WASHINGTON —
Gezi Parkı protestolarına hükümetin müdahalesinin ardından Türkiye’nin iç ve dış politikası Kongre’de bir kez daha mercek altına alındı.
Bu kez Senato Dış İlişkiler Komisyonu’na bağlı Avrupa İşleri Alt Komisyonu, “Türkiye nereye gidiyor? Gezi Parkı, Taksim Meydanı ve Türk Modelinin Geleceği” konulu bir oturumda uzmanların görüşlerini dinledi. Ancak bu oturumda, Haziran ayında Temsilciler Meclisi alt komisyonundaki gibi Türk konuşmacılara yer verilmedi, yalnızca Amerikalı uzmanlar dinlendi.
Oturuma başkanlık eden Demokrat Partili Connecticut Senatörü Chris Murphy, Türkiye’nin siyasetini değerlendirmeye alma nedenini açıklarken, “Türkiye’nin, özellikle demokrasisinin kalitesi konusunda aldığı yön, Amerika ve bölge çıkarları açısından büyük önem arz ediyor” şeklinde konuştu.
Türkiye’yi son sekiz yıldır üç kez ziyaret ettiğini belirten Senatör Murphy, Erdoğan hükümetinin Türkiye’yi büyük bir bölgesel ekonomik ve siyasi güç haline getirmesini şaşkınlıkla izlediğini, bunu Avrupa ve Amerika’yla ilişkilerine borçlu olduğunu söyledi. Ama Murphy son dönemde Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin tartışmalı yasalar geçirdiğini, zaman zaman basın ve son dönemde de siyasi özgürlükleri baskı altına aldığını kaydetti.
Gezi Parkı protestolarına değinen Christopher Murphy, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın protestolara yanıtının, halihazırda olduğu gibi demokratik seçimlerle iktidara gelmiş popüler bir liderden öte, daha çok savunma konumundaki bir diktatörle bağdaştığını söyledi. Murphy, Gezi Parkı protestolarından sonra devam eden tutuklamaların, protestoculara sert muamelenin, (Başbakan’ın) Twitter ve Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerini kötülemesinin, bazen ince, bazen de incelikten uzak bir şekilde Yahudi diasporasına ve Batılı hükümetlere suçlamalar yöneltmesinin, Türkiye’yi eleştirenleri olduğu kadar dostlarını da kendinden uzaklaştıracağı uyarısında bulundu.
Türkiye’nin laik geleneklerini ve dini özgürlüklerini, hem çıkarları, hem de demokratik Türk değerleri doğrultusunda dengelemek gibi zor bir görevle karşı karşıya olduğuna dikkati çeken Senatör Murphy, Türkiye’nin bu dengeleme çabalarını idare sürecinin, Amerika’nın çıkarları açısından öneme sahip olduğuna dikkati çekti.
Türkiye’nin iç ve dış politikasının “akışkan” bir durumda olduğunu savunan Christopher Murhpy, Arap Baharı gibi bölgesel değişimlerin tam anlamıyla Türkiye’nin çıkarına hizmet etmediğini, İsrail’le ilişkilerinin bozulmasının Ortadoğu’daki en önemli istikrar unsurlarından birini tehdit ettiğini, ama iki ülke arasındaki son yakınlaşma sürecinin Amerika’nın bu iki önemli müttefiki arasındaki ilişkileri derinleştirmesini umduğunu söyledi.
Jenny White: ‘Erdoğan toplumu kutuplaştırıyor’
Senato alt komisyonundaki Türkiye konulu oturumda söz alan konuşmacılardan Boston Üniversitesi Antropoloji Profesörü Jenny White, Gezi Parkı protestolarının laik-dindar çatışmasından öte iktidar partisine yönelik geniş kapsamlı bir memnuniyetsizlik olduğunu savundu. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin, önceki yönetimler gibi, demokrasiyi “çoğunluğun idaresi” olarak algıladığını belirten White, seçimleri kazanan partinin kendi değerlerini topluma empoze etmeyi kendisine hak gördüğünü söyledi ve bu anlamda geçmişteki türban yasağıyla şimdiki alkol yasağının bir fark içermediğini ileri sürdü.
