Erişilebilirlik

''Tıbbi Enflasyon Artıyor Hastaneler Zorda''


Sağlık Bakanlığı, 2020 yılına ait sağlık istatistiklerini yayımladı. Bakanlığın gelecek günlerde kapsamlı olarak paylaşacağı 2020 Sağlık İstatistikleri Yıllığı’na ait bültende, ölüm ve hastalık oranları, sağlık hizmeti verilen kurumlar ve altyapıları, sağlık hizmetlerinin kullanımı, sağlıkta insan kaynakları ve ilaç istatistiklerine ilişkin bilgilere yer verildi.

Sağlık sektörünün Corona virüsü salgınından ağır etkilendiği 2020 yılında toplamda bin 534 hastane hizmet verdi. Sağlık Bakanlığı’na ait kamu hastanelerinin sayısı 895’ten 900’e çıktı. 2017’den bu yana 68 olan üniversite hastanelerinin sayısı değişmezken, özel hastane sayısı 575’ten 566’ya düştü.

Sağlık Bakanlığı’nın internet sitesinden paylaştığı verilere göre, 2020’de toplam hastane yatağı sayısı önceki yıla göre 13 bin 678 artarak 251 bin 182’ye ulaştı. Bakanlığa ait hastanelerde 156 bin 965, üniversite hastanelerinde 41 bin 987, özel hastanelerde ise 52 bin 230 yatak kullanıldı. En az yatağın olduğu bölge Kuzeydoğu Anadolu olurken, en fazla yatak ise İstanbul’da yer aldı.

Nitelikli yatak ve yoğun bakım sayısı arttı

Hastanelerde koğuş sisteminin yerine az sayıda hastanın olduğu odaları kapsayan nitelikli yatak sayısı ise bakanlığa ait hastanelerde yüzde 72’den yüzde 76,2’ye, üniversite hastanelerinde yüzde 64,8’den yüzde 68,8’e, toplamda da yüzde 74,7’den yüzde 78,5’e yükseldi.

Özellikle Corona virüsü salgınında ‘sayısının yeterli olup olmadığı’ sıkça gündeme gelen yoğun bakım yatak sayıları da 2020 yılında önceki yıla göre yüzde 19,4 artış göstererek 47 bin 700’e ulaştı. Bakanlığa ait hastanelerin yoğun bakım yatak sayısının, tüm hastaneler içindeki payı yüzde 43,5’ten yüzde 50,2’ye yükseldi. 2020’de yatak doluluk oranı ise yüzde 52,5 olarak açıklandı. Bu oran 2019 yılında yüzde 66,3’tü.

2020 yılında sağlık personeli sayısı da arttı. Uzman, pratisyen ve asistanların oluşturduğu toplam hekim sayısı 2019 yılında 160 bin 810 iken, 2020 yılında 171 bin 259 oldu. Hemşire, ebe, eczacı ve diş hekimlerinin de aralarında bulunduğu toplam personel sayısı ise 1 milyon 33 bin 767’den 2020 yılında 1 milyon 142 bin 469’a çıktı. Hastanelerde manyetik rezonans görüntüleme (MR), bilgisayarlı tomografi (BT), doppler ultrason, ekokardiyografi (EKO) ve mamografi cihaz sayıları da bir önceki yıla göre arttı.

“Yatak ve personel sayısının artması salgında avantaj haline geldi”

Peki Türkiye’de sağlık sektörünün nicelik olarak büyümesi, sağlık kalitesinde artışı da beraberinde getiriyor mu? Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı rakamları, Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi dekanı Prof. Dr. Simten Malhan VOA Türkçe’ye değerlendirdi. 2020 yılında salgın nedeniyle hastanelerin yükünün çok fazla arttığını kaydeden Malhan, “2020 yılında yatak sayısının ve özellikle yoğun bakım yatak sayısının artması çok acil bir eylem planıydı. Dolayısıyla bu dönem içerisinde hastane yatak sayısının, sağlık personelinin sayısının artıyor olması bizim için çok büyük bir avantaj haline geldi. Özellikle gelişmiş dünya ülkelerinde biz bunu çok vahim tablolarla gördük. İngiltere, İtalya, İspanya örneklerinde hastanelerin ağzına kadar dolduğu, yatak bulunamadığı ve hastaların sokaklarda yattığına şahit olduk hep birlikte. Şehir hastanelerinin yapılmış ve hizmete girmiş olması da bizim için yine çok büyük bir avantaj haline geldi” dedi.

