WASHINGTON —
Türk hükümetinin bir süre önce PKK’yla başlattığı barış süreci Washington da dahil, uluslararası çevrelerden olumlu tepkiler almaya devam ediyor. Türkiye’dense farklı görüşler yükseliyor. En önemlisi, olumlu bir havada başlatılan bu sürecin nasıl sonuçlanacağı yönünde kaygılar var. Alparslan Esmer bu konudaki beklentileri, Irak ve Suriye’deki Kürt oluşumlarının sürece etkisini, Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Dr. Akın Ünver’e sordu.
Hükümetin 2009’da başlattığı ‘Kürt açılımı’ ya da ‘demokratik açılım’ başarı sağlamadı. Bu kez hükümet daha organize bir ‘barış sürecini’, ya da kendi deyimiyle ‘çözüm sürecini’ başlattı. İmralı’da cezaevinde Abdullah Öcalan’la görüşmeler yapıldı. Nevruz’da Öcalan ateşkes ilan etti. Akil adamlar devreye girdi. PKK silahlı unsurlarını sınırlardan çekmeye başladı. Ama sürecin barış, ya da hükümetin adlandırdığı şekilde ‘çözüm’ getireceği konusunda hala kaygılar var. Uluslararası ilişkiler uzmanı Akın Ünver de bu kaygıları paylaşıyor: “Özellikle son dönemlerde ben hükümet nezdinde biraz plansızlık görüyorum. Siyasal anlamda çok iyi hazırlanılmadığını düşünüyorum. Birazcık olumlu bir momentum oluşturarak bir duygusal pozitivite üzerinden bir şeylerin çözülmesini bekleme gibi bir durum var. Ama her ne kadar önemli olsa da bu hissiyat, işin sonunda bir kemik gerekiyor. Bir omurga gerekiyor. Mesela, KCK tutuklularına ne olacak, bir otonomi düşünülüyor mu, otonominin içinde ne var, dil hakları zaten verildi fakat genel bazda siyasal kavramsallaştırma içerisinde reel olarak bunların neye tekabül ettiğini tanımlamazsak ve bu pozitif süreç bir süre sonra kendi kendine sönecektir. Dolayısıyla olumlu gördüğüm taraf, olumlu hissiyat. Herkes bir şekilde bir şeyler bekliyor bu süreçten. İyi bir şey, fakat hazırlıksız başlanıldığı için hükümet nezdinde, yani reel olarak siyasi alanda ne yapılacak, neden feragat göstermeye hazırız ve neden feragat göstermeliyiz, bunların çalışmasının çok iyi yapılmadığını [düşünüyorum]. Üçüncü olarak da, akil adamlar meselesi prensip olarak iyi bir şey. Ama burada mesele hükümetin halka bir şey anlatmaya çalışması ve ikna etmesi meselesi. Ama burada demokratik bir süreçten bahsediyorsak, mercek tam tersine dönerek halkın hükümete bir şeyler anlatması olması gerekiyor. Dolayısıyla süreç iyi niyetli de olsa hala çok büyük bir demokratik temsil sorunu var süreçte.
Hükümetin halkı dinlemeye hazır olup olmadığını sorduğumuz Ünver şöyle konuşuyor: “Hazır olmalı, çünkü, hazır mı dersem, o tarz yaklaşım görmüyorum. Daha çok halkın iknası yönünde bir yaklaşım görüyorum. Halkın iknası tek taraflı bir şey. En azından bir müzakere. En azından akil adamlar meselesi bir orta yol bulma mekanizmasıysa, bu tarz bir hareket içerisine girerse bu çok iyi olacaktır. Ama akil adamlar belli yerlerde hükümet söylemini halk nezdinde popüler ağızla dikte etmeye başlarsa, bu devam ederse, bu değişmezse, o zaman diyebiliriz ki, hükümet aslında halkı dinlemeye pek de meyilli değil.”