Türkiye uzmanı Jenny White, hükümeti tek yanlı kararlar almakla suçladı ve yurttaşların, uzmanların ve hatta parlamentonun bile görüşünü almadığını savundu. Çevreyi koruyan yasaların zayıflatıldığını söyleyen White, Türkiye’deki kentsel dönüşüm projelerine dikkati çekti, bunların çevreye zarar verdiğini, kitleleri yerlerinden ettiğini, AKP’ye yakın bağlantılara sahip özel sektörün kamu arazilerindeki geliştirme projeleri sayesinde kazanç sağladığını, bunun da yolsuzluk iddialarına neden olduğunu kaydetti.
Antropoloji Profesörü Jenny White, AKP hükümetinin tepki çeken uygulamalarından birinin de şeriatçı el Nusra örgütünün sınırdan serbestçe girip çıkmasına izin vererek Türk toplumunu, özellikle Aleviler ve Sünniler arasında kutuplaştırması olduğuna dikkati çekti. White, Başbakan Erdoğan’ın da zaman zaman Aleviler hakkındaki yorumlarıyla kutuplaştırmaya katkıda bulunduğunu öne sürdü.
AKP hükümetinin 2002 yılında iktidara geldiğinden bu yana siyasi yelpazenin her kesiminden insanı kendisine çektiğini belirten White, buna ekonomik büyüme, altyapı yenilenmesi, Avrupa Birliği üyelik sürecinin canlanması, ceza yasasının kadın haklarını koruyacak şekilde değiştirilmesi, askerlerin siyaseten uzaklaştırılması ve Kürtler’e haklarının iade edilmesi gibi icraatlarının da katkısı olduğunu belirtti. Bununla birlikte White, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin bunca açılımdan sonra lastik gibi geri kapandığını, hoşgörüsüzlüğün, tek adam yönetiminin, otoriterliğin baskın olduğu dönemlere geri dönüldüğünü savundu.
Gezi Parkı protestolarının sonucunu değerlendiren White, en önemli sonucun yeni bir seçmen kitlesinin ortaya çıkması olduğunu, bu kitlenin hiçbir parti ya da ideolojik grubu temsil etmediğini söyledi. Protestocuların, sol, sağ, muhafazakar, liberal, dindar, laik kesimlerden geldiğini, hatta AKP seçmenlerinin bile bulunduğunu söyleyen Jenny White, hükümetin iddia ettiği gibi eylemleri dış mihrakların yönlendirmediğini, protestocuların hükümeti yıkmak istemediğini belirtti. White, “Gençler ve kadınlar Türk siyasi hayatında çok az söz hakkına sahip. Sokaklara dökülmek, kendilerini duyurabilmek için tek yoldu” diye konuştu.
Antropoloji profesörü White Türkiye için iki olasılık çizdi. Bu olasılıklardan birinin Başbakan Erdoğan’ın gerçekten ödün verip, 20’nci yüzyıla özgü tek adam yöneticiliği tarzındaki devlet adamlığı anlayışından, farklı çıkar ve yaşam tarzlarını beceriyle idare eden bir devlet adamlığı anlayışına geçmeyi kabul etmesi olduğunu, diğerininse toplumu daha fazla kutuplaştırması olduğunu kaydetti. White, Türkiye’de sistemin yeterli derecede istikrarlı olmakla birlikte, şiddete yatkın bir dip akıntı olduğunu, Erdoğan’ın kurallarını zorlamak için destekçilerini kasıtlı olarak sokak şiddetine teşvik edebileceği yönünde kaygılar olduğunu söyledi.
James Jeffrey’den sorunları ‘özel ortamlarda’ görüşme önerisi
Senato Avrupa İşleri Alt Komisyonu’nun Türkiye oturumuna katılan Amerika’nın eski Ankara büyükelçilerinden James Jeffrey, sözlerine Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetini şimdilik tehlikede görmediğini, Türkiye’de çok güçlü ve etkili bir siyasi güç olduğunu söyleyerek başladı.
Eski büyükelçi Jeffrey, Türkiye’nin içinde ve dışında çok sayıda kişinin ülkenin, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi başarılı, açık bir demokrasi olup olmayacağını, güvenilir bir güvenlik ortağı olarak kalıp kalmayacağını sorguladığına dikkati çekerek, Gezi Parkı gösterilerinin ardında yatan sorunları kavrama ve siyasi süreci ona göre düzenleme konusunda Türklerin bir fırsatı olduğunu savundu.
Türkiye’yi bağımsız bir aktör olarak gördüğünü söyleyen Jeffrey, daha çok Brezilya Hindistan’a benzettiğini ve kendine özel karakteristikleri olduğunu savundu.
