Yaşadıkları ülkeler onları geri istemiyor. Suriye ve Irak’ta savaşmak için IŞİD’e katılan yüzlerce yabancı savaşçı, Batı ülkelerinin hükümetleri tarafından vatandaşlıktan çıkarılıyor ve evlerine dönmeleri engelleniyor.
Dönen savaşçılar, yenilgiye uğratılmakta olan eli kanlı bir hareketin öldürücü bir mirası, zalim bir tehdit olarak görülüyor. Batılı istihbarat yetkilileri, yaşadıkları ülkeleri hiçbir zaman terketmemiş olan on binlerce şüpheli radikali izlemeye çalıştıkları için aşırı iş yükü altında olduklarını söylüyor.
İngiliz yetkililer, 100’ün üzerinde İngiliz savaşçı ve eşini vatandaşlıktan çıkardıklarını, ülkeye yasal yollardan geri gelmelerini engellediklerini belirtiyor. İngiliz medyasında yer alan haberlere göre, İngiliz vatandaşlıklarını kaybedenlerin tümü çifte vatandaş. Uluslararası hukuka göre hükümetler, devletsiz kalacak olması halinde kişiyi vatandaşlıktan çıkaramıyor.
İngiltere’de yayımlanan Sunday Times gazetesine göre, 2016 yılından bu yana 152, Mart ayından bu yana da 30 IŞİD mensubu İngiliz vatandaşlığından çıkarıldı.
Suriye’de IŞİD ya da El Kaide bağlantılı gruplara katılan yaklaşık 850 İngiliz’den yüzde 15’inin öldüğü sanılıyor. Geri dönenlerden bir grup hapse atıldı ancak yetkililer birçoğunun delil yetersizliği yüzünden yargılanamayacağını belirtiyor. Bazılarının ‘cihatçılık’tan hayalkırıklığına uğradığı, ancak birçoğunun ciddi terör riski oluşturduğunun düşünüldüğü bildiriliyor.
İngiltere, geri dönenlerin ya da ülkeyi terketmeyen binlerce şüpheliyi takipte olan istihbarat servisleri üzerine ilave yük binmesinden korkan tek ülke değil. Haziran ayında Manchester ve Londra’daki terör saldırılarının ardından İngiliz yetkililer, 23 bin radikal İslamcı’nın güvenlik birimlerinin takibinde olduğunu belirtirken, bu rakam hükümetin daha önceki açıkladıklarının altı katı.
Bunlardan, Suriye ve Irak’ta IŞİD için savaştıktan sonra İngiltere’ye geri dönen 400’ü dahil 3 bini ciddi tehdit olarak görülüyor.
Çok sayıda Batılı hükümet 2015’ten bu yana yasalarında değişiklik yaparak, teröre karışan çifte vatandaşları vatandaşlıktan çıkarmayı daha kolay hale getirmeye çalışıyor. Buna rağmen Avrupa hükümetleri, geri dönenler için, onları takip altına alma ya da rehabilitasyon programlarına katılmalarını zorunlu kılma gibi kapsamlı planlar hazırlamada yetersiz kaldıkları gerekçesiyle eleştiriliyor.
Bunun yanında, cihat yanlısı olmayı sürdüren militanlar üzerinde rehabilitasyon programlarının ne kadar etkili olduğu konusunda da ateşli bir tartışma yürüyor.
Kimi çevreler, 2012’de insan hakları kaygıları nedeniyle yasaklanan ve yetkililere şüphelilerin hareketlerini, telefon ve bilgisayar kullanımını kısıtlama imkanı veren sıkı kontrol önlemlerinin tekrar yürürlüğe konmasını istiyor.
Avustralya hükümeti geçen Şubat ayında, terörle ilişkili suçlar yüzünden 4 yıl hapis yattıktan sonra 2013’te ülkeyi terkeden Halid Şarruf’u vatandaşlıktan çıkarmıştı.
Şarruf, Ağustos 2014’te 7 yaşındaki çocuğun Suriyeli bir askerin kesik kafasını tutarken gösteren fotoğrafı internette paylaşmasıyla tanınıyor. Nisan ayında da Şarruf’un en genç oğlunun intihar yeleği giymiş halde, babası tarafından Avustralyalılar’ı öldürme tehdidinde bulunmaya zorlandığı yeni bir video ortaya çıkmıştı.
En az 110 Avustralyalı’nın Irak ve Suriye’deki terör gruplarına katıldığı tahmin ediliyor. Bunların 70’inin öldüğü sanılırken, üçü Lübnan’da yakalandı ve orada hapse atıldı.
Batılı savaşçıların yakalanması nadir görülen bir olay. Irak’ta IŞİD’e karşı koalisyonun hava operasyonlarını idare eden komutan Andrew Coft, geçen hafta Amerika’nın Sesi’ne yaptığı açıklamada, “Gördüğümüz dinamiklerden biri, yabancı savaşçıların sivillere karışıp bir mülteci kampına gidememesi. Dolayısıyla yabancı savaşçılar çoğu zaman gruplar halinde hareket ediyor ve çoğunlukla da ölümüne savaşıyorlar” dedi.
Fransa’nın eski cumhurbaşkanı François Hollande’ın geçen yıl, çifte vatandaş olan terör şüphelilerinin Fransız vatandaşlığından çıkarılmasını kolaylaştırmayı öngören tasarıyı geçirme girişimi başarısız olmuştu. Anketler, halkın tasarıya destek verdiğini gösteriyordu ancak eleştirel siyasi çevreler ve insan hakları grupları, düzenlemenin terör saldırılarını önlemeye fazla katkısı olmayacağını ve başta Kuzey Afrika kökenli Müslümanlar olmak üzere nüfusun belli kesimlerini damgalayarak ırklar arası ilişkileri kötüleştirme riski taşıdığını savunmuştu.