Barış sürecinin başlamasında Irak’ta ve son olarak Suriye’de güç kazanan Kürt oluşumlarının payı var mı? Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Akın Ünver, kısmen payı olduğu görüşünde: “Aslında 2010’da Cemil Bayık’ın ‘Halk Kalkışması’nı başlatması gibi bir durum var. 2010 ve 2011 de verilen şehit sayıları çok ciddi rakamlarda. Bu bağlamda, tabi ki ‘Arap Baharı’nda, özellikle Suriye’de olan şey, Türkiye’nin güneydoğusunda da olmasın’ diye en azından belli bir ivme verdiğini kabul etmemek mümkün değil. İşin açıkçası özellikle Kandil’in silahsızlandırılması ya da boşaltılması gibi şeyler gündemde. Bu bağlamda biraz şunu görebiliyorum. Suriye’deki Esat muhalefetinin güçlendirilmesine, biraz Kandil’den çıkartılan unsurların Suriyeli Kürt muhalefeti içerisinde dahil edilmesiyle bir ivme kazandırılacak. Dolayısıyla tam manasıyla bir uluslararası sistemin içerisine yerleşmiş durumda bu Kürt meselesi.”
Yakın geçmişe kadar Iraklı Kürtler’le teması asgari düzeyde tutan Türkiye, şimdi Irak’ın kuzeyindeki bu özerk yapıyla önemli ticaret bağlantıları kurdu. Bölge istikrar kazandıkça bu ticaretin ağırlığı petrole kayıyor. Ancak bu petrol ticaretinden, yalnızca kendi onayı alınmadığını savunan merkezi Bağdat hükümeti değil, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması yönünde kaygılarını artan bir şekilde dile getiren Amerikan yönetimi de rahatsız. Akın Ünver’e göre Amerika’nın Irak konusundaki rahatsızlığının kökeninde başka bir kaygı yatıyor: “Türkiye’nin ticaret yaparken mesela Kuzey Irak’ta altyapı yatırımları yapması, oteller, ev projeleri, toplu konutlar, otoyollar yapması konusunda Amerikalıların birşeyi yok, sıkıntısı yok. Burada mesele şu: [Irak Başbakanı Nuri el] Maliki, doğal gaz da değil işin gerçeği, petrol meselesini çok içselleştirmiş ve kişisel bir gurur meselesi haline getirmiş durumda. Bizim Kuzey Irak’la yaptığımız doğal gaz arama anlaşmaları ya da doğal gaz çalışmaları Maliki’yi rahatsız etmiyor. Halbuki o da yer altı kaynağı Irak’ın. Fakat petrol bir şekilde Maliki nezdinde bir kırmızı çizgi. Türk şirketlerinin Kuzey Irak’ta petrol araması, petrol çıkartması Maliki’nin kendine yaratmaya çalıştığı, ‘Irak’ı bir arada tutan adam olmak’ aidiyetini pekiştirdiği için çok gergin vaziyette bu petrol meselesiyle ilgili. Dolayısıyla da hani, eğer Kuzey Irak’la Türkiye arasında petrol anlaşması olur, Amerika da buna sesini çıkarmazsa ‘O zaman İran eksenine kayabilirim’ gibi bir tehdit söz konusu.”
Amerika’nın beklentisi, Kürt yönetiminin tüm ticaretini, Irak anayasasının da gerektirdiği gibi, Bağdat hükümetinin onayıyla yapması şeklinde. Buna petrol de dahil: “Şu andaki meselemiz biz petrol aldığımız zaman Kuzey Irak’tan, galiba yüzde 80 ve 20 gibi bir bölüşme var ki, tam bilmiyorum yüzdesini. Bir Bağdat’a verilecek kısmı, bir de Kürt Bölgesel Yönetimi’ne verilecek kısmı. Biz bu küçük olan yüzdeyi Kuzey Irak’a verip, Kuzey Irak’ın o kalan yüzde 80’lik kısmı Bağdat’a mı götürmesi, yoksa bizim Bağdat’a para verip yüzde 80’ini verip yüzde 20’sini Kuzey Irak’a götürme noktasında bütün kıyamet kopuyor. Parayı Kuzey Irak’a doğrudan verirseniz, tanımış oluyorsunuz finansal olarak. Özellikle Maliki nezdinde bu çok büyük bir mesele. Dolayısıyla, Amerika şu anda Türkiye’ye diyor ki, ‘Bunu bu şekilde yapma ki, Maliki İran eksenine kaymasın’. Ama Türkiye de diyorki, ‘Tam tersine. Eğer Maliki Amerika’yı kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kalırsa İran’a kaymak yerine Amerikan yörüngesine girer’. İki tane eşit derecede doğru olacak argüman aslında.”
Başbakan Erdoğan’ın bu hafta Washington’da Başkan Obama’yla yapacağı görüşmede gündeme gelmesi beklenen konular arasında Ankara’nın Erbil’le yürüttüğü petrol ticareti de bulunuyor. Amerika, Türkiye’nin Kürt vatandaaşlarıyla yakınlaşma sürecinden memnun, ama bu kez Iraklı Kürtler’le fazla yakınlaşmasından kaygılı. Doktor Akın Ünver’in de dediği gibi, “iki eşit derecede doğru argüman”dan hangisinin baskın çıkacağı merak konusu.