Türkiye’de yıllardır Amerika’nın halk arasında popüler olmadığına dikkati çeken Jeffrey, hükümetlerin bu sorunla sürekli başa çıktığını ve bunu Ankara-Washington ilişkilerine yansıtmadığını söyledi. Jeffrey, ikinci olarak da Türkiye’nin NATO bünyesinde ve Amerika’nın güvenliği açısından önemli bir ortak olduğunu, Afganistan ve Ortadoğu’da işbirliği yaptıklarını hatırlattı.
Türkiye’deki gelişmelerle ilgili olarak Amerikalı yetkililerin kamuoyuna yaptığı açıklamalarda kendilerini kısıtladığına dikkati çeken eski Büyükelçi Jeffrey, bunu doğru bulduğunu, Türkiye’nin ve Başbakan Erdoğan’ın açıkça kınanmasının, geçmiş krizlerde de gördüğü gibi Amerikan yönetimi açısından verimli sonuçlar doğurmayacağını söyledi. Jeffrey, Amerika’nın Türkiye’deki sorunları dinlemeye hazır muhataplarıyla “özel ortamlarda, belli bir dereceye kadar da kamuya açık şekilde” dürüstçe tartışmak gerektiğini savundu.
Gezi protestolarında Başbakan Erdoğan’ın tavrı ve olaylara Amerika’nın nasıl tepki vermesi gerektiği sorulan eski Büyükelçi James Jeffrey, geçmişte Bağdat’ta da büyükelçilik yaptığı için, Erdoğan’ın Irak Başbakanı Nuri el Maliki gibi çoğunlukçu bir bakış açısına sahip olduğunu söyledi.
Erdoğan’ın protestolara ‘ihanet’ gözlüğünden baktığını söyleyen Jeffrey, bunu yanlış bir tepki olarak değerlendirdi. Jeffrey bunun Türk demokrasisini tehlikeye attığını söylemekle birlikte, Türk demokrasisinin öldüğü anlamına gelmediğini, bu süreçte kararın Türk halkına bırakılması gerektiğini savundu.
Başbakan Erdoğan’ın Türkiye için iyi olduğu yönünde Robert Wexler’in görüşünü paylaştığını söyleyen Jeffrey, aynı şekilde Turgut Özal’ın da askerlerin görüşlerinin aksine 1983’te seçilmesinin Türkiye için iyi olduğunu düşündüğünü belirtti.
Jeffrey, Amerika’nın tepki vermesinden öte tepkinin Türk halkına bırakılması, ama resmi görüşlerin özel ortamlarda resmi muhataplara iletilmesi gerektiğini dile getirdi.
Suriye’den İran’a kadar birçok bölgesel sorun yaşandığını hatırlatan James Jeffrey, “Türkiye’yi yanımızda görmek istiyoruz ve Türkiye’nin de bize ihtiyacı var. Ama Amerika’dan Anadolu’ya kadar, hepimiz istikrarlı demokratik Türkiye’ye gereksinim duyuyoruz” diye konuştu.
Robert Wexler: ‘Türkiye’deki İslamcılar farklı’
Temsilciler Meclisi’nin Demokrat Partili eski Florida Milletvekili Robert Wexler de, Senato alt komisyonunun Gezi Parkı konulu oturumunda söz alan konuşmacılardan biriydi. Kongre Türkiye Dostluk Grubu’nun eski eş başkanı Robert Wexler, konuşmasına Gezi Parkı olaylarının Arap Baharı ayaklanmalarından farklı olduğunu söyleyerek başladı. “Protestocuların Başbakan (Erdoğan’ın) idaresine karşı hem tarz hem de içerik olarak yaşadığı hayal kırıklığı, bölgedeki diktatörlük rejimlerine karşı yürütülen ayaklanmalarla hiçbir ilişkiye sahip değil” diye konuşan Wexler, bununla birlikte son protesto eylemlerinin Türk toplumu içindeki bir bölünmeyi yansıttığının da kuşku götürmediğini belirtti.
Amerikan Kongresi’nin Türkiye yanlısı eski üyelerinden Wexler, Washington’un Başbakan Erdoğan’ı “en aklı başında yola” teşvik etmesi gerektiğini savundu, Erdoğan’ın basın özgürlüğünü kısıtlamak ve muhaliflerini etkisiz hale getirme yerine, “Türkiye’nin etkileyici başarılarına” vurgu yapması gerektiğini söyledi.
