet Şık: Liberaller açısından Dink suikasti kabul edilmezdi. Ben Hrant abinin suikastinin toplumu kutuplaştıran davalar zincirinin başlaması için kurgulanmış bir suikast olduğunu düşünüyorum. Dink suikasti Ergenekon diye adlandırılan 2007 sürecinin başlamasında en önemli yapı taşıdır. Hrant abi öldürülmeseydi Ergenekon bu kadar meşru zemin bulamayacaktı.
Hacaloğlu: Derin devletten başkaları da mı var bu işin içinde?
Ahmet Şık: Yeni ve eski derin devletin sahiplerinin ortak çalışması sonucu Hrant abi katledildi. Birileri planladıysa yeni sahipleri de bu planı bildikleri halde engellemediler. Zaten bakıyorsunuz ihmali olan kurumlar kim? Emniyet. Bunlardan yargı önüne çıkan ceza alan var mı? Yok. Bir tek dönemin istihbarat şube müdürü Ahmet İlhan Güler ceza aldı. Başka ceza alan yok. İkinci grup kim? MİTçiler. Hrant abiyi İstanbul Valiliğinde tehdit eden kişi terfi ettirildi. MİTçilerin soruşturulması demek AKP’nin soruşturulması demek o yüzden dokunulamıyor. Suikastin öncesinde faşizan bir iklim var. Onun en önemli aktörleri Ergenekon soruşturmalarında içeri alınıyorlar. Ben de onlar tutuklandığında “oh be” dedim. Onları Hrant abinin katili olarak görüyordum. Doğrudan tetiği çekmemiş olmasalar da o emri vermemiş olsalar da o siyasi iklimi beslediklerini düşünüyordum. Halen de öyle düşünüyorum. Ama be kardeşim koskoca Ergenekon gibi soruşturmanın içine Hrant Dink suikastini neden dahil etmezsin? Niye soruşturmazsın? Bunlar kuşku yaratıyor.
Hrant Dink suikastiyle liberal cenahı tavlamak çok kolay oldu. Hrant ağabey hepsinin arkadaşıydı. Şuna inandılar, “bu hükümet o faşistleri içeriye alarak Dink suikastini bir noktaya getirecek ve derin devletle hesaplaşacaklar.” Ama çok yanıldılar. O yanılgıyı söylemeleri gerekiyor. Ama şimdi kıymet-i harbiyesi yok. Çünkü bu faşizan sistem hepimizi hedef haline getirdi. Daha önce bu duruma işaret eden insanları ‘Ergenekoncu’ ilan ettikleri için suç ortaklıkları var. Ve hala özeleştiri vermedikleri suç ortaklıkları var. Ha bu arada muhalefette olan CHP, AKP’den daha gerici bir parti. Böyle bir şey de var. CHP içerisinde iki kanat var. Biri ulusalcı biri demokrat. Parti yönetimi karar vermiyor.
Hacaloğlu: Seçim barajı düşse ne olur? Bu cepheleşme azalır mı?
Ahmet Şık: Belki ama Türkiye’de seçmen profilini karşılayan tek parti AKP. Sağcılık, muhafazakarlık, milliyetçilik, hepsi var.
Hacaloğlu: Ama bir taraftan da Kürt meselesinde çözüm süreci yürüyor.
Ahmet Şık: Doğru ama ne kadar samimiler benim şüphelerim var. Hala ayrıntısını bilmiyorum ama Kürt hareketine güveniyorum. Devletin ne olduğunu en iyi bilen grup Kürtler. Ben bu gezi sürecini şöyle tanımlıyorum. Türkler, Kürt olmayı öğreniyor. Bir ayda Türkiye’nin batısında yaşanan şiddeti 90 yılla çarptığınızda karşısına Kürt sorunu yazmak çok mümkün. Bu süreçten er şey bir şey öğrendi ama ben en çok AKP’ye karşı Birleşik Cephe’ye karşı çıkıyorum. Benim meselem AKP’yle değil. Tayyip Erdoğan’la da değil. Çünkü onlar bir enstrüman, sistemin şu anki aracı. Meseleyi burada sistemin kendisiyle mücadele olarak koymak gerek. Bununla mücadele ederken Birleşik Cephe’yi kim kurar ona bakmak lazım. Kürt meselesinde savaşın dilini mi kullanıyor yoksa barışın dilini mi? Irkçılar mı değiller mi? Ermeni meselesinde nerede duruyorlar? Dini azınlıklar meselesinde nerede duruyorlar? Başörtüyü inancın gereği bir hak olduğunu kabul ediyorlar mı etmiyorlar mı? Bu beş meselede demokrasinin yanında mı karşısında mı duruyorlar? Benim için mesele bu kadar net. Gezi’de Pamukoğlu’nun taraftarları vardı, TGB’liler, İşçi Partililer vardı, CHP’nin ulusalcı kanadı vardı. Ben onlarla yan yana duramam.
