Öğretmen Ağı ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (SEÇBİR) çatısı altındaki öğretmenler ve uzmanlar, Türkiye’de ders kitaplarında mültecilerin nasıl temsil edildiğini inceledi. “Ders Kitaplarında Mülteciler: ‘Mazlum, Muhtaç, Misafirlerimiz’” başlığıyla yayınlanan rapora göre, mülteciler için “misafir” nitelemesi kullanılarak geçici oldukları vurgulanıyor. Mülteciler yardım alan mazlum ve muhtaç kişiler olarak temsil ediliyor. Raporu hazırlayan uzmanlar ders kitaplarının içeriğinin, Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) mültecilerin entegrasyonuna yönelik kendi ilke ve hedeflerinin gerisinde kaldığı görüşünde.
Your browser doesn’t support HTML5
Raporda 2021-2022 eğitim-öğretim yılında kullanılan Hayat Bilgisi, Sosyal Bilgiler ve İnsan Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi ders ve çalışma kitapları incelendi. Raporu hazırlayan uzmanlardan İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve SEÇBİR Müdürü Prof. Dr. Kenan Çayır, VOA Türkçe’ye çalışmanın amacını şöyle açıkladı: “Türkiye, 2012'den bu yana özellikle Suriye'den ve farklı ülkelerden de çok yoğun göç alıyor. Çok ciddi şekilde birlikte yaşama meselesi ortaya çıktı ve bu durum geçici de değil. MEB, çeşitli önlemler alıyor, projeler yürütüyor. Bu önlemlerden biri de ders kitaplarına mültecileri dahil etmekti. Biz de ders kitaplarına mülteciler nasıl dahil edildi, nasıl adlandırılıyorlar ve ders kitabı yazarları birlikte yaşama konusunda ne tür stratejiler öneriyor? Bunu araştırdık.”
“Misafir kavramı geçicilik algısı yaratıyor, aidiyet duygusunu zedeliyor”
Raporu hazırlayanlardan Columbia Üniversitesi Karşılaştırmalı Eğitim ve Sosyoloji Bölümü doktora öğrencisi Yeşim Hancı Kaya, ders kitaplarında mültecilerin nasıl adlandırıldığını anlattı: “Biz günlük dilde aslında mülteci ifadesini çok kullansak da Türkiye'deki Suriyeli, Afgan, Iraklılar’ın mülteci statüleri yok. Çünkü hukuksal boyutta Türkiye’nin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu çekince gereği Türkiye sadece zorunlu göçle Avrupa'dan gelenleri mülteci olarak kabul ediyor. Farklı statüler var. Mesela Suriyeliler’in geçici koruma statüsü gibi. Biz de buna paralel olarak kitaplarda mülteci ifadesinin kullanılmadığını gördük. Türkiye'ye gelen, zorunlu göçle gelen kişilerin mülteci olarak adlandırıldığı hiçbir örneğe rastlayamadık. Bunun dışında neler deniyordu? Bazen direkt 'Irak'tan, Suriye'den, Afganistan'dan geldi' şeklinde ülkeleri belirtiliyordu. Bazen ‘zorunlu göçle gelen’, ‘yurdunu terk etmek zorunda kalan’, ‘savaş nedeniyle gelen’ gibi ifadeler kullanılıyordu. Ama bizim rastladığımız en yaygın kullanım şekli ‘misafirdi.”
Kaya ders kitaplarında mültecilere misafir denilmesinin sorunlar içerdiğini belirtti: “Bir kere bir geçicilik algısı yaratıyor misafir kavramını kullanmak. Biz mevcut duruma baktığımızda aslında hem söylemlerin hem de politikaların geçicilik üzerinden değil kalıcılık üzerinden belirlenmesi gerektiğini görüyoruz. Bunun dışında misafir demek hukuksal statüleriyle de çelişiyor. Çünkü Suriyeliler’in geçici koruma statüsü var. Başka milletlerden olanların uluslararası koruma gibi statüleri var. Misafir demek, bu statüleri ve onların sahip olduğu hakları geri plana atıp önemsizleştirme riski taşıyor. Bu nedenle biz raporda misafir kavramının kullanılmamasını önerdik. Milli Eğitim Bakanlığı'nın belirlediği kapsayıcılık bakış açısının ders kitaplarında biraz daha geliştirilmesi gerekiyor. Çünkü bu ders kitaplarını okuyan çocukların ne düşüneceklerini de düşünmek gerekiyor. Bir mülteci çocuğun kendine misafir dendiğini okuması, onun topluma karşı ve o an bulunduğu ortama, okula karşı aidiyet duygusunu zedeleyebilir. Karşılıklı uyumu zorlaştırabilir ve bir eşitsizlik algısı yaratabilir.”