Erdoğan’ın son on yıl içinde Türk demokrasisini temel anlamda güçlendirdiğini, askerler üzerinde sivil otorite kurduğunu, harika bir ekonomik başarıya imza attığına dikkati çeken Robert Wexler, Türkiye’nin on yılda yoksulluğu yüzde 28’den yüzde 18’e düşürdüğünü, Erdoğan’ın Türkiye’yi 2023’e kadar en büyük on ekonomiden biri haline getirme hedefinin takdire değer bir hedef olduğunu, Türkiye’nin IMF’ye borçlarını ödediğini ve yıllar süren kanlı çatışmalardan sonra Kürt nüfusuyla barış süreci başlatmaya karar verdiğini hatırlattı. Wexler, Türkiye’de demokrasinin geliştiğinin en iyi örneklerinden birinin askeri darbe olasılığının ortadan kalkması olduğunu söyledi, “Başbakan Erdoğan, Atatürk’ten bu yana en kayda değer Türk lideri olma yolunda” diye konuştu.
Bununla birlikte Wexler, Erdoğan’ın bu başarıları göz önünde bulundurarak, Türkiye için koyduğu vizyona duyduğu güveni yansıtması gerektiğini savundu. Bu noktada eleştirilerini esirgemeyen eski Temsilciler Meclisi üyesi, hükümetin Gezi protestolarının uluslararası komplolarla bağlantılı olduğunu açıklamasının, ‘faiz lobisi’ ifadesiyle ‘talihsiz Yahudi karşıtı imalara’ başvurmasının, Türkiye’nin bu başarılarıyla ve Avrupa Birliği hedefleriyle bağdaşmadığının altını çizdi.
Wexler, “Yönetim, muhalif seslerin meşruiyetini ellerinden almaya çalışmak yerine sorumlu bir şekilde yapılan reform çağrılarına kucak açmalı, Türkiye’deki kişisel hakların ve demokratik kurumların ne kadar yerleştiğini görmekten gurur duymalıdır” diye konuştu.
Toplumun belli kesimlerini etiketlemenin yanlış olduğunu savunan Wexler, bunun siyasi ortamda yanlış kavramlara yol açacağını savundu. Robert Wexler, “Türkiye’de İslamcı diye anılan biri, bölgedeki başka İslamcılar’dan bariz bir şekilde farklı. Kendi yaşadığım deneyimlerde, Adalet ve Kalkınma Partisi üyelerinin sıklıkla Türkiye’de laik diye adlandırılan partilerden daha Amerika yanlısı, daha piyasa ekonomisine bağlı ve daha gerçekçi olduklarını gördüm” diye konuşan Wexler, Türkiye’nin İsrail’le diplomatik kriz yaşadığı dönemlerde bile iki ülke arasındaki ticaretin arttığını hatırlattı.
Bölgesel sorunların çözümünde Türkiye’yle yakın işbirliğinin Amerika’nın ulusal çıkarlarına daha iyi hizmet edeceğini savunan Robert Wexler, İsrail ve Filistinliler arasında görüşmelerin yeniden başlayacağı bir dönemde Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilerin de normalleştirilmesinin önemine işaret etti.
Kurt Volker: ‘Erdoğan’ı kınamamalıyız’
Arizona Üniversitesi McCain Uluslararası Liderlik Enstitüsü Başkanı Kurt Volker da, Türkiye’de yaşanan olaylardan dolayı Başbakan Erdoğan’ın kınanmaması gerektiğini savundu. “Erdoğan’ı kınamamalıyız, ama inandığımız ve Türk halkının büyük kesiminin kendi toplumlarında gerçekleşmesini istediği demokratik değerler hakkında güçlü bir şekilde sesimizi yükseltmeliyiz” diye konuşan emekli büyükelçi Volker, Türkiye’yle stratejik ilişkiler ve demokrasi tartışması arasında seçim yapılmaması gerektiğini söyledi.
Türkiye’nin Suriye’deki iç savaşta kritik öneme sahip olduğunu vurgulayan Kurt Volker, Amerika’nın Türkiye’ye stratejik ilişkiler kurarken, diğer yandan da demokratik değerlerin savunulması gerektiğini, taraflardan birini kınamak ya da desteklemek şeklinde yaklaşım sergilememeleri gerektiğini belirtti.