Hükümetin 2009’da başlattığı ‘Kürt açılımı’ ya da ‘demokratik açılım’ başarı sağlamadı. Bu kez hükümet daha organize bir ‘barış sürecini’, ya da kendi deyimiyle ‘çözüm sürecini’ başlattı. İmralı’da cezaevinde Abdullah Öcalan’la görüşmeler yapıldı. Nevruz’da Öcalan ateşkes ilan etti. Akil adamlar devreye girdi. PKK silahlı unsurlarını sınırlardan çekmeye başladı. Ama sürecin barış, ya da hükümetin adlandırdığı şekilde ‘çözüm’ getireceği konusunda hala kaygılar var. Uluslararası ilişkiler uzmanı Akın Ünver de bu kaygıları paylaşıyor: “Özellikle son dönemlerde ben hükümet nezdinde biraz plansızlık görüyorum. Siyasal anlamda çok iyi hazırlanılmadığını düşünüyorum. Birazcık olumlu bir momentum oluşturarak bir duygusal pozitivite üzerinden bir şeylerin çözülmesini bekleme gibi bir durum var. Ama her ne kadar önemli olsa da bu hissiyat, işin sonunda bir kemik gerekiyor. Bir omurga gerekiyor. Mesela, KCK tutuklularına ne olacak, bir otonomi düşünülüyor mu, otonominin içinde ne var, dil hakları zaten verildi fakat genel bazda siyasal kavramsallaştırma içerisinde reel olarak bunların neye tekabül ettiğini tanımlamazsak ve bu pozitif süreç bir süre sonra kendi kendine sönecektir. Dolayısıyla olumlu gördüğüm taraf, olumlu hissiyat. Herkes bir şekilde bir şeyler bekliyor bu süreçten. İyi bir şey, fakat hazırlıksız başlanıldığı için hükümet nezdinde, yani reel olarak siyasi alanda ne yapılacak, neden feragat göstermeye hazırız ve neden feragat göstermeliyiz, bunların çalışmasının çok iyi yapılmadığını [düşünüyorum]. Üçüncü olarak da, akil adamlar meselesi prensip olarak iyi bir şey. Ama burada mesele hükümetin halka bir şey anlatmaya çalışması ve ikna etmesi meselesi. Ama burada demokratik bir süreçten bahsediyorsak, mercek tam tersine dönerek halkın hükümete bir şeyler anlatması olması gerekiyor. Dolayısıyla süreç iyi niyetli de olsa hala çok büyük bir demokratik temsil sorunu var süreçte.
Hükümetin halkı dinlemeye hazır olup olmadığını sorduğumuz Ünver şöyle konuşuyor: “Hazır olmalı, çünkü, hazır mı dersem, o tarz yaklaşım görmüyorum. Daha çok halkın iknası yönünde bir yaklaşım görüyorum. Halkın iknası tek taraflı bir şey. En azından bir müzakere. En azından akil adamlar meselesi bir orta yol bulma mekanizmasıysa, bu tarz bir hareket içerisine girerse bu çok iyi olacaktır. Ama akil adamlar belli yerlerde hükümet söylemini halk nezdinde popüler ağızla dikte etmeye başlarsa, bu devam ederse, bu değişmezse, o zaman diyebiliriz ki, hükümet aslında halkı dinlemeye pek de meyilli değil.”
Barış sürecinin başlamasında Irak’ta ve son olarak Suriye’de güç kazanan Kürt oluşumlarının payı var mı? Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Akın Ünver, kısmen payı olduğu görüşünde: “Aslında 2010’da Cemil Bayık’ın ‘Halk Kalkışması’nı başlatması gibi bir durum var. 2010 ve 2011 de verilen şehit sayıları çok ciddi rakamlarda. Bu bağlamda, tabi ki ‘Arap Baharı’nda, özellikle Suriye’de olan şey, Türkiye’nin güneydoğusunda da olmasın’ diye en azından belli bir ivme verdiğini kabul etmemek mümkün değil. İşin açıkçası özellikle Kandil’in silahsızlandırılması ya da boşaltılması gibi şeyler gündemde. Bu bağlamda biraz şunu görebiliyorum. Suriye’deki Esat muhalefetinin güçlendirilmesine, biraz Kandil’den çıkartılan unsurların Suriyeli Kürt muhalefeti içerisinde dahil edilmesiyle bir ivme kazandırılacak. Dolayısıyla tam manasıyla bir uluslararası sistemin içerisine yerleşmiş durumda bu Kürt meselesi.”
