Rockefeller Üniversitesi'nde görev yapan Yrd. Doç. Dr. Kıvanç Birsoy, gıdalarla kanser ilişkisine ilişkin ortaya atılan görüşlerin bilimsel temelinin olmadığını savunuyor.
Rockefeller Üniversitesi'nin ilk ve tek Türk öğretim üyesi olan Birsoy, laboratuvarında kanserin metabolizmasını inceliyor. İzmir Fen Lisesi mezunu olan Birsoy, bilime merakının lisede başladığını anlatıyor. Bilkent'te moleküler biyoloji ve genetik okuduktan sonra 2004 yılında doktora için Rockefeller Üniversitesi'ne gelen ardından da MIT'de doktora sonrası araştırmalar yapan Birsoy, yaklaşık 4 yıldır da Rockefeller Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor.
Laboratuvarında kanserin metabolizmasını araştıran Birsoy, beslenme ve kanser ilişkisi ile diyet bazlı tedavi umutlarını VOA Türkçe'ye değerlendirdi.
“Değişik kanser türleri çok farklı besinlerle besleniyor”
Farklı kanser türlerinin farklı besinlere ihtiyaç duyduklarını anlatan Birsoy, temel hedeflerinin bu ilişkiyi ortaya çıkarmak olduğunu söylüyor:
“Kanser çok farklı özellikleri olan bir hastalık. Hiçbir kanser birbirine benzemiyor. Bunun ana sebeplerinden birisi her birinin genetik değişiklikleri birbirlerinden çok farklı. Değişik mutasyonlara sahip. Değişik tür kanserler var ki, kimisi pankreastan kimisi kolondan kimisi akciğerden türüyorlar. Ve bu nedenle kanserler arasındaki değişiklikler metabolizmada da görülüyor. Değişik kanser türlerinin çok farklı mekanizmaları var. Değişik kanser türleri çok farklı besinlerle besleniyorlar. Ama bulduğumuz şey bu çeşitlilik belki de.
Laboratuvarımın ana görevi de zaten bu konuda, hangi kanser türlerinin hangi besinlerle ilişkili olduğunu anlamaya çalışmak. Eğer bunu anlarsak örneğin bir kan kanserinin ya da kolon kanserinin hangi tür besinlerle ilişkisi olduğunu, hangi tür besinlere ihtiyaç duyduğunu anlayabilirsek bu da bize ileride belli tedavilere yol açacak. Hatta diyete dayalı tedavilere yol açacak. Örneğin şu an birçok şey var besine dayalı. Ben Türkiye'deyken bile vardı: 'Şunu ye bunu ye. Kansere daha iyi gelir' türünde. Fakat bunun bilimsel açıdan yapılması daha başlamadı bence. Onu başlatmaya çalışıyoruz. Bunun da ilk aşaması, değişik hangi kanser türlerinin hangi tür besinlere ihtiyaç duyduğunu bulmak. İlk amacımız bu. Bundan sonra da umuyorum buna benzer tedaviler geliştirebiliriz.”
Şekerli ve yağlı beslenme ile kanser ilişkisi
Şekerli ve yağlı beslenmenin kansere neden olabileceği tartışmaları uzun yıllardır gündemde. Birsoy, bu ilişkiyi şöyle değerlendiriyor:
“Genel olarak bu kanser türlerinin ana özelliklerinden bir tanesi gerçekten çok fazla şekere duyarlılar. Ama bu demek değildir ki 'çok şeker yerseniz çok kanser olursunuz' öyle bir ilişki yok. Fakat bilinen bir ilişki şeker hastalığı ile ilişkili. İnsülin direnci olduğunda ya da tip-2 diyabet olduğunda bu hastaların daha fazla kansere duyarlı, daha fazla kanser ve tümör gösterdiklerini anlıyoruz. Bunun da sebebi şekerden daha çok insülin direncinin olması. İnsülin bildiğiniz gibi kan şekerini düşüren bir hormon. Onun için diyabet hastaları belli aralıklarla insülin vurmak zorundalar kendilerine. İnsülinin diğer yaptığı bir şey de, bir büyüme hormonu insülin. Yani kanser hücrelerinin daha fazla bölünmesini daha fazla büyümesini, tümörlerin daha fazla büyümesini sağlıyor.