Hacaloğlu: Bu isimlerle gazetecilik ya da demokrasi tartışmak, birbirini anlamak neden mümkün olmuyor?
Ahmet Şık: İmkansız. Şu süreçte ana akım medyanın içinde en sağdan en sola gazeteciler barındırılıyor ya. Hani şöyle de savunuluyor. Biz her fikre saygılıyız. Kimse her fikre saygılı değil, keşke olunsa. Herkesin safı çok net ortaya çıkmışken ben fikrine saygı duyuyorum diye herkesle aynı ortamda çalışmam. Gezi benim için turnusol.
Hacaloğlu: Gazetecilik bu süreçte büyük yara aldı. Bu nasıl tamir edilir?
Ahmet Şık: Bu süreç iki şeyi faş etti. Bir, iktidar baskısı ve zulmünün ne olduğunu ortaya koydu. Bunu da arkasında duracağımız, sivilleşme, demokratikleşme, darbelerle ve derin devletle mücadele gibi kavramların ardına gizlenerek yapıyor. Bu iktidar toplumsal muhalefeti bölerek yönetmeyi çok iyi biliyor. Ama ilk kez o böldükleri toplumsal muhalefet ilk kez bir araya geldi. Ve AKP 11 yıl boyunca ilk kez yenildi. Bana sorarsan Başbakan artık korkuyor. Zaten Yiğit Bulut gibi birini kendine başdanışman seçmesi bunu kanıtlıyor. Sırtında Apo posteri olanla, Türk bayrağı taşıyan iki kişi omuz omuza halay çekiyordu. Bunu gördüm ben. Gezi’de Kürtlerle siyaseti normalleştiren bir şey yandı. Bu çok iyi. Kadıköy’de 8-10 bin kişi Lice olaylarıyla ilgili sokağa döküldü. İşte barış öyle gelecek bu ülkeye. İki, gazeteciliğin güven kaybı. Ben Türkiye’de gazetecilere güvenmiyorum. Türkiye’de gazeteciler kriz dönemlerinde örgütlenmeye çalışıyor. Bu kriz de hep ekonomik kriz ve işten atılma dönemleri oluyor. Bu bir kere çok büyük defo. Türkiye’de işçi işveren arasında çok dengesiz çok ağır bir medya düzeni var. 90’lardan beri sendika kazınmış. O zaman çok cılız itiraz etmişsin. Kriz döneminde örgütlenelim vesaire. Bu kalıcı bir talep gibi gelmiyor. Park forumlarında özeleştiri yapılıyor ama bir şey değişmeyecek. Değişmenin tek yolu, kendi medyamıza sahip olmak.
Kendi medyamız’dan neyi kast ediyorsunuz?
Benim önerim taban sermayesi. Okurunun aynı zamanda sahibi olduğu bir gazeteden söz ediyorum. 100 lira verecek 50 bin kişi çıkar bu ülkede ya da 10 lira verecek 500 bin kişi. 5 milyon lira altı ay hiç reklam almadan bir yayını yaşatır. O elli bin kişi abone de olursa o gazete varlığı sürdürür. Şöyle bak, iktidar isterse Kürtler var istemezse yok, Ermeniler ya da diğer gayrımüslim azınlık da öyle. Cinsel kimliği nedeniyle farklı olanlar ya da emek sınıfı hiçbir zaman yok. Geçen gün biri twitter’da hesaplamış, “AKP’nin benzine yaptığı zam asgari ücrete yapılsaydı asgari ücret 3 bin 200 lira olurdu” diyor. Böyle bir haberi mevcut gazetede okuyamam. Alternatif medya şart!