“Sürekli ‘Türkiye yardım ediyor, Suriyeliler yardım alıyor' algısı besleniyor”
Ders kitaplarında mültecilerin tek tipleştirildiğine değinen Çayır ise bunun mültecilere yönelik toplumdaki olumsuz algıları pekiştirdiği düşüncesinde: “Farklı grupları çok farklı şekillerde temsil etmek gerekir. Çünkü aksi takdirde biz o grubu homojen olarak algılayabiliriz. Genelde hakim gruplar daha mağdur grupları homojen gibi görürler. Ama bu kalıp-yargılara yol açar. Yani ‘şu grup böyledir, öbür grup böyledir’ gibi homojen algılara yol açar. Ders kitaplarına baktığımız zaman maalesef Suriyeli sığınmacıların, geçici koruma altındaki insanların neredeyse tek tip şekilde temsil edildiğini görüyoruz. Yani genelde yoksul, zorluklar yaşayan, bu ortamda hayalleri olamayan insanlar olarak resmedildiğini görüyoruz. Bu tam da aslında ‘sürekli Türkiye yardım ediyor, Suriyeliler yardım alıyor' algısını besleyen bir şey. Halbuki bu doğru değil. Çünkü pratiğe baktığınızda Türkiye ekonomisine katkıda bulunan iş insanları var, çalışan insanlar var, Suriyeli akademisyenler var, mühendisler var, sanatçılar var. Bu gerçekliği ders kitapları yansıtamıyor. Homojen gibi algılıyor, kalıp-yargıları besliyor. Aslında en temel sorun bu.”
“Ders kitapları ülkenin resmi söylemini belirler”
Çayır mültecilerle toplumsal uyumun sağlanmasında eğitimin önemine dikkat çekerek, “Toplumsal uyum yani insanların, farklı grupların birbirini tanıması, mültecilerin ve yerel halkın birbirine güven duyması, ortaklıklarını fark etmesi, birlikte yaşayabileceğini hayal edebilmesi dediğimiz şey. Bu tabii sadece eğitimle olmaz. Çok farklı alanlarda politikalar geliştirmek gerekiyor. Ama eğitim bunun en önemli ayaklarından birisi. Ders kitapları önemli materyallerden birisi. Çünkü ders kitapları aslında bir ülkede resmi söylemi belirler, resmi söylemin sınırlarını koyar” şeklinde konuştu.
Bakanlığın mültecilerin entegrasyonuna yönelik ilke ve hedefler belirlediğine dikkat çeken Çayır ders kitaplarınınsa bunun gerisinde kaldığını söyledi: “Milli Eğitim Bakanlığı 2016-2017 yılından itibaren kapsayıcı eğitim ilkelerinin benimsenmesi gerektiğini söylüyor. Özellikle Suriye'den gelen mültecileri kapsamak için. Kapsayıcı eğitim UNESCO'nun, UNICEF'in de metinlerine girmiş bir kavramdır. Yani okulları tüm çeşitliliği görecek şekilde kapsamak anlamına gelir. Kapsayıcılık, tek boyutlu olarak düşünülmez. Yani göçmenler sizin kültürünüze uyacak değil. Sizin kültürünüz de okullar da materyaller de göçmenlere uygun olmalı. Bunlar, Milli Eğitim Bakanlığı'nın yayınladığı kılavuzlarda var. Bir yandan da Göç İdaresi Başkanlığı altında Uyum ve İletişim Daire Başkanlığı’nın 2018-2023 yılları arasında geliştirdiği Toplumsal Uyum Eylem Planı’nda da ortak aidiyet kelimeleri geçiyor. Dolayısıyla sorunlar var ama bu ilke ve hedefleri düşündüğümüz zaman aslında çeşitli zeminler de var. Artık bu durumun geçici olduğunu sorgulayıp biraz daha kalıcılığa yönelik, birlikte yaşamaya yönelik politikaların geliştirilmesi gerekiyor. Farklı alanlarda birbiriyle eşgüdümlü, koordinasyonlu politikalar geliştirilmesi gerekiyor. Zemin hazır.”
