Erişilebilirlik

‘Demokrasi Pahasına İstikrar İstemiyoruz’


Geçen yıl Gezi Parkı eylemleri sırasında Türkiye'de demokrasinin geleceğini tartışan Temsilciler Meclisi’ne bağlı ‘Avrupa, Avrasya ve Yükselen Tehditler Alt Komisyonu' 13 ay sonra aynı konuyu Türk ve Amerikalı uzmanların katılımıyla yeniden değerlendirdi

Katılımcı Kongre üyelerinin ve uzmanların çoğu demokrasi yönündeki kaygılara rağmen Türkiye’nin kurumsal temellerinin yeterince güçlü olduğu konusunda görüş birliği içindeydi.

Toplantıyı yöneten alt komisyonun başkanı Dana Rohrabacher, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki son on yılı aşkın dönemde Türkiye’nin önemli ölçüde ekonomik büyüme kaydetmesine rağmen, siyasi özgürlükler alanında aynı karşılaştırmayı ­yapamayacağını söyledi.

Başbakan Erdoğan’ın meşru siyasi muhalefete hoşgörüsüz davrandığını vurgulayan Rohrabacher, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının tehlikeli bir yol izlediğini savundu. Dana Rohrabacher, iktidar partisinin çetin muhalefetle karşılaştığında pazarlık ve tavize başvurmak yerine, uzlaşmaz bir tavır almayı tercih ettiğini belirtti.

Cumhuriyetçi Partili California Milletvekili Rohrabacher, geçen yıl da söylediği gibi eleştirilerinin Türk halkını ve devletini hedef almadığını, Amerikan halkının Türk halkıyla dost olduğunu ve eleştirilerin bu gerçeği değiştiremeyeceğini söyledi. Türkiye’nin, “Amerika’nın stratejik bir konuma sahip ortağı ve değerli bir NATO müttefiki” olduğunu vurgulayan Rohrabacher, Amerika’nın Türkiye’yi “Ortadoğu’nun ucunda istikrarlı bir müttefik olarak” görmek istediğini belirtti, ama “demokrasi pahasına istikrar istemiyoruz” dedi.

Gezi olaylarından sonraki bir yıl içinde AKP hükümetinin demokrasi karnesi, basın özgürlüğü, özellikle Özgürlük Evi’nin (Freedom House) Türkiye basın özgürlüğü raporu, internete getirilen kısıtlamalar, Twitter ve YouTube gibi sosyal medya araçlarına erişim yasakları, 17 Aralık’tan sonraki yolsuzluk ve rüşvet iddiaları, hükümet ve yargı arasında yaşanan gerginlik ve aynı zamanda Başbakan Erdoğan’ın Gülen hareketiyle arasının açılması, üç saate dağılan toplantı sırasında sıklıkla gündeme gelen konular oldu.

Kendisini “Türkiye’nin dostu” diye tanımlayan Temsilciler Meclisi Dışişleri Alt Komisyonu Başkanı Dana Rohrabacher, bu iddiaları duyduğu zaman paniğe kapılmaktan kendini alamadığını kaydetti, “Hangi siyasi parti ya da lider Türkiye’de iktidara gelirse gelsin, basın özgürlüğü gibi kilit sivil toplum kurumlarının çalışmaması durumunda liberal demokrasi asla mümkün olmaz” diye konuştu. Rohrabacher toplantının nedeninin son on yılda iyi yönde ilerlediğini gördükleri Türkiye'de, son dönemdeki gidişatla ilgili kaygılarını, eleştiri olmasa bile önerilerini, "dostlarına anlatmak" olduğunu söyledi.