Bu kez Senato Dış İlişkiler Komisyonu’na bağlı Avrupa İşleri Alt Komisyonu, “Türkiye nereye gidiyor? Gezi Parkı, Taksim Meydanı ve Türk Modelinin Geleceği” konulu bir oturumda uzmanların görüşlerini dinledi. Ancak bu oturumda, Haziran ayında Temsilciler Meclisi alt komisyonundaki gibi Türk konuşmacılara yer verilmedi, yalnızca Amerikalı uzmanlar dinlendi.
Oturuma başkanlık eden Demokrat Partili Connecticut Senatörü Chris Murphy, Türkiye’nin siyasetini değerlendirmeye alma nedenini açıklarken, “Türkiye’nin, özellikle demokrasisinin kalitesi konusunda aldığı yön, Amerika ve bölge çıkarları açısından büyük önem arz ediyor” şeklinde konuştu.
Türkiye’yi son sekiz yıldır üç kez ziyaret ettiğini belirten Senatör Murphy, Erdoğan hükümetinin Türkiye’yi büyük bir bölgesel ekonomik ve siyasi güç haline getirmesini şaşkınlıkla izlediğini, bunu Avrupa ve Amerika’yla ilişkilerine borçlu olduğunu söyledi. Ama Murphy son dönemde Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin tartışmalı yasalar geçirdiğini, zaman zaman basın ve son dönemde de siyasi özgürlükleri baskı altına aldığını kaydetti.
Gezi Parkı protestolarına değinen Christopher Murphy, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın protestolara yanıtının, halihazırda olduğu gibi demokratik seçimlerle iktidara gelmiş popüler bir liderden öte, daha çok savunma konumundaki bir diktatörle bağdaştığını söyledi. Murphy, Gezi Parkı protestolarından sonra devam eden tutuklamaların, protestoculara sert muamelenin, (Başbakan’ın) Twitter ve Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerini kötülemesinin, bazen ince, bazen de incelikten uzak bir şekilde Yahudi diasporasına ve Batılı hükümetlere suçlamalar yöneltmesinin, Türkiye’yi eleştirenleri olduğu kadar dostlarını da kendinden uzaklaştıracağı uyarısında bulundu.
Türkiye’nin laik geleneklerini ve dini özgürlüklerini, hem çıkarları, hem de demokratik Türk değerleri doğrultusunda dengelemek gibi zor bir görevle karşı karşıya olduğuna dikkati çeken Senatör Murphy, Türkiye’nin bu dengeleme çabalarını idare sürecinin, Amerika’nın çıkarları açısından öneme sahip olduğuna dikkati çekti.
Türkiye’nin iç ve dış politikasının “akışkan” bir durumda olduğunu savunan Christopher Murhpy, Arap Baharı gibi bölgesel değişimlerin tam anlamıyla Türkiye’nin çıkarına hizmet etmediğini, İsrail’le ilişkilerinin bozulmasının Ortadoğu’daki en önemli istikrar unsurlarından birini tehdit ettiğini, ama iki ülke arasındaki son yakınlaşma sürecinin Amerika’nın bu iki önemli müttefiki arasındaki ilişkileri derinleştirmesini umduğunu söyledi.
Jenny White: ‘Erdoğan toplumu kutuplaştırıyor’
Senato alt komisyonundaki Türkiye konulu oturumda söz alan konuşmacılardan Boston Üniversitesi Antropoloji Profesörü Jenny White, Gezi Parkı protestolarının laik-dindar çatışmasından öte iktidar partisine yönelik geniş kapsamlı bir memnuniyetsizlik olduğunu savundu. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin, önceki yönetimler gibi, demokrasiyi “çoğunluğun idaresi” olarak algıladığını belirten White, seçimleri kazanan partinin kendi değerlerini topluma empoze etmeyi kendisine hak gördüğünü söyledi ve bu anlamda geçmişteki türban yasağıyla şimdiki alkol yasağının bir fark içermediğini ileri sürdü.
