Erişilebilirlik

Yüz Yüze Eğitimde Kayıplar Telafi Edildi mi?


Türkiye genelinde okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretim kademesindeki yaklaşık 18 milyon öğrenci birinci dönem karnelerini alarak yarıyıl tatiline girdi. Tatilin ardından 2021-2022 eğitim ve öğretim yılının ikinci dönemi 7 Şubat’ta başlayacak.

Corona virüsü salgını nedeniyle uzaktan eğitim süreciyle geçen yaklaşık 1,5 yıllık aranın ardından okul zili 6 Eylül 2021'de yüz yüze ve tam zamanlı olarak ilk kez çalmıştı. Karne dağıtım töreni için öğrencilerle buluşan Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, 7 Şubat’ta yüz yüze eğitim için aynı kararlılıkla tekrar buluşacaklarını söyledi. Bakan Özer, salgında vaka sayılarında yaşanan artışa ilişkin “Verilere baktığımızda şu an için yarıyıl tatilini uzatmamızı gerektirecek herhangi bir durum söz konusu değil” açıklamasında bulundu.

Bakanlık telafi sürecinden bilgi paylaşmıyor

Bakanlık bundan sonrasında yüz yüze eğitimi sürdürmekte kararlı olsa da Türkiye salgında okulların en uzun süre kapalı olduğu ülkeler arasına yerleşti. Uzmanlara göre yüz yüze eğitime yeniden dönülse bile öğrencilerin okuldan uzak kaldığı süreçte yaşadığı öğrenme kayıplarının tespitinin ve telafisinin ne ölçüde gerçekleştiği bilinmiyor.

Türk Eğitim Derneği’nin düşünce kuruluşu olan Tedmem Eğitim Araştırmaları Koordinatörü Sabiha Sunar, Bakanlığın telafi çalışmalarına ilişkin bilgileri kamuoyuyla paylaşmadığını söyledi. VOA Türkçe’ye değerlendirmede bulunan Sunar, “Aslında Türkiye'de telafiye ilişkin süreçler Mayıs 2021'de başladı. Ulusal Destekleme Programı (UDEP) diye bir programın başlatılacağı ifade edilmişti. UDEP’in ilk ayağı ise 'Telafide ben de varım' programı oldu. Bu program, öğrencilerin 1,5 yıllık aradan sonra okullarına dönüşleriyle ilgili kısa bir hazırlık olması için daha çok fiziksel ve psikososyal boyutlarına odaklanan etkinliklerden oluştu. Yaklaşık 8 milyon öğrencinin başvurduğunu biliyoruz ama bu öğrencilerin etkinliklere ne kadar katıldıklarını, etkinliklerin onlar için ne kadar faydalı olduğunu ya da ihtiyaçlarına karşılık verip vermediğini bilmiyoruz. Çünkü buna ilişkin bir süreç değerlendirmesi paylaşılmadı” dedi.

Yüz Yüze Eğitimde Kayıplar Telafi Edildi mi?
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:16:09 0:00

Eylül ayında okullara geri dönüşle ilgili ciddi bir kararlılık sergilenmesine karşın buna ilişkin bir eylem planı bulunmadığını belirten Sunar, “UDEP kapsamında adım adım bir yol haritası paylaşılmıştı. İlerleyen aşamalarda akademik destek paketleri paylaşılacaktı, kritik kazanımlar Talim Terbiye Kurulu tarafından belirlenecekti. Bu doğrultuda kritik kazanımlar üzerinden eksiklikler tespit edilecek ve okullar kendi telafi programlarını uygulamaya koyacaklardı. Böyle bir plan paylaşılmıştı. Ama Eylül ayına kadar kamuoyuna buna ilişkin bir ilerleme süreci yansımadı. Biz Eylül ayında tüm kademelerde, tüm sınıf düzeylerinde ve tam zamanlı olarak okullara geri döndük. Bu kapsamda öğrencilerin öğrenme eksiklikleri nasıl tespit edilecek, öğretmenler bu süreçte nasıl bir rol oynayacak, hangi ölçme değerlendirme yöntemlerinden yararlanılacak ya da okul bazlı hangi kararlar alınacak? Biz bunları bilmeden okullara döndük” diye konuştu.