Türkiye’de MEB, “Suriyeli Çocukların Türk Eğitim Sistemine Entegrasyonunun Desteklenmesi Projesi (PIKTES)” yürütüyor. Mülteci çocukların, Türkiye’deki eğitime erişimlerine katkıda bulunmak amacıyla yürütülen PIKTES bütçesinin tamamı, Avrupa Birliği’nin “Türkiye’deki Mülteciler için Mali Yardım Programı (FRIT)” anlaşması çerçevesinde doğrudan hibe yöntemiyle karşılanıyor. 2016’da başlatılan ve 26 ilde yürütülen proje, 2022 yılı Ekim ayına kadar devam edecek.
“Hak temelli yaklaşımın benimsendiği örneklerin çoğaltılmasını öneriyoruz”
Raporda Türkiye’deki mülteci ve sığınmacıların en az 1 milyon 800 bininin çocuk, çocukların bir milyondan fazlasınınsa okul çağında olduğu bilgisine de yer verildi. 2016 yılında Türkiye’de bulunan Geçici Eğitim Merkezleri’nin kademeli olarak kapatılma kararı alındığı ve Suriyeli öğrencilerin de devlet okullarına yönlendirildiği kaydedildi. MEB’in Haziran 2021 verilerine göre, geçici koruma altındaki öğrencilerin yüzde 64’ünün (771,458) eğitime erişiminin sağlandığını da aktarıldı.
Ancak Çayır ders kitaplarının mülteci öğrencilere de sunulmasına rağmen yalnızca Türk öğrencilere hitap ettiğini belirtti: “Toplumsal uyum için ders kitaplarında en yaygın kullanılan strateji, empati. Yani ‘siz onların yerinde olsaydınız?’ Suriyeli mülteci çocuklar başta olmak üzere diğer öğrenciler resmediliyor kitaplarda ve deniyor ki ‘Siz onların yerinde olsaydınız?’ Bu kitapları hem sığınmacı öğrenciler okuyor hem de Türkiyeli öğrenciler okuyor. Dolayısıyla bu hitap, yani ‘Siz onların yerinde olsaydınız’ hitabı sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı öğrencileri kapsıyor. Herkese hitap etmesi lazım.”
Kaya ise bu ifadenin yerine mültecilerin haklarının anlatılması ve eşitliğin vurgulanması gerektiğini kaydetti: “Genelde biz empati temelli yaklaşıldığını gördük meselelere. Yani biraz acındırma üzerinden. ‘Siz onların yerinde olsaydınız nasıl hissederdiniz’ gibi, acımaya yönelten söylemler gördük. Bunlar tabii ki iyi niyetli yapılmış şeyler ama bunlar yerine biz hak temelli bir yaklaşımın benimsendiği örneklerin çoğaltılmasını öneriyoruz. Yani bize göre her fırsatta kendi ülkesinde güvende hissetmeyen bir kişinin başka ülkelere göç etme hakkının olduğuna dair bilgiler eklenebilir.”
“Kalıcılık üzerinden politikalar geliştirilmeli”
Eğitimde ne kadar kapsayıcı bir dil elde edilebilirse toplumdaki mültecilere yönelik nefret söylemiyle de o kadar mücadele edilebileceğini söyleyen Kaya, “Genel tavsiyemiz, geçicilik politikası çok sürdürülebilir değil ve çok gerçekçi değil. Göç alanında çalışan uzmanlar bunu söylüyor. Dolayısıyla daha çok kalıcılık üzerinden politikalar geliştirilmesi önemli” dedi.
Mülteci olmanın zorluklarına değinen Çayır ise bu zorlukların göç edilen yerdeki koşullara bağlı olduğuna da dikkat çekti. Çayır, “Göçmen olmak her zaman zordur. Travmatik bir durum olabilir ama o travmayı doğuran göçün kendisi değil, göç edilen yerdeki insanların, koşulların nasıl olduğudur. Göç edilen yerde ayrımcılık yoksa, kabul varsa, illa travma olacağı anlamına gelmiyor. Dolayısıyla bizim hedefimiz Bakanlıkla, Öğretmen Ağı’ndaki öğretmenlerle ve SEÇBİR’deki araştırmacılarla beraber aslında bu ayrımcılığın nasıl azaltılabileceğini, toplumsal kabulün ve uyumun nasıl artırılabileceğini araştırmaktı. Umarım araştırmamız buna hizmet eder” dedi.