‘Demokrasi bir otobüs yolculuğu değil’

Açılışta Rohrabacher’dan sonra söz alan Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı Ed Royce daha sert eleştirilerde bulundu. “Son olaylar Başbakan Erdoğan’ın demokratik hedeflerden uzaklaştığına işaret ediyor” diyen Royce, Türkiye’nin daha otoriter bir yönetim altına girmesinden kaygılandığını açıkladı. Demokrasiyi bir “otobüs yolculuğuna” benzeten yorumların kendisini kaygılandırdığını söyleyen Royce, demokrasinin ‘istenen durağa gelince inilen bir otobüs yolculuğu’ gibi değerlendirilmesinin ve muhalefete yönelik zor kullanma politikalarının, endişeleri arttırdığını belirtti. Bu yöntemin geçen yılki Gezi protestoları sırasında görüldüğünü kaydeden Royce, Başbakan Erdoğan’ın eylemleri meşru olmayan bir meydan okuma olarak gördüğünün ve şiddet kullanarak bastırdığının altını çizdi.

Cumhuriyetçi Partili California Milletvekili Ed Royce, AKP hükümetini ayrıca dini özgürlükler alanında da eleştirdi. Amerikan hükümetine bağlı dini özgürlükler komisyonunun 2014 yılı raporuna değinen Royce, Türkiye’de dini özgürlüklere yönelik baskının, diğer insan hakları, ifade, dernek kurma ve toplanma özgürlüğüne yönelik kısıtlamalarla bağlantılı olduğunu söyledi. 2011 yılında yeniden düzenlenen Vakıflar Kanunu’na değinen Royce, dini azınlıklara el konulan mülklerinin söz verildiği gibi bir yıl içinde iade edilmediğini, onun yerine bazı Rum Ortodoks kiliselerinin camiye dönüştürülmesi kararının alındığını savundu. Royce’un, Türkiye’de vakıflara devredilen kilise ve Hristiyan cemaati mülklerinin iadesiyle ilgili kendi sunduğu yasa tasarısı, geçen ay Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu’ndan geçmişti. Ed Royce, Amerikan Kongresi’nin bu tarz tasarılar ve dünkü gibi oturumlar yoluyla, Türk hükümetine demokrasi ve temel insan haklarına bağlılığını yenilemesi gerektiği yönünde net bir mesaj verdiğini savundu.

‘Terör ve aşırı görüşler ortak kaygımız’

Ed Royce’un ardından söz alan Demokrat Partili Massachusetts Milletvekili Bill Keating de konuşmasına Musul’daki Türkiye Başkonsolosluğu’nda, Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) militanları tarafından rehin alınan 49 kişiye değinerek başladı. Keating, rehinelerin bir an önce ailelerine dönmesini umduğunu söyledi.

Keating toplantıdan, Türkiye’deki iç gelişmelerin dış politikası ve doğal olarak Amerika’yla arasındaki “model ortaklık” üzerinde nasıl rol oynadığı ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yaklaştığı bir dönemde mevcut pürüzlerin daha ne kadar devam edeceği sorularına yanıt aradığını belirtti. Amerika ve Türkiye’nin terör ve aşırı görüşler gibi ortak kaygıları bulunduğunu ve bunlarla ortak mücadele etmesi gerektiğinin altını çizen Keating Kongre’nin, Türkiye’deki iç tartışmaların aralarındaki işbirliğini nasıl etkilediğini öğrenmek istediğini kaydetti.

Keating, Türkiye'nin stratejik bir ortak olduğunu ve bunun böyle devam etmesini arzuladıklarını, Türkiye'nin demokratikleşmesinin ve güçlü bir ekonomiye sahip olmasının Amerika'nın çıkarlarıyla örtüştüğünü ve bunun bu yönde ilerlemesini istediklerini söyledi.

Erdoğan birinci turda kazanır’

Oturumda söz alan Özgürlük Evi Avrasya Programları uzmanı Nate Schenkkan, Gezi olaylarından bu yana hükümetin gittikçe daha hoşgörüsüz bir hale geldiğini savundu ve bu eğilimin, özelikle 17 Aralık süreciyle arttığını kaydetti. Schenkkan, hükümetin son bir yıl içinde medya ve diğer araçların bilgi yayma gücünü hedef aldığını söyledi.