“Öğrencilerin eksikliklerine ilişkin durum tespitinin yapıldığını söyleyemiyoruz”

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un Ağustos ayında Cumhurbaşkanı kararıyla görevden alınmasıyla yerine gelen Mahmut Özer ise telafi süreci hakkında ilk kez Ekim ayında açıklamada bulunmuştu. Özer, “Türkiye'de 7, 8, 11 ve 12'nci sınıflarda, Türkçe, Matematik ve Fen Bilimlerinde öğrenme kayıtlarını tespit etmeye yönelik bir kazanım değerlendirme uygulaması başlatıyoruz. Bu uygulamaya yaklaşık 4 buçuk milyon öğrencimiz katılacak” ifadelerini kullanmıştı.

Ancak bu çalışmaya ait verilerin de paylaşılmadığına dikkat çeken Sabiha Sunar, “Sınav grupları olan 8'inci ve 12'nci sınıflar için destekleme ve yetiştirme kursları var. Bu kursların kapsamı genişletildi. 6, 7, 10'uncu ve 11'inci sınıflara da öğrencileri desteklemek, eksikliklerini gidermek amacıyla kapsam genişletildi. Bir de bizimle paylaşılan bilgiler arasında dijital olarak paylaşılan yardımcı kaynakların basılı hallerinin öğrencilere ücretsiz olarak dağıtılacağı var. Şu an biz Türkiye'de yapılanları bu şekilde özetleyebiliriz. Ama bunu hiçbir zaman bilmiyoruz. Hangi öğrenci hangi düzeyde, hangi öğrenme eksikliklerine sahip bilmiyoruz. Çünkü okula dönüşte kapsamlı bir değerlendirme yapıldığını söylemek mümkün değil. Bununla ilgili çalışmaların hız kazanacağı söylenmişti. Bir dönem bitmiş olmasına rağmen öğrencilerin öğrenme eksikliklerine ilişkin bir durum tespitinin yapıldığını söyleyemiyoruz” ifadelerini kullandı.

Sunar, bu tespitin yapılarak kamuoyu tarafından bilinmesinin ciddi önem taşıdığını, “Öncelikle bu öğrenme kayıplarının olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Tespit etmemiz gerekiyor. Durum tespitinin ardından daha farklı bir seviyede ele alabiliriz diye düşünüyorum. Ben de bir veliyim. Bana bir bilgilendirme yapılsa, ‘çocuğunuz şu an 2’nci sınıf öğrencisi ama aslında yapabildikleri 1’inci sınıfın ilk dönemi düzeyinde’ dense ben de üzerime düşen sorumlulukları bilmek isterim. Öğretmeni de bilmek isteyebilir. Okul da bilmek isteyebilir. Dolayısıyla bizim kamusal algıyı da değiştirmemiz gerekiyor. Hepimizin öğrencilerimizin belirli düzeylerde de olsa bazı eksikliklerinin olduğunu kabul etmemiz, bilmemiz ve harekete geçmemiz gerekiyor” sözleriyle anlattı.

Tedmem koordinatörü Sunar, telafi süreci gerçekleşmeden kayıplarla yola devam edilemeyeceği konusunda uyardı; “Şu an Avrupa'da ortalama bir öğrenci bir yarım eğitim öğretim yılı kadar öğrenme kaybı yaşıyor. Tabii ki öğrenme kaybı öğrencinin durumuna, ailesinin eğitim düzeyine, sosyoekonomik durumuna göre değişiyor ve ailenin eğitim düzeyinin düşük olduğu sosyoekonomik olarak dezavantajlı çocukların daha ciddi öğrenme kayıpları yaşadığını biliyoruz. Yine gerçek veriler üzerinden yapılan çalışmalar gösteriyor ki, anne babanın eğitim düzeyi düşükse öğrenciler bir yıldan daha uzun süre bir öğrenme kaybı yaşıyor. Bu Avrupa'daki öğrenciler için geçerli. Bizim ülkemizdeki öğrencilerin daha uzun sürelerde okuldan ayrı kaldığını düşünürsek bizdeki durum çok daha ciddi olabilir. Peki ‘o kayıp orada kaldı, biz yolumuza devam edelim’ diyebilir miyiz? Diyemiyoruz. Çünkü öğrenme birikimli ilerleyen bir şey. Yani sizin bugünkü öğrenmeleriniz bir sonraki öğrenmeleriniz için temel teşkil ediyor. Eğer eksiklikleriniz, öğrenme kayıplarınız, temel bilgi becerilerde eksiklikleriniz varsa ne yazık ki her geçen yıl ilerledikçe daha az şey öğrenmeye devam ediyorsunuz ve mezun olduğunuzda potansiyelinizin çok daha altında bir bilgiyle ya da beceriyle mezun oluyorsunuz” dedi.