Türkiye uzmanı Jenny White, hükümeti tek yanlı kararlar almakla suçladı ve yurttaşların, uzmanların ve hatta parlamentonun bile görüşünü almadığını savundu. Çevreyi koruyan yasaların zayıflatıldığını söyleyen White, Türkiye’deki kentsel dönüşüm projelerine dikkati çekti, bunların çevreye zarar verdiğini, kitleleri yerlerinden ettiğini, AKP’ye yakın bağlantılara sahip özel sektörün kamu arazilerindeki geliştirme projeleri sayesinde kazanç sağladığını, bunun da yolsuzluk iddialarına neden olduğunu kaydetti.
Antropoloji Profesörü Jenny White, AKP hükümetinin tepki çeken uygulamalarından birinin de şeriatçı el Nusra örgütünün sınırdan serbestçe girip çıkmasına izin vererek Türk toplumunu, özellikle Aleviler ve Sünniler arasında kutuplaştırması olduğuna dikkati çekti. White, Başbakan Erdoğan’ın da zaman zaman Aleviler hakkındaki yorumlarıyla kutuplaştırmaya katkıda bulunduğunu öne sürdü.
AKP hükümetinin 2002 yılında iktidara geldiğinden bu yana siyasi yelpazenin her kesiminden insanı kendisine çektiğini belirten White, buna ekonomik büyüme, altyapı yenilenmesi, Avrupa Birliği üyelik sürecinin canlanması, ceza yasasının kadın haklarını koruyacak şekilde değiştirilmesi, askerlerin siyaseten uzaklaştırılması ve Kürtler’e haklarının iade edilmesi gibi icraatlarının da katkısı olduğunu belirtti. Bununla birlikte White, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin bunca açılımdan sonra lastik gibi geri kapandığını, hoşgörüsüzlüğün, tek adam yönetiminin, otoriterliğin baskın olduğu dönemlere geri dönüldüğünü savundu.
Gezi Parkı protestolarının sonucunu değerlendiren White, en önemli sonucun yeni bir seçmen kitlesinin ortaya çıkması olduğunu, bu kitlenin hiçbir parti ya da ideolojik grubu temsil etmediğini söyledi. Protestocuların, sol, sağ, muhafazakar, liberal, dindar, laik kesimlerden geldiğini, hatta AKP seçmenlerinin bile bulunduğunu söyleyen Jenny White, hükümetin iddia ettiği gibi eylemleri dış mihrakların yönlendirmediğini, protestocuların hükümeti yıkmak istemediğini belirtti. White, “Gençler ve kadınlar Türk siyasi hayatında çok az söz hakkına sahip. Sokaklara dökülmek, kendilerini duyurabilmek için tek yoldu” diye konuştu.
Antropoloji profesörü White Türkiye için iki olasılık çizdi. Bu olasılıklardan birinin Başbakan Erdoğan’ın gerçekten ödün verip, 20’nci yüzyıla özgü tek adam yöneticiliği tarzındaki devlet adamlığı anlayışından, farklı çıkar ve yaşam tarzlarını beceriyle idare eden bir devlet adamlığı anlayışına geçmeyi kabul etmesi olduğunu, diğerininse toplumu daha fazla kutuplaştırması olduğunu kaydetti. White, Türkiye’de sistemin yeterli derecede istikrarlı olmakla birlikte, şiddete yatkın bir dip akıntı olduğunu, Erdoğan’ın kurallarını zorlamak için destekçilerini kasıtlı olarak sokak şiddetine teşvik edebileceği yönünde kaygılar olduğunu söyledi.
James Jeffrey’den sorunları ‘özel ortamlarda’ görüşme önerisi
Senato Avrupa İşleri Alt Komisyonu’nun Türkiye oturumuna katılan Amerika’nın eski Ankara büyükelçilerinden James Jeffrey, sözlerine Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetini şimdilik tehlikede görmediğini, Türkiye’de çok güçlü ve etkili bir siyasi güç olduğunu söyleyerek başladı.
Eski büyükelçi Jeffrey, Türkiye’nin içinde ve dışında çok sayıda kişinin ülkenin, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi başarılı, açık bir demokrasi olup olmayacağını, güvenilir bir güvenlik ortağı olarak kalıp kalmayacağını sorguladığına dikkati çekerek, Gezi Parkı gösterilerinin ardında yatan sorunları kavrama ve siyasi süreci ona göre düzenleme konusunda Türklerin bir fırsatı olduğunu savundu.
Türkiye’yi bağımsız bir aktör olarak gördüğünü söyleyen Jeffrey, daha çok Brezilya Hindistan’a benzettiğini ve kendine özel karakteristikleri olduğunu savundu.