''Tıbbi Enflasyon Artıyor Hastaneler Zorda''
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:08:43 0:00

Salgının zirveyi gördüğü dönemlerde yoğun bakım yataklarının tamamen dolduğunu ve hastanelerin diğer hizmetleri de veremediğini belirten Malhan, “Sadece devletin sağlık hizmetlerini sunuyor olması değil, bizim de bu kaynakları hoyratça kullanmamamız gerekiyor. (2020 yılında) kişi başı hekime başvuru sayısı 7,2. Nüfusumuz, mültecileri de üzerine koyduğunuzda neredeyse 90 milyon. 90 milyonun 7,2 kez hastanelere gittiğini düşünün. Bu çok anormal ve hoyrat bir kullanım. Sağlık hizmetlerini dünyayla kıyasladığımızda bizim yoğun bakım yatak sayımız az değil. Ama çok kötü kullanıyoruz ve bilinçsiz bir sağlık davranışı benimsemişiz” diye konuştu.

Kişi başı hekime müracaat sayısının 2019 yılında 9,8 olduğunu hatırlatan Malhan, salgından çekinerek hastanelere daha az başvurulduğu için 2020’de bu sayının düştüğünü söyledi.

Birinci basamağa müracaat, ikinci ve üçüncü basamağın gerisinde kaldı

Aile Hekimliği Birimi, Aile Sağlığı Merkezi, Toplum Sağlığı Merkezlerinden (TSM) oluşan ve hastanelerin yoğunluğunu azaltmanın bir yolu olarak görülen birinci basamak sağlık kurumlarının sayısı da 2019 yılına göre arttı. Ancak Malhan, birinci basamak kurumlarına yapılan müracaatın, ikinci ve üçüncü basamağın halen gerisinde kaldığına dikkat çekti.

Malhan, “Biz ikinci ve üçüncü basamak kurumları yani üniversite hastanelerini, yani eğitim araştırma hastanelerini gereksiz yere meşgul ediyoruz. Halbuki buralar, artık tedavisi mümkün olmayan hastaların gitmesi gereken yerler. Demek ki sevk zinciri düzgün çalışmıyor. Bu yüzden buralarda daha büyük yoğunluk var. Herkesin kıt kaynaklarımızı, ülkemizin kaynaklarını çok daha verimli kullanması gerekir. Bu da tek bir şeyden, sağlık okuryazarlığının yükseltilmesinden, yani sağlık bilincinin oluşturulmasından geçer. Bizim eksiğimizin burada olduğunu düşünüyorum” ifadelerini kullandı.

AKP’nin iktidara geldikten bir yıl sonra yani 2003 yılında sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaştırılması amacıyla uygulamaya başladığı Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın en önemli halkası aile hekimliğiydi. 2020 yılında da birinci basamak sağlık kurumları arasında sayısı en fazla artan, aile hekimliği oldu. Bakanlık, Aile Hekimliği Birimi, Aile Sağlığı Merkezi ve TSM sayılarının 2020 yılında sırasıyla 26 bin 476’dan 26 bin 594’e, 7 bin 997’den 8 bin 15’e ve 778’den 779’a yükseldiğini paylaştı.

Türkiye’de yeterli sağlık personeli var mı?

Ancak sayısı artmasına karşın birinci basamak sağlık kurumlarında görev alan hekimler, hasta görmekten bakanlığın aile hekimliği tanımındaki asıl görevleri olan, koruyucu sağlık hizmetlerine yetişemedikleri eleştirisini gündeme getiriyor.

Aslında Türkiye’de yalnızca birinci basamakta değil tüm sağlık kuruluşlarında kişi başına düşen hekim, hemşire ve diş hekimi sayısı, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) üyesi gelişmekte olan ülkelerin ortalamasının altında.

1 Ocak 2020’de Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın bir soru önergesine verdiği yanıta göre, Türkiye’de bir doktor başına düşen kişi sayısı 498,2 iken, OECD ülkelerinde ortalama 341,3. Bir diş hekimi başına Türkiye’de 2 bin 496 kişi düşerken, OECD ülkelerinde bin 685 kişi düşüyor. Gelişmekte olan ülkelerin ortalamasıyla farkın dört kattan fazla açıldığı, bir hemşire başına düşen nüfus ise Türkiye’de 413 iken OECD ülkelerinde 102.