Özgürlük Evi uzmanı, Türkiye’deki en kaygı verici gelişmelerden birinin internet yasasındaki değişiklikler olduğunu açıkladı, normalde baskıcı bulduğu yasaya yapılan yeni değişikliklerin internet yasaklarının daha hızlı ve kolay uygulanmasını sağladığını belirtti. 30 bin internet sitesinin Türkiye’de erişime kapalı olduğunu söyleyerek alt komisyon başkanı Rohrabacher’ı şaşırtan Schenkkan, Türk hükümetinin erişim yasakları konusunda şeffaf bir politika izlemediğini savundu, hükümetin özellikle yerel seçim kampanyası sırasında Anayasa Mahkemesi’nin YouTube ve Twitter’a erişim yasaklarını kaldırmasına rağmen ifade özgürlüğü ve bilgi erişim hakkını engellemeye devam ettiğini kaydetti. Schenkkan, son bir yıl içindeki “en kaygı verici gelişmeninse” Milli İstihbarat Teşkilatı’nın yetkilerinin arttırılması olduğunu söyledi.

Nate Schenkkan, birinci turda Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasını beklediği Başbakan Erdoğan’ın ilk önce ‘fiili’ bir başkanlık sistemi oluşturacağını, gelecek yıl yapılacak genel seçimlerden sonra da anayasa değişikliği yoluyla bunu yasal hale getirmeye çalışacağını öne sürdü. Erdoğan’ın ‘ya benimlesin ya da bana karşısın’ yöntemi benimsediği için anayasa reformunun kapsayıcı olmasını ya da başkalarının görüşlerinin alınmasını beklemediğini de kaydeden Schenkkan, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı döneminde kutuplaştırıcı ve kurumları zayıflatıcı bir rol oynayacağından kaygı duyduğunu sözlerine ekledi.

Amerika’nın Ak Parti hükümeti dönemi boyunca yıllarca insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti sorunlarını görmezden geldiğini savunan Özgürlük Evi uzmanı, son 13 ayda Washington’un Türkiye’ye ‘model demokrasi’ olarak bakmaktan vazgeçtiğini belirtti. Nate Schenkkan bununla birlikte Türkiye’de demokratik gelişmenin en önemli yolunun Avrupa Birliği üyeliğinden geçtiğine ve Amerika’nın buna destek vermesi gerektiğine dikkati çekti.

‘İslamlaşma stratejisi’

Nate Schenkkan’dan sonra söz alan Tufts Üniversitesi öğretim üyesi Elizabeth Prodromou da Türkiye’de son bir yılı dini özgürlükler açısından değerlendirdi ve Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı Ed Royce’un açıklamalarına destek verdi. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana dini azınlıkların hakları konusunda az da olsa bir ilerleme yaşandığını söyleyen Dr. Prodromou, 2011’de Vakıflar Kanunu’nda yapılan değişikliğe rağmen başvuru yapan dini cemaatlerden yalnızca yüzde 23’üne, el konulan mülklerinin iade edildiğini açıkladı.

Tufts Üniversitesi öğretim üyesi Prodromou, Trabzon ve İznik’teki Rum kiliselerinin camiye dönüştürülmesine izin verilmesi ve AKP hükümetinin İstanbul’daki Ayasofya Müzesi’ni cami yapma vaatlerinin bir ‘İslamlaştırma stratejisi’ olduğunu savundu. Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun da hala açılmadığına dikkati çeken Prodromou, Türkiye’de Hristiyan toplumların hala din adamı yetiştirmesine engel olunduğunu öne sürdü.

Türkiye’nin dini hoşgörü açısından gerilediğini savunan Elizabeth Prodromou, dışarıda laik demokrasi olarak bilinen Türkiye’nin laiklik anlayışının dini özgürlük anlamına gelmediğini, “devletin din üzerinde mutlak kontrolü” olduğunu söyledi. Prodromou, AK Parti’nin ilk yıllarında Gülen hareketiyle birlikte Sünni Müslümanlar arasında geliştirilen dini hoşgörünün, nüfusun yüzde 20’sini oluşturan Aleviler’e ve diğer dini azınlıklara yansımadığını kaydetti. Elizabeth Prodromou, Türkiye’de Yahudi karşıtlığının arttığına da dikkati çekti, Başbakan Erdoğan’ın “faiz lobisi” ifadesiyle Yahudi lobisine işaret ettiğini savundu.