Türkiye’de yıllardır Amerika’nın halk arasında popüler olmadığına dikkati çeken Jeffrey, hükümetlerin bu sorunla sürekli başa çıktığını ve bunu Ankara-Washington ilişkilerine yansıtmadığını söyledi. Jeffrey, ikinci olarak da Türkiye’nin NATO bünyesinde ve Amerika’nın güvenliği açısından önemli bir ortak olduğunu, Afganistan ve Ortadoğu’da işbirliği yaptıklarını hatırlattı.
Türkiye’deki gelişmelerle ilgili olarak Amerikalı yetkililerin kamuoyuna yaptığı açıklamalarda kendilerini kısıtladığına dikkati çeken eski Büyükelçi Jeffrey, bunu doğru bulduğunu, Türkiye’nin ve Başbakan Erdoğan’ın açıkça kınanmasının, geçmiş krizlerde de gördüğü gibi Amerikan yönetimi açısından verimli sonuçlar doğurmayacağını söyledi. Jeffrey, Amerika’nın Türkiye’deki sorunları dinlemeye hazır muhataplarıyla “özel ortamlarda, belli bir dereceye kadar da kamuya açık şekilde” dürüstçe tartışmak gerektiğini savundu.
Gezi protestolarında Başbakan Erdoğan’ın tavrı ve olaylara Amerika’nın nasıl tepki vermesi gerektiği sorulan eski Büyükelçi James Jeffrey, geçmişte Bağdat’ta da büyükelçilik yaptığı için, Erdoğan’ın Irak Başbakanı Nuri el Maliki gibi çoğunlukçu bir bakış açısına sahip olduğunu söyledi.
Erdoğan’ın protestolara ‘ihanet’ gözlüğünden baktığını söyleyen Jeffrey, bunu yanlış bir tepki olarak değerlendirdi. Jeffrey bunun Türk demokrasisini tehlikeye attığını söylemekle birlikte, Türk demokrasisinin öldüğü anlamına gelmediğini, bu süreçte kararın Türk halkına bırakılması gerektiğini savundu.
Başbakan Erdoğan’ın Türkiye için iyi olduğu yönünde Robert Wexler’in görüşünü paylaştığını söyleyen Jeffrey, aynı şekilde Turgut Özal’ın da askerlerin görüşlerinin aksine 1983’te seçilmesinin Türkiye için iyi olduğunu düşündüğünü belirtti.
Jeffrey, Amerika’nın tepki vermesinden öte tepkinin Türk halkına bırakılması, ama resmi görüşlerin özel ortamlarda resmi muhataplara iletilmesi gerektiğini dile getirdi.
Suriye’den İran’a kadar birçok bölgesel sorun yaşandığını hatırlatan James Jeffrey, “Türkiye’yi yanımızda görmek istiyoruz ve Türkiye’nin de bize ihtiyacı var. Ama Amerika’dan Anadolu’ya kadar, hepimiz istikrarlı demokratik Türkiye’ye gereksinim duyuyoruz” diye konuştu.
Robert Wexler: ‘Türkiye’deki İslamcılar farklı’
Temsilciler Meclisi’nin Demokrat Partili eski Florida Milletvekili Robert Wexler de, Senato alt komisyonunun Gezi Parkı konulu oturumunda söz alan konuşmacılardan biriydi. Kongre Türkiye Dostluk Grubu’nun eski eş başkanı Robert Wexler, konuşmasına Gezi Parkı olaylarının Arap Baharı ayaklanmalarından farklı olduğunu söyleyerek başladı. “Protestocuların Başbakan (Erdoğan’ın) idaresine karşı hem tarz hem de içerik olarak yaşadığı hayal kırıklığı, bölgedeki diktatörlük rejimlerine karşı yürütülen ayaklanmalarla hiçbir ilişkiye sahip değil” diye konuşan Wexler, bununla birlikte son protesto eylemlerinin Türk toplumu içindeki bir bölünmeyi yansıttığının da kuşku götürmediğini belirtti.
Amerikan Kongresi’nin Türkiye yanlısı eski üyelerinden Wexler, Washington’un Başbakan Erdoğan’ı “en aklı başında yola” teşvik etmesi gerektiğini savundu, Erdoğan’ın basın özgürlüğünü kısıtlamak ve muhaliflerini etkisiz hale getirme yerine, “Türkiye’nin etkileyici başarılarına” vurgu yapması gerektiğini söyledi.