‘Türk medyasında en büyük baskı dönemi yaşanıyor ama AKP’ye karşı Birleşik Cephe’ye karşıyım’
Hacaloğlu: Türkiye’de sansür otosansür, baskı tartışması bitmek bilmiyor. Medyanın cumhuriyet tarihi içinde en ağır baskı altında kaldığı iddiaları var. Bu iddialar, eleştiriler ne kadar doğru?
Ahmet Şık: Bu ülkede sansür ve otosansür hep bakiydi. Ama ben Türkiye basın tarihinin en ağır baskı dönemlerinden birini yaşadığını düşünüyorum. Bu kadar gazetecinin işsiz kalması, bir takım televizyon programcılarının işine son verilmesi tesadüf değil ki! Sadece son iki yılda gazetelerde köşesini kaybedenler, gerçekten gerçeğin peşinde olan muhabirlerin kapı dışarı edilmesi, Türkiye’deki rejime ‘baskı rejimi’ adını koymamızı sağlıyor.
‘Kürtlerle savaşın en ağır olduğu 90’larda bile gazetecilik yapıyorduk’
Ahmet Şık: Ben 91’de işe başladım. Kürtlerle olan savaşın en şiddetli dönemiydi. Biz o zaman habercilik yapabiliyorduk. Savaşın şiddetli en ağır hak ihlallerinin yapıldığı, demokrasinin ayaklar altında olduğu bir dönemden bahsediyorum. O zaman bile ana akım medya içerisinde habercilik yapılabiliyordu. Şu an yapılamıyor. Bunu da şunun üzerine kuruyorum. 80 darbesi sonunda ANAP’ın tek başına iktidar olduğu dönem var. Ondan sonra AKP’nin 3 Kasım’da iktidara geldiği döneme dek yani 11 yıl hep parçalı hükümet dönemi. AKP iktidarı bize demokrasisi ‘melez’ olarak tanımlanan ülkeler için en iyi yönetim biçiminin koalisyon olduğunu kanıtladı. Neden mi? Çünkü güçlü bir iktidar siyasi ya da ekonomik baskı kurarak kurumları denetin altına aldığında, kamusal denetim yapacak güç ortadan kalkıyor. Ama parçalı hükümette böyle bir şey söz konusu değil. 10 yıldır çok güçlü bir iktidar var.
2007’de Ergenekon diye başlayan siyasi davalar zinciriyle birlikte kendisine muhalif olabilecek ya da farklı şekillerde hükümeti baskı altına alabilecek unsurları ortadan kaldırdı. Yani askeri vesayeti ortadan kaldırdı. Askerin siyasetin geri planına itilmesi bana sorarsan iyi bir şey. Şüphesiz askeri vesayetin sivil alandan çekilmesi olumlu. Ama yerine gelen de ağır bir vesayet rejimi.
‘Medyada 80’li yıllarda kirli bir büyüme başladı’
Ahmet Şık: 1980 darbesine gelinceye dek küçük aile şirketlerinin elinde medya. Ve o zamanlarda medya değil basın deniyor. Teknolojinin gerisinde, holdinleşmemiş bir yapı. Ancak darbeden sonra medyada kirli bir büyüme oluyor. Çok para sektöre giriyor. Kirlilikten kastım, devlet teşviğiyle büyütülmüş bir medya. Devlete bağımlı hale getirilmiş. Kazandığı paraları başka sektörlere yatırmış. Yolsuzluklar yapmış bir medya. Batık bankalar döneminde zaten neyin ne olduğunu gördük. Yeni medya patronların devletle ve hükümetle kurduğu ilişki tamamen ekonomik çıkar ilişkisi. Sahip oldukları medya sektörünün tamamen siyasi iktidarın çıkarlarına uygun hale getirerek devletten ihale kapma yolunu seçiyorlar.
Hacaloğlu: Asli işlerine destek olmak için mi medyaya giriyorlar?
Ahmet Şık: Siyasi nüfuz aracı olarak medya güçlerini kullandılar. Enerji dağıtım ihalelerine girdiler, devlet ihalelerine girdiler, büyük inşaat projelerine giriştiler. Koskoca medya patronlarının petrol dağıtım şirketleri var. Hepsinin birer bankası vardılar. Etibank’ın nasıl soyulduğunu gördük. Dinç Bilgin içeride değil. Neden? Devlete parasını ödemiş. Bu hırsızlık yaptığı gerçeğini değiştiriyor mu? Şimdi iktidara yakın durarak, eski iktidar sahiplerini hedef alan açıklamalar yaparak dışarıda özgürlüğünü satın alıyor. Bu korkunç bir şey ama bu son otuz yılın meselesi bu.