Sunar, yapılan araştırmalara göre eğitimde yaşanan kayıpların gelecekte ülkelerin ekonomik büyümesine her yıl binde 8’lik düşüş şeklinde yansıyacağını da aktardı.

Sorun sadece akademik kayıplar değil

Öğrencilerin okuldan uzak kaldıkları için yaşadığı kayıplar ders bilgileriyle sınırlı değil. Eğitim Reformu Girişimi (ERG) Eğitim Gözlemevi Koordinatörü Burcu Meltem Arık, “1,5 yılda yaşanan kayıplar akademik kayıplara sıkışmış durumda. Aslında öğrenme kayıpları olarak düşünmemek gerekiyor bunu. Çocuklar gelişimleri için çok önemli bir dönemi okuldan uzakta, akranlarından uzakta geçirdi. Okullar çocuk koruma sisteminin bir parçası. Dolayısıyla derslerdeki başarının yanı sıra beslenme, psikolojik destek, sağlık takibi, oyun, akran öğrenmesi, toplumsal yaşama hazırlık gibi pek çok konuda salgın döneminin değerlendirilmesi gerekiyor. Halihazırda süren telafi eğitimlerinde de bu yapılan değerlendirme sonucunda yeni başlayacak telafi programlarında da bunların göz önünde bulundurulması gerekiyor. Çok derin yoksulluktan bahsediliyor. Sağlık takibinin de keza aynı şekilde çok daha farklı bir boyuta belki taşınması gerekiyor. Çünkü bu hastalığın özellikle D ve B vitamini eksikliklerine neden olduğu çok konuşuldu. Çocuk yoksulluğu derinleşti. Bunlar çerçevesinde bütün bu kayıplar değerlendirilmeli, düşünülmeli. Bu konu çok daha zorlu bir şekilde önümüze gelecek diye düşünüyoruz doğrusu. Bu alanın Sağlık Bakanlığı'yla daha güçlü bir şekilde izlenmesi gibi bir talebimiz var” dedi.

VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Arık, telafi çerçevesinde yalnızca öğrencilerin değil öğretmenlerin de salgın döneminde yaşadıklarının gözetilmesini istedi. Çok hızlı olunmasını ancak buna kısa bir süreç olarak yaklaşılmaması gerektiğini de vurgulayan Arık, “Sadece çocukların değil öğretmenlerin de salgın döneminde yaşadıklarına hem sosyal, duygusal hem akademik kayıplara bütünsel bir şekilde yaklaşan bir plana, bu plan için de toplumsal mutabakata odaklanmaya ihtiyacımız var. Bunun gerçekleşmesi için de finansal kaynakların sağlanmasına ihtiyacımız var. Akademik öğrenmeyi iyi bir planla ve güçlü bir dayanışmayla çözebiliriz. Bunun geçmişte de örnekleri de var. Öğretmenler de bunu yapabileceklerini söylüyorlar. Öğrencilerin, öğretmenlerin iyi olma halleri, bu stresin kalıcı olmaması sağlanmalı. Çünkü kalıcı olması öğrenmeyi de etkiliyor. Stresin kalıcı olması, sürekli olması, iyi olma hallerini de etkiliyor. Bu açıdan zorlukların daha uzun, kalıcı etkilere yol açmaması, endişe verici boyutlara gitmemesi için çözümler üretilmesi gerekiyor. Bu alanların bütünsel bir şekilde ve sadece kısa dönemli değil uzun dönemli düşünerek, kısa, orta, uzun vadede planlamaların yapılmasının altını çizmek isteriz” diye konuştu.

Salgının yükü öğretmenin sırtına

Yüz yüze eğitimin başladığı ilk dönemde salgına yakalanan öğrenciler karantinaya alınırken, sınıftaki vaka sayısına göre bazı sınıflar tümüyle kapatıldı. Karantina süresi boyunca yeniden uzaktan eğitime geçilmesinin yeni kayıplara da yol açmış olabileceğini kaydeden Arık, “Bazı çocukların online olması, diğer çocukların yüz yüze olması gibi durumlar öğretmenin üstüne inanılmaz bir yük bindirdi. Aynı anda tek gün içerisinde hem online hem de yüz yüze ders yapmaya çalıştılar. Bütün öğrencileri takip etmeye çalıştılar ve kalabalık sınıflar için bire bir öğrencileri takip etmek çok zordu. Oysa böyle bir dönemde her bir çocuğa telafi etkisinin başka olduğu için bir topluluk programlamasının yanı sıra bireysel programlamalar da yapılması gerekiyordu. Ama nasıl yapabilir, mümkün olabilir ki bu? Bu nedenle bu rolün sadece öğretmene düşmemesi gerekiyor. Oysa salgın döneminde ağırlıklı yük öğretmene düştü. Öğretmeni destekleyen programlar tabii ki oldu ama ne kadar yeterli? Her yerde yeterli mi? Bu önemli bir soru işareti olarak önümüzde. İstanbul'da bile semtten semte, okuldan okula, sınıftan sınıfa çok farklılık var. Okullar arası farklılıkların çok yüksek olduğu bir ülke Türkiye. Bu boyutu düşünmek lazım” ifadelerini kullandı.