Bakanlığın verilerine göre, 2020 yılında tüm unvanlarda 100 bin kişiye düşen personel sayısı 2019’a göre arttı. 100 bin kişi için uzman hekim sayısı 102’den 105’e, pratisyen hekim sayısı 56’dan 60’a, toplam hekim sayısı 193’ten 205’e, diş hekimi sayısı 40’tan 42’ye, eczacı sayısı 41’den 42’ye, hemşire ve ebelerin sayısıysa 306’dan 342’ye yükseldi.

VOA Türkçe’ye konuşan Malhan, “Sağlık hizmeti sunabilmeniz için bir ehliyete ihtiyacınız var. Yani bir tıp fakültesinden hekim, hemşire unvanı almaya ihtiyacınız var. Dolayısıyla bu çok uzun yıllarda birtakım uğraşlar sonucunda ortaya çıkan, yoğun emek sarf edilen bir meslek grubu. Türkiye’de bunun için üniversite sayısı da yeterli. Ama üniversitelerde altyapı eksikliğimiz var. Bunların tamamlanarak daha kalifiye hekimlerin yetiştirilmesi gerekiyor. Hastane ölçekleri büyüyor ama birçok hastanenin birleşmesiyle, örneğin şehir hastanelerindeki gibi kadrolar oluşturuldu. Aslında orada hekim veya hemşire sayısında bir eksiklik yok. Ama tüm Türkiye’ye baktığımızda daha fazla hekime, hemşireye ihtiyacımız var” dedi.

“SGK’nın aktardığı kaynak çok düşük”

Türkiye sağlığa ayırdığı bütçede de OECD ülkeleri arasında en son sırada yer alıyor. 2019 yılında kamu ve özel sağlık harcamasının gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYİH) içindeki payı 4,7 idi. 2020 yılına ait veriyse, bakanlığın daha sonra paylaşacağı 2020 Sağlık İstatistikleri Yıllığı’nda yer alacak.

Diğer ülkelerde özellikle özel sağlığa yapılan harcamanın çok daha fazla olduğuna dikkat çeken sağlık ekonomisti Malhan, “Türkiye’de kişi başı sağlık harcaması da 2 bin 434 lira. Böyle bakacak olursanız, bu da çok düşük bir rakam. Ayrılan pay düşükmüş gibi görünüyor ama bizde tek bir geri ödeyici tarafından, yani Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından bütün sağlık hizmeti harcamalarımız ödeniyor. Halbuki gelişmiş ülkelerdeki sağlık sistemleri bambaşka. Orada daha fazla özel sağlık sigortası hakimiyetini görüyoruz. Dolayısıyla tek geri ödeyicimiz olan SGK kendi ödeme fiyatlarını kendi belirliyor ve oldukça düşük. Biz de sanki daha az sağlık harcaması yapılıyor gibi görüyoruz” diye konuştu.

Asıl sorunun Türkiye’de sağlık sektöründe giderek artan maliyetlere karşın SGK’nın sağlık kuruluşlarına yeterli kaynağı aktaramaması olduğunu vurgulayan Malhan, “Sağlık hizmetlerine ayırdığımız pay veya harcamalarımız diğer ülkelerle kıyasladığımızda neden daha düşük? Çünkü SGK’nın belirlediği fiyatlar bu şekilde. Bence tartışılması gereken konu, bu ücretlerle sağlık kurumlarının nasıl ayakta durabileceği. Çünkü sağlık kuruluşlarına ve sunucularına oldukça düşük ödemeler veriliyor. Bu ücretlerle bu hizmetlerin üretilmesi artık çok mümkün olamayacak. Çünkü biz sağlık girdilerinin ithalata bağımlı bulduğu bir ülkeyiz. Dolayısıyla medikal enflasyonumuz yüksek. Girdileri biz dövizle alıyoruz. Yani sağlık hizmetlerinde kullanılan cihazlar, tıbbi malzemeler veya ilaçlar genelde yurt dışı bağlamında yani ithalata bağımlı ürünlerden oluştuğu için sağlık hizmetlerinin fiyatları, SGK’nın önerdiği veya ödediğinden çok daha yükseğe mal oluyor” ifadelerini kullandı.

Özel hastanelerin sayısı 2018’den beri azalıyor

Malhan, medikal (tıbbi) enflasyonun etkisi kamu hastanelerinde bariz görülmese de özel hastanelerin maliyetleri kaldıramadığı için kapandığını söyledi. Bakanlığın verilerine göre de AKP hükümetinin iktidara geldiği dönemden bu yana verilen yatırım teşvikleriyle sayıları artan özel hastaneler, 2018’den bu yana kapanma eğiliminde.