Ancak oturuma katılan diğer uzmanlar Prodromou’ya katılmadıklarını, çünkü hükümetin önceki yıllarda özellikle Trabzon’daki Sümela Manastırı ve Van’daki Akdamar Kilisesi’ni onararak ibadete açtığına dikkati çekti.

‘Türkiye Ortadoğu’ya yaklaştı’

Türkiye’nin Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde istikrarlı ve zengin bir ülke haline geldiğini söyleyen Washington Enstitüsü Türkiye Araştırmaları Direktörü Soner Çağaptay, Erdoğan’ın mirasının karanlık tarafının ise, özgürlüklere getirilen kısıtlamalar olduğunu belirtti. AKP hükümetinin 2002’de iktidara gelmesinden sonra özgürlükler alanında ilerleme sağladığını kaydeden Çağaptay, son on yılda bu alanda “burun üstü” bir düşüş yaşandığını söyledi. Bu konuda Özgürlük Evi’nin basın özgürlüğü sıralamasına değinen Çağaptay, Türkiye’nin 2005’ten 2013’e kadar olan dönemde yüz üzerinden 14 puan gerilediğine dikkati çekti. Ak Parti’nin demokratik seçimle iktidara geldiğini kaydeden Çağaptay, partinin gittikçe otoriter bir çizgi izlediğini, muhalefete karşı hoşgörüsünü yitirdiğini sözlerine ekledi.

AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin ekseninin ‘Avrupa’dan Ortadoğu’ya kaymasını’ da kaygı verici bir unsur olarak değerlendiren Soner Çağaptay, AKP liderlerinin büyük güç ve nüfuz sahibi bir ülke olmanın yolunu Ortadoğu’ya yaklaşmakta aradığını, ama bunun on yıl sonra bir ‘hesap hatası’ olarak ortaya çıktığını söyledi. Türkiye’nin “Kürtler dışında” Ortadoğu’da müttefiki kalmadığını savunan Çağaptay, Türkiye’nın sınırlarında IŞİD’in ‘Talebanvari’ bir devlet kurmaya çalıştığını belirtti ve bunun büyük bir tehdit haline geldiğini söyledi. Washington Enstitüsü uzmanı, Türkiye, Amerika ve NATO’nun bu tehdide karşı birlikte mücadele etmesi gerektiğini kaydetti. Avrupa Birliği reformlarının Türkiye’nin demokratikleşmesi için gerekli olduğunu savunan Çağaptay, IŞİD tehdidinin Türkiye’yi yeniden Avrupa’ya yaklaştırmak için bir fırsat yarattığını, Washington’un bu fırsatı görmesi gerektiğini söyledi.

‘Türkiye’nin güvenilir muhalefete ihtiyacı var’

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) uzmanı Kılıç Buğra Kanat ise, Kongre alt komisyonunda katıldığı oturumda, Türkiye’de demokratikleşme yönündeki kaygılara rağmen, Ak Parti hükümetinin başarı çizgisi ve buna bağlı olarak yaşanan sosyal ve siyasi değişimlerin, Türkiye’yi demokratik açıdan geriye götürmeyeceğini, otoriter hale getirmeyeceğini savundu. Kanat, “orta sınıfın” yükselişinin son on yılda demokratikleşmeyi mümkün kıldığını, hızlı ekonomik büyümenin küresel olarak daha bütünleşmiş, daha eğitimli bir genç sınıf oluşturduğunu söyledi. Kanat ayrıca AK Parti hükümetinin son on yılda Türkiye’nin en önemli demokrasi sorunlarına, Kürt sorununa ve ordunun siyasete müdahalesine çözümler getirdiğini belirtti.

