60 yaşındaki Mevlüt Çiçek, İzmir Konak’ta her akşam arabasıyla kokoreç satıyor. Belediyeden izinsiz seyyar satıcılık yaptığı için bugüne kadar zabıtanın kestiği yüklü cezalarla karşı karşıya kalmış. VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Çiçek, “Bana bir saatin içinde üç defa ceza yazdılar. Bugünün şartlarında bir ceza, 257 lira, peşin ödediğimizde 205 lira. Bir saatin içinde 600 küsur lira ceza kesildi. Şimdiye kadar kesilen cezalar klasör olarak evimde duruyor. Normal bir dükkan sahibi ne kadar vergi veriyorsa ben ondan fazla ceza vermişimdir” dedi.
Çiçek, zabıta engeline takılmamak içinse geceleri sokağa çıkıyor. Akşam 8’den sabah 4’e kadar kokoreç satıyor. İsteği, belediye tarafından kayıt altına alınarak güvenceli şekilde çalışmak.
Çiçek, “Seyyarlar kayıt altına alsın, hijyenine dikkat etsin, kayıt altına alınınca vergi de olur, BAĞ-KUR da olur. Ben giderim Maliye’ye kayıt olurum, vergimi de veririm. Belediye de yer gösterirse bu iş kökten çözülür” şeklinde konuştu. Çiçek, dükkan işlettiği dönemde sigortasını ödediği için bugün emekli. Sigortasız çalıştığı dönemde eşini ve çocuğunu hastaneye götürmekte, ilaç almakta ne kadar zorlandığını unutmuyor. Emekliliğini, en büyük şansı olarak görüyor. Ancak sokak satıcılarının çoğunluğu onun kadar şanslı değil.
Emekleri görünmez olsa da ekonomiye katkıları çok büyük
Uzun yıllar birçok ülkede seyyar satıcıların yaşadığı sıkıntılarla ilgili çalışmalar yürüten ‘sokak ekonomisti’ Dr. Osman Sirkeci, mevcut Kabahatler Kanunu ve Belediyeler Kanunu’nun belediyenin izin vermediği yerlerde yürütülen seyyar faaliyetleri cezalandırdığını kaydetti.
Sirkeci, seyyar satıcıların güvencesizlik sorununu şöyle anlattı: “Birincisi, bulunduğun yerden çeşitli biçimde itilmek, kakılmak, oradan başka bir yere sürülmek gibi riskleri var. İkincisi ne sıcakta ne yağmurda ne soğukta bu kişilerin hiçbir güvenceleri yok. Ne de sağlık güvenceleri var. Sokak satıcılığı zor, ağır bir meslektir. Bir insan 50-60 yaşından sonra bu işi nasıl yapar? Bunun bir emekliliği ve sosyal güvencesi de yok.”
VOA Türkçe’ye konuşan Sirkeci’nin aktardığı bilgilere göre, sokak satıcılarının yalnızca yüzde 10’u belediyelerin izni altında. Geri kalanı ise Türkiye’de sayıları 8 milyon olarak tahmin edilen güvencesiz çalışanların önemli bir parçasını oluşturuyor. Sirkeci, “Biz bu milyonlarca insanın, kendi kendilerine yarattıkları geçim kaynağını güvence altına alamazsak, onlar zaten sistem için sorun olur” ifadesini kullandı.
Sokak ekonomisinin ülke ekonomisinde önemli bir yer tuttuğunu vurgulayan Sirkeci, “Sokak ekonomisi kamusal alanlarda yürütülen bütün sosyal ve iktisadi fayda üreten faaliyetlerin toplamıdır. Midye satıcısından baloncuya, pamuk helvacıdan geri dönüşümcüye kadar 200’den fazla iş kolu sayılabilir. 2022 gerçekleşen bütçe tahminlerine göre bu bütçenin içinde yüzde 7-8 oranındaki bir payı, bu hesaba katılmayan sokak emekçileri gerçekleştiriyor. Gelir Vergisi Kanunu’nda ‘seyyar olarak yapılan işler’ tanımı altında, ‘sermayesi daha çok beden gücüne dayanan işler, kayıtları mümkün, vergiden muaf faaliyetlerdir’ diye tanımlanmış. Ama sistem son 50 yıldır bütün dünyada, Çin’den, Avrupa’ya kadar sokaklardaki satıcıları, sokak ekonomisini kentin kirliliği olarak algılamış. Dolayısıyla yok edilmesi gerektiğini düşünmüş. Ülkemizde de geçmişten bu yana zabıta gücüyle bu yok edilmeye çalışılıyor” dedi.