Salgın döneminde de özel hastanelerin ağır darbe aldığını kaydeden Malhan, “Özel hastaneler, birim maliyetleri karşılayabilmek için daha yüksek fiyatlarla piyasaya çıkmak zorundalar. Öyle olunca tabii ki çok tercih edilebilen bir alan olarak düşünülmüyor. Yani uzun yatışların olduğu, büyük ameliyatların olduğu vakalar söz konusu olduğu zaman insanlar tabii ki daha yüksek maliyetli yerlerden çekilmeye başladılar. Dolayısıyla özel hastane kâr marjı düştü. Bu pandemi döneminde de özel hastaneler çok büyük zorluklar çektiler. Bir pandemi paketi ortaya çıktı. Bu pandemi paketi üzerinden ödemeler yapılacak dendi. Öyle olunca da özel hastaneler bunu kaldıramamaya başladı ve ‘biz pandemi hastanesi olmayalım’ derdine girdiler” diye konuştu.

Ege Üniversitesi Hastanesi’nin ‘medikal enflasyon’ karşısında borcu 484 milyon lira

Yalnızca özel hastaneler değil üniversite hastaneleri de artan maliyetlerin oluşturduğu borç yükü altında. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin sayıştay raporunda yer alan bilgilere göre, hastanenin 2020 yılındaki borcu 484 milyon 631 bin 292 lira. Hastanenin alacakları ve Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın bütçesinden mali durumunun iyileştirilmesi için aktarılan kaynakla birlikte borç, 57 milyon liraya iniyor.

Bunun, hastanenin mali durumunu düzeltmeye yetmediği kaydedilen raporda, tıbbi malzemeden ek ödemelere kadar birçok gider kalemine sürekli ve düzenli olarak zam geldiği hatırlatıldı. Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) listesindeki fiyatlarla, zamlanan giderlerin karşılanamadığına dikkat çekilerek, girdi ve çıktı kalemlerinde denk sağlanamadığı sürece hastanenin mali durumunun kötüleşeceğine işaret edildi.

“Şehir hastanelerinde özele ve kamuya harcanan kaynaklar daha iyi kullanılmalı”

Kamu, özel ve üniversite hastaneleri giderek artan medikal enflasyonun yarattığı borçlarla karşı karşıya kalırken şehir hastanelerinin sağlık bütçesinden aldığı yüksek pay ise eleştiriliyor. Şehir hastaneleri, ‘Kamu Özel Ortaklığı’ (KOÜ) ile hayata geçirildiği için yapımcı konsorsiyuma sözleşme süresince yapım bedeli adı altında kira ödemesi yapılıyor.

Şehir hastanelerindeki maliyetlerin kaydırılarak özele ve kamuya harcanan kaynakların daha iyi yönetilmesi gerektiğini kaydeden Malhan, “Buradaki amaç hizmet üretmek. Yani buradaki amaç, kar elde etmek değil. İlk dönemlerinde verimsiz çalıştığını düşünüyoruz. Ancak pandemi döneminde gerçekten kurtarıcı oldu. Yüksek kiralarla ilgili özel sektör kısmında maliyetler kaydırılmalı. Yani örneğin, eğer siz atık maliyetlerinde zarar ediyorsanız ama dışarıdan almış olduğunuz görüntüleme hizmetleri maliyetlerini daha düşüğe mal ediyorsanız bunu bir şekilde dengeleyebilirsiniz. Kendi içerisinde maliyet kaydırma metotlarını gerçekleştirmek gerekiyor. Bundan sonra hem kamu hem özel tarafın kaynaklarını daha iyi kullanma konusunda yeni yöntemler bulunması gerekiyor” dedi.

AKP’nin Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın ikinci fazı kapsamında hayata geçirilen şehir hastanelerinden 13’ü hizmete girmiş durumda. Bakanlığa göre, 2021’de beş hastanenin daha hizmete girmesi planlanıyor.

Şehir hastanelerinde kiracı olan Sağlık Bakanlığı, 2018'de 2,2 milyar TL, 2019'da 5 milyar TL, 2020'de 8,7 milyar TL kira ve hizmet bedelleri olarak ödemişti. 2021 yılı için de kira ve hizmet bedellerinin karşılığı olarak Bakanlık bütçesinde 16,4 milyar TL ödenek ayrılmıştı.

XS
SM
MD
LG