Yakın geçmişe kadar Iraklı Kürtler’le teması asgari düzeyde tutan Türkiye, şimdi Irak’ın kuzeyindeki bu özerk yapıyla önemli ticaret bağlantıları kurdu. Bölge istikrar kazandıkça bu ticaretin ağırlığı petrole kayıyor. Ancak bu petrol ticaretinden, yalnızca kendi onayı alınmadığını savunan merkezi Bağdat hükümeti değil, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması yönünde kaygılarını artan bir şekilde dile getiren Amerikan yönetimi de rahatsız. Akın Ünver’e göre Amerika’nın Irak konusundaki rahatsızlığının kökeninde başka bir kaygı yatıyor: “Türkiye’nin ticaret yaparken mesela Kuzey Irak’ta altyapı yatırımları yapması, oteller, ev projeleri, toplu konutlar, otoyollar yapması konusunda Amerikalıların birşeyi yok, sıkıntısı yok. Burada mesele şu: [Irak Başbakanı Nuri el] Maliki, doğal gaz da değil işin gerçeği, petrol meselesini çok içselleştirmiş ve kişisel bir gurur meselesi haline getirmiş durumda. Bizim Kuzey Irak’la yaptığımız doğal gaz arama anlaşmaları ya da doğal gaz çalışmaları Maliki’yi rahatsız etmiyor. Halbuki o da yer altı kaynağı Irak’ın. Fakat petrol bir şekilde Maliki nezdinde bir kırmızı çizgi. Türk şirketlerinin Kuzey Irak’ta petrol araması, petrol çıkartması Maliki’nin kendine yaratmaya çalıştığı, ‘Irak’ı bir arada tutan adam olmak’ aidiyetini pekiştirdiği için çok gergin vaziyette bu petrol meselesiyle ilgili. Dolayısıyla da hani, eğer Kuzey Irak’la Türkiye arasında petrol anlaşması olur, Amerika da buna sesini çıkarmazsa ‘O zaman İran eksenine kayabilirim’ gibi bir tehdit söz konusu.”
Amerika’nın beklentisi, Kürt yönetiminin tüm ticaretini, Irak anayasasının da gerektirdiği gibi, Bağdat hükümetinin onayıyla yapması şeklinde. Buna petrol de dahil: “Şu andaki meselemiz biz petrol aldığımız zaman Kuzey Irak’tan, galiba yüzde 80 ve 20 gibi bir bölüşme var ki, tam bilmiyorum yüzdesini. Bir Bağdat’a verilecek kısmı, bir de Kürt Bölgesel Yönetimi’ne verilecek kısmı. Biz bu küçük olan yüzdeyi Kuzey Irak’a verip, Kuzey Irak’ın o kalan yüzde 80’lik kısmı Bağdat’a mı götürmesi, yoksa bizim Bağdat’a para verip yüzde 80’ini verip yüzde 20’sini Kuzey Irak’a götürme noktasında bütün kıyamet kopuyor. Parayı Kuzey Irak’a doğrudan verirseniz, tanımış oluyorsunuz finansal olarak. Özellikle Maliki nezdinde bu çok büyük bir mesele. Dolayısıyla, Amerika şu anda Türkiye’ye diyor ki, ‘Bunu bu şekilde yapma ki, Maliki İran eksenine kaymasın’. Ama Türkiye de diyorki, ‘Tam tersine. Eğer Maliki Amerika’yı kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kalırsa İran’a kaymak yerine Amerikan yörüngesine girer’. İki tane eşit derecede doğru olacak argüman aslında.”
Başbakan Erdoğan’ın bu hafta Washington’da Başkan Obama’yla yapacağı görüşmede gündeme gelmesi beklenen konular arasında Ankara’nın Erbil’le yürüttüğü petrol ticareti de bulunuyor. Amerika, Türkiye’nin Kürt vatandaaşlarıyla yakınlaşma sürecinden memnun, ama bu kez Iraklı Kürtler’le fazla yakınlaşmasından kaygılı. Doktor Akın Ünver’in de dediği gibi, “iki eşit derecede doğru argüman”dan hangisinin baskın çıkacağı merak konusu.