“Devlet seyyar satıcıları vergilendirmek yerine ödüllendirmelidir”
Mevzuatın belediyelere kendi bölgeleri içindeki seyyar faaliyetlerin kayıt altına alınabilmesi olanağını sunduğunu söyleyen Sirkeci, tüm seyyar satıcıların güvencesizlikten kurtarılması çağrısında bulundu. Dünyada bunun örnekleri olduğunu vurgulayan Sirkeci, “Bütün dünyada örnek alınan uygulama Hindistan’dır. Nüfusu bugün 1,5 milyara yakın Hindistan’da 100 milyona yakın sokak satıcısı ve sanatçısı olduğu tahmin ediliyor. Bu konu, 2014’te kabul edilen bir kanunla, bütün ülkede 8 bin adet seyyar esnaf ve sanatkarlar kasaba meclisleri kurularak, içinde yerel yönetimin, merkezi idarenin ve sokaklardan seçilmiş seyyar esnaf temsilcilerinin katılımıyla oluşturulan bu meclislerin uhdesine verildi. Hindistan tüm dünyaya yeni bir vizyon açtı. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki eyaletlerde de benzer yasalar hayata geçti. Çin 80’li yıllarda kentlerin gelişmişliğinin göstergesi olarak yasakladığı seyyar satıcılığa yönelik yasağı kaldırdı. Çin'in birçok eyaletinde 1 milyon tezgah bizzat yerel yönetimler tarafından imal edilip seyyarlara verildi” diye konuştu.
Türkiye’de seyyar satıcıların sosyal sigorta sistemine de dahil edilebileceğini belirten Sirkeci, “Bir geri dönüşümcü de, bir mısır satıcısı da, bir midyeci de asgari ücretin yarısına tekabül eden bir sosyal güvenlik primini ödemeye razı olduğunu söylüyor. Biz SGK'ya bunların sigorta maliyetlerinin yüzde 50'sinin kamu tarafından karşılanıp diğer yüzde 50’sini de kendilerinin ödemelerini öneriyoruz. 8 milyon seyyar satıcıyı bırakın, 1 milyon kişiyi biz yeniden SGK kapsamına alabilsek, milyonlarca lira değerinde SGK kasasına prim girer. Sosyal güvenlik kapsamı bakımından böyle bir uygulama yapılabilir. Vergi konusunda ise, Gelir Vergisi Kanunu sermayeden çok beden gücüyle yapılan işleri, yanında işçi çalıştırmamak, bir yeri kiralamamak koşuluyla vergi kaydını mümkün ama bunu vergiden muaf esnaf statüsüne alıyor. Zaten asgari ücret kadar elde edilen gelirler de dünyanın birçok yerinde otomatik olarak vergiden muaftır. Bugüne kadar hiçbir teşvik ve destek alınmadan sürdürülen hem kendi kendine istihdam sağlayan hem de dar gelirlinin daha ucuz girdi ihtiyaçlarını gideren ve gayri safi milli hasılaya her yıl yüzde 10 kadar katkı sağlayan bir kümeyi, devlet vergilendirmek yerine ödüllendirmelidir” dedi.
“Sokakların kendi hukuku vardır”
Belediyelerin seyyar satıcıları kayıt altına almaktan çekinmesinde, esnaf odalarının gösterdiği tepki önemli bir yer tutuyor. Sirkeci, “sokak satıcılığına tamamen izin verilirse herkes dükkan açmak yerine sokak satıcısı olmayı seçmez mi?” sorusuna ise, “Bu konuda kaygıya gerek yok. Yüzlerce yıldır başka ülkelerde de sokak faaliyetleri yasalarla düzenlenmiş. Sokakların kendi hukuku da vardır. O hukuka göre hiçbir gevrekçi, gevrek fırınının önünde gevrek satmaz. Hiçbir seyyar sebze meyve satıcısı, gidip tezgahını bir manavın önüne koymaz. Bir seyyar pilavcı götürüp bir lokantanın önünde pilav satmayı düşünmez. Dolayısıyla bu kaygı realiteyle örtüşmüyor. Serbest piyasa ekonomisinde, pazara giriş ve çıkış serbesttir. Eğer pazara giriş ve çıkış serbest olsaydı, bugün zayıf ve örgütsüz olan bu sokak emekçilerine karşı bu kadar dışlama ve horlama da mümkün olmazdı. Ama örgütlü olan tabakalar, kendi hukuklarını daha iyi oluşturuyorlar ve yerel yönetimlerde, merkezi idarede onların lehine olan hukuki uygulamalar daha fazla görünüyor. Karşı tarafın örgütsüzlüğü, dağınıklığı, haklarının farkında olmayışı, malının ellerinden alınma korkusu onlara zaten yüz yıldır yetmiş durumda” dedi.
“İşsizlik seyyara ilgiyi arttırdı”
Sokak emekçilerinin sorunları çözülse de çözülmese de seyyar kokoreççi Çiçek’e göre herkes kendini bir gün sokakta seyyar satıcı olarak bulabilir. İşsizliğin artmasıyla seyyar satıcılığa yönelenlerin arttığını anlatan Çiçek, “Üniversite mezunları geliyorlar, ‘bize bunu öğret’ diyorlar. Türkiye şartlarında seyyar satıcılık yapmaya mecburuz. Devletten iş istemiyoruz, maaş istemiyoruz ama devlet de buna yıllardır bir çözüm bulamadı” diye konuştu.