‘İslamcı medya şimdi 28 Şubat mağduriyetinin kat be kat fazlasını yapıyor’
Ahmet Şık: 28 Şubat, Cumhuriyet tarihinin en korkunç dönemlerinden biriydi. Fiili darbe dönemiydi ve ilk kez hedefine İslamcı camiayı koymuştu. Önceki darbelerde hiçbir zaman İslamcılar hedef alınmadı. 12 Eylül zaten kızıl kuşak yerine yeşil kuşak olsun projesiydi. Zaten böyle palazlandı. İslam düşüncesi zaten otoriteyle bir sorun olarak kendini var etmez. Bütün darbeleri alkışlayan bir cenahtan bahsediyoruz. İnsanların ne denli demokrat olduğunu Gezi diye bahsedilen Haziran ayı bize kanıtladı. Demokrasiyi özümsemiş bir yerde durmuyorlar. Tamamen iktidarın kim olduğuyla ilintili bir demokrasi anlayışı var. İslamcı basına o dönemde alan açtılar ama şimdi bir sivil iktidar döneminde en az 28 Şubat dönemi kadar baskı var. Ama ne acı ki 28 Şubat medyası o zaman ne yapmışsa bugün kat be kat fazlasını yapan bir İslamcı medya var.
Hacaloğlu: Neden gazeteciler bir araya gelip gazeteciliği veya demokrasiyi tartışmıyor? Bunun zemini mi yok? Bu kutuplaşma gazetecileri de mi birbirinden uzaklaştırıyor?
Ahmet Şık: Buradaki açmaz şu: 2007’de başlayan Ergenekon, Balyoz, Devrimci Karargah, KCK davaları ve kenarda kalmış öğrencileri bunlar çok önemli kerteriz noktaları. Bu davalar üzerinden Türkiye’de çok ciddi kutuplaşma yaratıldı. Kutuplar çok keskin, ülke ortadan ikiye yarılmış duruyor. O siyasi davalar üzerinden Türkiye’yi kutuplaşma görevi bizzat basın yerine getirdi. Bu sayede basın kendi de kutuplaştı. İşte yandaş olan yandaş olmayan meselesi. Bana sorarsan irili ufaklı birkaç muhalif yayın organını saymazsak Türkiye’de yandaş olmayan medya yok. Ana akım medyanın tamamında ideolojik olarak yakın durmasa bir ekonomik ve siyasi baskı nedeniyle kendini yakın durmak zorunda hisseden bir medya oluşturuldu. Her iki cenah da -yani AKP karşıtı olarak kendini konumlandıran medya da- bu kutuplaşmayı oluşturdu. Bu da iki tarafın da temel meselesinin demokrasi olmadığını gösteriyor. Az önce söyledim bu baskı ve zulüm sisteminde rol oynadıklarını düşünüyorum. Diğerleri kadar keskin değilim ama samimi bir özeleştiri lazım. Hatayı ben de yaparım sen de yaparsın. Bu ağabeylerimiz ablalarımız da yaptı. İsim vermeyeceğim. Birisi “ 2010 referandumunda evet dedim şu gerekçelerle haklıyım şimdi de eleştiriyorum şu gerekçelerle haklıyım“ diye yazı yazdı. Peki ne zaman haksızsın? Ben şimdi herkesin eleştirdiği argümanlarla referandumda hayır denmeli dediğimde bana en hafifinden ‘Kemalist” diye eleştiri getiriyorlardı. Ve Ergenekoncu diyorlardı ki zaten dava olarak da karşıma geldi. Benim tek derdim demokrasinin kurumsallaşması, yerleşik hale gelmesi ve herkes için eşit hale gelmesi başka bir derdim yok. Tarif ettiğim demokrasiyi getirecek AKP parti değil. Ama az önce saydığım cenahtan bazıları o demokrasinin Erdoğan’la geleceği düşündüler. Hataları da buydu. Bunu düşünebilirler. AKP’nin ilk iki yılı benim açımdan da gayet iyiydi. 2005’ten itibaren işaret fişeği çakıldı ama görmediler.
Hacaloğlu: Neden göremediler?