“Telafiyi okulun kendisi planlamalı”

Son dönemde salgında Omicron varyantının yayılmasına bağlı olarak vaka sayılarının yükselmesi ise yeniden yüz yüze eğitime ara verilme olasılığını akıllara getirdi. Ancak hem Arık hem de Sunar, yeni kayıplara yol açılmaması için salgında en son kapatılan yerlerin okullar olması gerektiğini söylüyor.

ERG Eğitim Gözlemevi Koordinatörü Arık, “Önceliğimizin okulların açık olması gerekiyor. Kapanmasını isteyenler çok sayıda. Başka her yer kapanabilir. Ama okulların kapanmaması için bütün toplum olarak bir mutabakat sağlamamız gerektiğini düşünüyoruz. Bu konuda çok netiz gerçekten. Şu ana kadar bunun oldukça başarılı bir şekilde gidebildiğini düşünüyoruz. Tamamı kapanan okul olmadı. Sınıflar iki haftalığına kapandı. Sonra mutlaka yüz yüze eğitime geçtiler. Bunun çocuklara olumlu etkileri olduğunu, bir arada olmanın önemini öğretmenler de çok net ifade ediyorlar” dedi.

Arık, yüz yüze eğitimdeki okul bazlı uygulamayı telafi süreci için de örnek gösterdi; “Bu, yerelin öneminin altını çiziyor. Türkiye çok merkezi kararların alındığı bir ülke ve merkezi kararlar aslında bütün dünyada özellikle salgın koşullarında hızlı hareket etmenin önünde bir engel oldu. Eğitim sistemi açısından kırılganlık yarattı. Daha yerel, daha hızlı tedbirler, sınıf bazında alınan tedbirler bu anlamda önemliydi. Bu telafilerin de biraz buna çevrilmesi önemli. Yani okulun kendisinin planlaması” şeklinde konuştu.

“Okulların son kapanan ve ilk açılan yerler olması gerektiği artık su götürmez bir gerçek”

Tedmem Eğitim Araştırmaları Koordinatörü Sunar ise yerelde alınan tedbirlere dünyadan güncel örnekler vererek, Türkiye’nin de okullarını her koşulda açık tutması gerektiğini kaydetti. Sabiha Sunar, “Okulların son kapanan ve ilk açılan yerler olması gerektiği artık su götürmez bir gerçek. Bu artık ülkemizde de tüm kuruluşlarca kabul edilen bir gerçek haline dönüştü. En azından bu şekilde bir adım atabilmiş olduk. Ama tedbiri elden bırakmamak gerekiyor. Şu an diğer ülkelerde de okul bazında karar alınabiliyor. Bölge bazında karar alınabiliyor. Bazı tedbirlerde bir geri dönüş söz konusu. Örneğin İngiltere'de lisedekiler tekrar maske takmaya başladı. Galler'deki öğrencilerde tekrar ‘yaş grubu baloncukları’ uygulaması devreye girdi. Yani aynı gruplar aynı saatlerde teneffüse çıkacak, aynı saatlerde okula giriş çıkış yapacak, aynı saatlerde yemeklerini yiyecekler. Ya da Norveç'te tekrar trafik ışığı adındaki uygulamaya geçildi. Bölge ve okul bazlı kararların etkin olduğunu görüyoruz. Çünkü UNESCO verilerine göre sistem düzeyinde okulları kapatan şu an sadece yedi ülke var. Bunlara da Dominika, Barbados, Filipinler, Bahamalar gibi üçüncü dünya ülkelerinden örnekler verebiliriz. Onun dışındaki tüm ülkeler eğitim öğretim süreçlerinin öncelikli olarak yüz yüze devam etmesi için tedbirleri sıkılaştırmakla birlikte kararlılıklarını sergilemeye devam ediyorlar” dedi.

XS
SM
MD
LG