Yargının Türkiye’de devlet ideolojisini korumada önemli bir siyasi oyuncu olduğunu söyleyen Kılıç Buğra Kanat, referandum ve hukuki reformlarla bu sorunun çözüldüğünü kaydetti. Türkiye’nin daha sivil, çoğulcu ve demokratik bir anayasaya ihtiyacı olduğunun altını çizen Kanat, Türk demokrasisinde yaşanan sorunlarıysa güvenilir bir muhalefet olmamasına bağladı. 2011 genel ve 2014 yerel seçimlerinden sonra Türkiye’nin güvenilir bir muhalefete sahip olmadığını gösterdiğini söyleyen Kanat, güçlü bir muhalefetin orta sınıfa daha demokratik, kapsayıcı ve temsil edici bir vizyonla bağlanabileceğini belirtti.

‘Basın özgürlüğü’ tartışması

Basın özgürlüğü konusunda derin yapısal sorunların olduğunu savunan SETA uzmanı Kılıç Buğra Kanat, Türkiye’de ortalama 5 milyon tirajlı 40 kadar gazete bulunduğunu, bunların yüzde 60-65’inin hükümet karşıtı olduğunu söyledi. Özellikle muhalefet gazetelerini “çoğulculuktan uzak ve homojen” olmakla suçlayan Kanat, bu gazetelerde hükümet yanlısı yazı yazanların derhal işlerinden çıkarıldığını savundu.

Bunun üzerine oturum başkanı Dana Rohrabacher araya girerek “Şunu not etmekte yarar var” dedi ve salonda oturumu izleyen gazetecilerin varlığına işaret ederek, “bu gazeteciler yöneticilerinin peşlerinden gitmezse işlerinden olacaklar” diye konuştu.

Kanat’a yanıt vermek için söz alan Özgürlük Evi uzmanı Nate Schenkkan, Türkiye’de sıklıkla, “hatta yüzlerce kez” yaşanan durumun, hükümeti eleştiren gazetecilerin kovulması olduğunu söyledi. Schenkkan, bu kişilerin “doğrudan hükümetin müdahalesiyle, hükümet yetkililerinin gazetelere ve medya sahiplerine doğrudan müdahalesiyle” kovulduğunu, bunun da doğrulandığını kaydetti. Schenkkan, bu gazetecilere “dava açıldığını, ceza ve tazminat davalarıyla karşı karşıya kaldıklarını, belli tarzda haber yazdıkları için hapsedildiklerini” sözlerine ekledi.

‘Cadı avı’

Oturumda söz alan Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) Washington Temsilcisi Hakan Taşçı, Türkiye’deki hukuki sorunların yanı sıra ekonomik ve siyasi kontrol mekanizmasının aşınmasının yatırımcıları kaygılandırdığını belirtti. Hükümetin otoriter eğilimlerini Gezi Parkı eylemcilerine karşı güç kullanmasıyla gösterdiğini belirten Taşçı, Başbakan Erdoğan’ın Gezi olaylarını hükümetini yıkmayı amaçlayan uluslararası komplo olarak, muhalefetiyse hain olarak gördüğünü söyledi.

Erdoğan’ın sivil toplumu bastırma hırsının, hükümet ve Gülen hareketi gibi bağımsız gruplar arsındaki gerginliği arttırdığını kaydeden TUSKON Washington temsilcisi Taşçı, Başbakan’ın kendisini ve hükümetini hedef alan yolsuzluk soruşturmasını ‘Gülen hareketinin darbe girişimi’ olarak yorumladığını belirtti. Hakan Taşçı, Başbakan Erdoğan’ın Gülen hareketine karşı başlattığı antidemokratik girişimlerini açıkça kabul ettiğini, neredeyse bir ‘cadı avı’ yürüterek, binlerce devlet memurunu görevden aldığını sözlerine ekledi.

XS
SM
MD
LG