Ahmet Şık: Hrant Dink suikasti, Hrant ağabeyin öldürülmesi büyük bir yara bu insanların önemli bir bölümü için. Benim için de öyle.
‘Dink suikasti toplumu kutuplaştırmak için kurgulandı’
Ahmet Şık: Liberaller açısından Dink suikasti kabul edilmezdi. Ben Hrant abinin suikastinin toplumu kutuplaştıran davalar zincirinin başlaması için kurgulanmış bir suikast olduğunu düşünüyorum. Dink suikasti Ergenekon diye adlandırılan 2007 sürecinin başlamasında en önemli yapı taşıdır. Hrant abi öldürülmeseydi Ergenekon bu kadar meşru zemin bulamayacaktı.
Hacaloğlu: Derin devletten başkaları da mı var bu işin içinde?
Ahmet Şık: Yeni ve eski derin devletin sahiplerinin ortak çalışması sonucu Hrant abi katledildi. Birileri planladıysa yeni sahipleri de bu planı bildikleri halde engellemediler. Zaten bakıyorsunuz ihmali olan kurumlar kim? Emniyet. Bunlardan yargı önüne çıkan ceza alan var mı? Yok. Bir tek dönemin istihbarat şube müdürü Ahmet İlhan Güler ceza aldı. Başka ceza alan yok. İkinci grup kim? MİTçiler. Hrant abiyi İstanbul Valiliğinde tehdit eden kişi terfi ettirildi. MİTçilerin soruşturulması demek AKP’nin soruşturulması demek o yüzden dokunulamıyor. Suikastin öncesinde faşizan bir iklim var. Onun en önemli aktörleri Ergenekon soruşturmalarında içeri alınıyorlar. Ben de onlar tutuklandığında “oh be” dedim. Onları Hrant abinin katili olarak görüyordum. Doğrudan tetiği çekmemiş olmasalar da o emri vermemiş olsalar da o siyasi iklimi beslediklerini düşünüyordum. Halen de öyle düşünüyorum. Ama be kardeşim koskoca Ergenekon gibi soruşturmanın içine Hrant Dink suikastini neden dahil etmezsin? Niye soruşturmazsın? Bunlar kuşku yaratıyor.
Hrant Dink suikastiyle liberal cenahı tavlamak çok kolay oldu. Hrant ağabey hepsinin arkadaşıydı. Şuna inandılar, “bu hükümet o faşistleri içeriye alarak Dink suikastini bir noktaya getirecek ve derin devletle hesaplaşacaklar.” Ama çok yanıldılar. O yanılgıyı söylemeleri gerekiyor. Ama şimdi kıymet-i harbiyesi yok. Çünkü bu faşizan sistem hepimizi hedef haline getirdi. Daha önce bu duruma işaret eden insanları ‘Ergenekoncu’ ilan ettikleri için suç ortaklıkları var. Ve hala özeleştiri vermedikleri suç ortaklıkları var. Ha bu arada muhalefette olan CHP, AKP’den daha gerici bir parti. Böyle bir şey de var. CHP içerisinde iki kanat var. Biri ulusalcı biri demokrat. Parti yönetimi karar vermiyor.
Hacaloğlu: Seçim barajı düşse ne olur? Bu cepheleşme azalır mı?
Ahmet Şık: Belki ama Türkiye’de seçmen profilini karşılayan tek parti AKP. Sağcılık, muhafazakarlık, milliyetçilik, hepsi var.
‘AKP’ye karşı Birleşik Cephe’ye karşıyım’
Ahmet Şık: Doğru ama ne kadar samimiler benim şüphelerim var. Hala ayrıntısını bilmiyorum ama Kürt hareketine güveniyorum. Devletin ne olduğunu en iyi bilen grup Kürtler. Ben bu gezi sürecini şöyle tanımlıyorum. Türkler, Kürt olmayı öğreniyor. Bir ayda Türkiye’nin batısında yaşanan şiddeti 90 yılla çarptığınızda karşısına Kürt sorunu yazmak çok mümkün. Bu süreçten er şey bir şey öğrendi ama ben en çok AKP’ye karşı Birleşik Cephe’ye karşı çıkıyorum. Benim meselem AKP’yle değil. Tayyip Erdoğan’la da değil. Çünkü onlar bir enstrüman, sistemin şu anki aracı. Meseleyi burada sistemin kendisiyle mücadele olarak koymak gerek. Bununla mücadele ederken Birleşik Cephe’yi kim kurar ona bakmak lazım. Kürt meselesinde savaşın dilini mi kullanıyor yoksa barışın dilini mi? Irkçılar mı değiller mi? Ermeni meselesinde nerede duruyorlar? Dini azınlıklar meselesinde nerede duruyorlar? Başörtüyü inancın gereği bir hak olduğunu kabul ediyorlar mı etmiyorlar mı? Bu beş meselede demokrasinin yanında mı karşısında mı duruyorlar? Benim için mesele bu kadar net. Gezi’de Pamukoğlu’nun taraftarları vardı, TGB’liler, İşçi Partililer vardı, CHP’nin ulusalcı kanadı vardı. Ben onlarla yan yana duramam.