Yağlı beslenmek de yine şeker gibi aşırı obezite insülin direncini tetiklediği, yine aynı şekilde insülin miktarını artırdığından dolayı tümörlerin daha çok olduğu bir durum gözüküyor bunlarda. Ve gerçekten de obezite ile kanser arasında baya güçlü bir ilişki var. Bunun sebebi yağlı beslenmekten daha çok kilo problemi. Yani tam besinlerle kanser arasında bir ilişki olduğunu söyleyemeyiz ama metabolik sendromla, obeziteyle, diyabetle, insülin direnciyle kesinlikle tümörler arasında bir ilişki var. Ama diyet olarak yağlı beslenirseniz, beslenmezseniz bununla ilişkili kesinlikle hiçbir şey yok.“
“Hangi besin kanseri tetikler-tetiklemez bu konuda gerçekten hiçbir şey bilmiyoruz”
Kanser tedavisi için diyet önerilerinin hiçbir bilimsel dayanağı olmadığını vurgulayan Birsoy, bunların çoğunun hurafe olduğunu söylüyor:
“Ben görüyorum Türkiye'de pek çok televizyonlarda işte hatta profesörler çıkıp, 'Şunu ye bunu ye. İşte şunu yersen kanser olmazsın, bunu yersen olursun' gibi şeyler söylüyorlar. Kesinlikle hiçbir bilimsel dayanağı yok. Çünkü deneyleri yapılmamış bunların. Farelerde bile daha yeni deneyleri yapılıyor. İnsanlarda da gelecekte deneyleri yapılacak. Fakat kontrollü bir deney yapılmadığı için hangi besin kanseri tetikler-tetiklemez bu konuda gerçekten hiçbir şey bilmiyoruz. Bilinen tek tük şey var gerçekten dışarıdan aldığımız malzemelerle ilgili. Mesela sigara ve akciğer konusu artık yüzde yüz bilinen bir şey. Asbest kanseri tetikleyen bir şey. Onun dışında belli toksik maddeler öyle. Fakat direk besinlerin yaptığı şey derseniz kesinlikle hiçbir şey bilinmiyor bu konuda. Tamamen hurafe. O yüzden bu konuda gerçekten bir şey söylemek imkansız.”
Kıvanç Birsoy, kanserin metabolizmasının anlaşılmasının tedavi umutlarını da artıracağı görüşünde:
“Örneğin son iki üç senede immün terapi dedikleri işte bağışıklık sistemini aktive etmeye yönelik tedaviler var ve çok çok başarılı oluyor. Bu da bize gösteriyor ki değişik değişik şeyler denememiz gerekiyor kanseri tedavi etmek için. Bağışıklık sistemi bir tanesi, mutasyonlara özgü tedaviler bir tanesi ve bu metabolizmalar da diğer bir tanesi olacak. Fakat şu ana kadar yapılan araştırmalardan neredeyse hiçbir tanesi daha kliniğe gelmedi. Çoğunlukla fare veya klinik öncesi araştırmalarda kalıyorlar. Benim bildiğim bu konuda ilaç geliştiren pek çok biyoteknoloji şirketi var şu an. Çoğu bu klinik çalışmaları devam ettiriyorlar. Eminim çok yakın zamanda bunlardan bazıları çok başarılı olacak ve bunlar da klinik tedavilere eklenecekler.”
Rockefeller Üniversitesi birçok buluşa ev sahipliği yapmış
Birsoy, Rockefeller Üniversitesi'nin ABD'nin en eski biyomedikal enstitüsü olduğunu ve birçok buluş yapıldığını anlatıyor:
“Rockefeller zamanında buraların en zengin ailelerinden bir tanesiydi. Onlar kurmuşlar. Şu an üniversitenin ismi Rockefeller olsa da o aileyle çok fazla ilişkisi yok aslında üniversitenin. 1900'lü yılların başında kurulmuş. Çok ilginç o zamanki buluşların çoğu bu üniversitede yapılmış. Zaten üniversitenin bir ilginç tarafı, dünyada en çok Nobel ödülü alan üniversitelerden bir tanesi. Çok küçük bir üniversite, 50 tane öğretim üyesi var. Düşünürseniz belli zamanlarda üniversitenin yüzde 5'i yüzde 10'u Nobel ödüllerine sahip oluyor. O yüzden çok ilginç bir ortamı var üniversitenin. Çok küçük ama entelektüel açıdan çok çok güçlü bir üniversite.
Onun dışında pek çok buluş yapılmış. Mesela kan gruplarının bulunması burada. Mesela AIDS’e yönelik ana tedavilerden biri olan kokteyl tedavi burada bulunmuş. Onun dışında Hepatit C ve onun aşıları gene burada bulunmuş. DNA'nın genetik materyal olduğu yine bu üniversitede bulundu. Yani 20. yüzyılda bildiğimiz, ders kitaplarına giren pek çok buluş burada yapıldı. Küçük bir üniversite fakat bilimsel açıdan çok kuvvetli.”
Birsoy’un da anlattığı gibi Rockefeller Üniversitesi’nden çıkan bu buluşlardan birinde, bir gün Türk uzmanların da payı olabilir.