Mali kriz önce Arjantin, sonra da Türkiye'de başgösterdi. Kaygılı yatırımcılar ve yetkililer gelişmekte olan ve büyük miktarda dolarla borçlanan bazı ülkelerin para birimlerinin hızla değer kaybetmesini yakından izliyor. Gelişmekte olan ülkelerde yaşanan son kriz, 1997'deki Uzakdoğu mali krizinin ya da 1994'te Meksika'daki mali krizin tekrarlanabileceği yolundaki korkuları körüklüyor.
Yoksa bu krizlerden daha ciddi bir durum mu sözkonusu? Son kriz, 2008'deki ekonomik durgunlukla kıyaslanabilecek bir salgın haline gelebilir mi?
Arjantin para birimi peso, Ağustos ayında dolar karşısında değerinin yüzde 29'unu kaybetti. Gelişmekte olan ülkeler arasında en kötü durumda olan para birimi, peso. Türk lirası Ağustos'ta dolar karşısında yüzde 25'lik değer kaybına uğrayarak pesodan sonra ikinci sırada yer aldı. Güney Afrika para birimi rand, değerinin yaklaşık yüzde 10'unu kaybetti. Endonezya rupisinin değeri 1997 Uzakdoğu krizinden bu yana en düşük seviyeye gerilerken Hindistan para birimi, dolar karşısında daha önce hiç olmadığı kadar dezavantajlı duruma düştü.
Peso, lira, rand, rupi gibi para birimleri Eylül ayının ilk günlerinde en azından şimdiye kadar ciddi bir değer kazanımı yaşamadı. Türk lirasının bu yıl dolar karşısındaki değer kaybının yüzde 40'ı bulması, Türk banka ve şirketlerinin yüklü miktardaki dolar borçlarının ödenebilir olup olmadığı kaygılarını gündeme getirdi.
Yabancı döviz piyasaları, başka ülkelerin de mali sarsıntı geçirenler listesine katılıp katılmayacağını kaygıyla izliyor. Angola, Gana, Etiyopya ve Mozambik gibi Afrika ülkeleri de mali kriz karşısında savunmasız kalabilir. Hatta Şili, Polonya ve Macaristan gibi, gayrisafi milli hasılalarının yarısından fazlasına denk gelen miktarlarda döviz borcu olan, daha gelişmiş ekonomilere sahip ülkelerin bile krizden etkilenmesi söz konusu olabilir.
Gelişmekte olan ülkelerdeki şirket borçları, 2008 küresel mali krizi dönemine kıyasla şimdi çok daha yüksek. Borç miktarı ne kadar fazla olursa düşüş de o kadar sert oluyor.
Fransız bankacılık ve mali hizmetler şirketi Societe Generale'in New York şubesinden küresel piyasalar direktörü Bertrand Delgado, bu gibi ülkelerdeki riskin arttığına işaret ediyor.
Gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinin neden çalkantı içinde olduğu konusunda genel bir görüşbirliği mevcut. Çalkantıdan üç ana gelişme sorumlu tutuluyor: Başkan Trump'ın Çin ve diğer ülkelere karşı açtığı ve ”kısasa kısas” ilkesine dayandırdığı ticaret savaşları, Amerika Merkez Bankası FED’in faizleri arttırmasının küresel dolar yatırımcılarını gelişmekte olan piyasalardan çıkarması ve Amerika ve Avrupa merkez bankalarının 2008 krizinden sonra başlattıkları tahvil alım programlarını yavaş yavaş sonlandırma yönünde adım atmaları. Bu üç etken, gelişmekte olan ülkelerin hükümet ve şirketlerinin elindeki nakit miktarını azalttı, ucuz dövize erişimiyse kısıtladı.
Peki bu etkenler küresel mali çöküşü tetikleyebilir mi?
Bloomberg'den Marcus Ashworth, geçen hafta, gelişmekte olan ülkelerdeki döviz satışlarının ”bulaşıcı” olabileceği uyarısında bulundu. Uzman, ”Gelişmekte olan pazarların karşı karşıya kaldığı zorluklar yeni bir dönemece girdi. Bir zamanlar sadece belirli ülkelere özgü ve bu ülke sınırları içine hapsolmuş gibi görünen krizler başka ülkelere de sızıyor,” dedi.
Bankacılık sektörünün deneyimli ismi Ashworth, ”Bir ülkenin mali sorunları diğer ülkelerin de sorunu haline geldi, bu döngünün nasıl kırılacağını öngörmek zor,” şeklinde konuştu.
Mali krizin yayılmaya başladığını, her sorunlu ülkenin kendine özgü meseleleri olduğunu kaydeden başka uzmanlarsa Amerika Merkez Bankası'nın bu yıl faiz oranlarını birkaç kez yükseltmesi beklentisinin mali çalkantıları körükleyebileceğini söylüyor.
Singapur'daki uluslararası mali hizmetler grubu DBS, yatırımcılara yaptığı uyarıda, bütçe açığı olan ve cari dengeleri bozulan Arjantin ve Türkiye'nin para birimlerinin bu yılın başından beri Amerika'daki faiz artışları nedeniyle zorluk yaşadığını kaydetti. DBS, ticarette yaşanan gerginliklerin tırmanmasının tam anlamıyla ticaret savaşlarına dönüşme riski taşıdığını, özellikle yüksek dış borcu olan, sermaye akışı düzensiz ülkelerde mali istikrarsızlık yaşanabileceğini bildirdi.
İngiliz Economist dergisiyse gelişmekte olan ülkelerin para birimlerinin güçsüz olmasının temelde bulaşıcı olmadığını, çöküşün kontrol altına alınabileceğini belirtiyor. Dergi, gelişmekte olan ülkelerdeki borç sahiplerinin dolar ve diğer döviz borçlarını ödemede zorlanacağını, bankalar dahil Batılı kredi kuruluşlarının bundan etkileneceğini, ancak bu durumun Batılı kredi kuruluşlarının borç ödeme yeterliliğini tehdit etmeyeceğini kaydediyor. İyimser iktisatçılarsa Arjantin ve Türkiye'nin döviz sorunları ve ekonomik zafiyetlerine karşılık, başka birçok gelişmekte olan ülke ekonomisinin oldukça iyi durumda olduğuna inanıyor. Örneğin Hindistan'ın gayrisafi milli hasılatı Haziran ayı sonunda yüzde 8'lik artış gösterdi. Meksika pesosu istikrarını koruyor. Meksika Hükümeti'nin Trump Yönetimi'yle ticaret müzakerelerini sonuçlandırmış olması, piyasalar tarafından olumlu karşılanıyor.
Bu iktisatçılar ayrıca küresel korkunun felaket senaryolarıyla dolu haberlerle körüklendiğini vurguluyor ve Amerika Merkez Bankası'nın tahvil alım programını sonlandırmaya başladığı 2013'te Brezilya, Hindistan, Endonezya, Türkiye ve Güney Afrika para birimlerinin, uğradıkları değer kaybına rağmen kısa sürede toparlandıklarını hatırlatıyor.
Gelişmekte olan ülkelerin önündeki en büyük risk, kaygılı küresel yatırımcıların döviz çalkantısı nedeniyle büyük panik içine girmeleri ve ekonominin temellerini gözardı ederek gelişmekte olan piyasalardan kaçmaları. Uzmanlar, böyle bir senaryonun para birimlerinin değer kaybını hızlandıracağını, krizin yayılmasını dolaylı olarak tetikleyeceğini ve bunun da borç yükünü ağırlaştıracağını söylüyor.