Erdoğan’ın son on yıl içinde Türk demokrasisini temel anlamda güçlendirdiğini, askerler üzerinde sivil otorite kurduğunu, harika bir ekonomik başarıya imza attığına dikkati çeken Robert Wexler, Türkiye’nin on yılda yoksulluğu yüzde 28’den yüzde 18’e düşürdüğünü, Erdoğan’ın Türkiye’yi 2023’e kadar en büyük on ekonomiden biri haline getirme hedefinin takdire değer bir hedef olduğunu, Türkiye’nin IMF’ye borçlarını ödediğini ve yıllar süren kanlı çatışmalardan sonra Kürt nüfusuyla barış süreci başlatmaya karar verdiğini hatırlattı. Wexler, Türkiye’de demokrasinin geliştiğinin en iyi örneklerinden birinin askeri darbe olasılığının ortadan kalkması olduğunu söyledi, “Başbakan Erdoğan, Atatürk’ten bu yana en kayda değer Türk lideri olma yolunda” diye konuştu.
Bununla birlikte Wexler, Erdoğan’ın bu başarıları göz önünde bulundurarak, Türkiye için koyduğu vizyona duyduğu güveni yansıtması gerektiğini savundu. Bu noktada eleştirilerini esirgemeyen eski Temsilciler Meclisi üyesi, hükümetin Gezi protestolarının uluslararası komplolarla bağlantılı olduğunu açıklamasının, ‘faiz lobisi’ ifadesiyle ‘talihsiz Yahudi karşıtı imalara’ başvurmasının, Türkiye’nin bu başarılarıyla ve Avrupa Birliği hedefleriyle bağdaşmadığının altını çizdi.
Wexler, “Yönetim, muhalif seslerin meşruiyetini ellerinden almaya çalışmak yerine sorumlu bir şekilde yapılan reform çağrılarına kucak açmalı, Türkiye’deki kişisel hakların ve demokratik kurumların ne kadar yerleştiğini görmekten gurur duymalıdır” diye konuştu.
Toplumun belli kesimlerini etiketlemenin yanlış olduğunu savunan Wexler, bunun siyasi ortamda yanlış kavramlara yol açacağını savundu. Robert Wexler, “Türkiye’de İslamcı diye anılan biri, bölgedeki başka İslamcılar’dan bariz bir şekilde farklı. Kendi yaşadığım deneyimlerde, Adalet ve Kalkınma Partisi üyelerinin sıklıkla Türkiye’de laik diye adlandırılan partilerden daha Amerika yanlısı, daha piyasa ekonomisine bağlı ve daha gerçekçi olduklarını gördüm” diye konuşan Wexler, Türkiye’nin İsrail’le diplomatik kriz yaşadığı dönemlerde bile iki ülke arasındaki ticaretin arttığını hatırlattı.
Bölgesel sorunların çözümünde Türkiye’yle yakın işbirliğinin Amerika’nın ulusal çıkarlarına daha iyi hizmet edeceğini savunan Robert Wexler, İsrail ve Filistinliler arasında görüşmelerin yeniden başlayacağı bir dönemde Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilerin de normalleştirilmesinin önemine işaret etti.
Kurt Volker: ‘Erdoğan’ı kınamamalıyız’
Arizona Üniversitesi McCain Uluslararası Liderlik Enstitüsü Başkanı Kurt Volker da, Türkiye’de yaşanan olaylardan dolayı Başbakan Erdoğan’ın kınanmaması gerektiğini savundu. “Erdoğan’ı kınamamalıyız, ama inandığımız ve Türk halkının büyük kesiminin kendi toplumlarında gerçekleşmesini istediği demokratik değerler hakkında güçlü bir şekilde sesimizi yükseltmeliyiz” diye konuşan emekli büyükelçi Volker, Türkiye’yle stratejik ilişkiler ve demokrasi tartışması arasında seçim yapılmaması gerektiğini söyledi.
Türkiye’nin Suriye’deki iç savaşta kritik öneme sahip olduğunu vurgulayan Kurt Volker, Amerika’nın Türkiye’ye stratejik ilişkiler kurarken, diğer yandan da demokratik değerlerin savunulması gerektiğini, taraflardan birini kınamak ya da desteklemek şeklinde yaklaşım sergilememeleri gerektiğini belirtti.