‘Benim için Gezi’de yapılan gazetecilik turnusol kağıdı’
Ahmet Şık: İmkansız. Şu süreçte ana akım medyanın içinde en sağdan en sola gazeteciler barındırılıyor ya. Hani şöyle de savunuluyor. Biz her fikre saygılıyız. Kimse her fikre saygılı değil, keşke olunsa. Herkesin safı çok net ortaya çıkmışken ben fikrine saygı duyuyorum diye herkesle aynı ortamda çalışmam. Gezi benim için turnusol.
‘Başbakan ilk kez Gezi’de yenildi ve artık korkuyor’
Ahmet Şık: Bu süreç iki şeyi faş etti. Bir, iktidar baskısı ve zulmünün ne olduğunu ortaya koydu. Bunu da arkasında duracağımız, sivilleşme, demokratikleşme, darbelerle ve derin devletle mücadele gibi kavramların ardına gizlenerek yapıyor. Bu iktidar toplumsal muhalefeti bölerek yönetmeyi çok iyi biliyor. Ama ilk kez o böldükleri toplumsal muhalefet ilk kez bir araya geldi. Ve AKP 11 yıl boyunca ilk kez yenildi. Bana sorarsan Başbakan artık korkuyor. Zaten Yiğit Bulut gibi birini kendine başdanışman seçmesi bunu kanıtlıyor. Sırtında Apo posteri olanla, Türk bayrağı taşıyan iki kişi omuz omuza halay çekiyordu. Bunu gördüm ben. Gezi’de Kürtlerle siyaseti normalleştiren bir şey yandı. Bu çok iyi. Kadıköy’de 8-10 bin kişi Lice olaylarıyla ilgili sokağa döküldü. İşte barış öyle gelecek bu ülkeye. İki, gazeteciliğin güven kaybı. Ben Türkiye’de gazetecilere güvenmiyorum. Türkiye’de gazeteciler kriz dönemlerinde örgütlenmeye çalışıyor. Bu kriz de hep ekonomik kriz ve işten atılma dönemleri oluyor. Bu bir kere çok büyük defo. Türkiye’de işçi işveren arasında çok dengesiz çok ağır bir medya düzeni var. 90’lardan beri sendika kazınmış. O zaman çok cılız itiraz etmişsin. Kriz döneminde örgütlenelim vesaire. Bu kalıcı bir talep gibi gelmiyor. Park forumlarında özeleştiri yapılıyor ama bir şey değişmeyecek. Değişmenin tek yolu, kendi medyamıza sahip olmak.
“Özgür gazetecilik için bağımsız alternatif medya şart”
Benim önerim taban sermayesi. Okurunun aynı zamanda sahibi olduğu bir gazeteden söz ediyorum. 100 lira verecek 50 bin kişi çıkar bu ülkede ya da 10 lira verecek 500 bin kişi. 5 milyon lira altı ay hiç reklam almadan bir yayını yaşatır. O elli bin kişi abone de olursa o gazete varlığı sürdürür. Şöyle bak, iktidar isterse Kürtler var istemezse yok, Ermeniler ya da diğer gayrımüslim azınlık da öyle. Cinsel kimliği nedeniyle farklı olanlar ya da emek sınıfı hiçbir zaman yok. Geçen gün biri twitter’da hesaplamış, “AKP’nin benzine yaptığı zam asgari ücrete yapılsaydı asgari ücret 3 bin 200 lira olurdu” diyor. Böyle bir haberi mevcut gazetede okuyamam. Alternatif medya şart!