Avrupa'nın iki önemli ülkesi Fransa ve Almanya, özellikle Arap Baharı, Libya ve Suriye iç savaşının yansımaları nedeniyle birbiri ardına meydana gelen cihatçı saldırılarla sarsıldı. Saldırıların tetiklediği tepkiler sonrası, hükümetler, ülkelerinde yaşayan milyonlarca Müslüman yurttaşla yeni bir toplumsal sözleşme imzalamak için çalıştı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, "İslamcı Ayrılıkçılık Yasası" adını verdiği ve Fransa'daki Müslümanlar’ın devlet ve toplumla ilişkisini, laiklik ilkesi çerçevesinde yeniden belirleyecek reformu getireceklerini açıkladı. Benzer çalışmalar, üç milyon Türkiye kökenlinin yaşadığı Almanya'da da tüm hızıyla sürüyor.
Fransa ve Almanya "Avrupa İslamı" kavramıyla neyi hedefliyor? Reform çalışmaları neyi kapsıyor?
Almanya’nın neredeyse 60 yılı bulan göçmen tarihi içinde, özellikle de son 20 yılda "Müslümanlar’ın uyumu", "İslam’ın kurumsallaşması" ve "Alman İslamı" gibi başlıklar yabancılarla ilgili tartışmaların ana konusunu oluşturdu. Türkiye’den 1960’lı yılların başından itibaren başlayan işgücü göçünün, 1980’li yıllarla kalıcılığa dönüşmesi, iki Almanya’nın birleşmesi, 11 Eylül saldırıları sonrasında İslam’a yönelik önyargıların artması ve ülkede yaşayan yaklaşık 5 milyon Müslüman’dan 2 milyonunun Alman vatandaşı olması bu bağlamdaki tartışmaları sürekli gündemde tutan unsurlar oldu.
Almanya'da Türkler ön planda
Almanya'da İslam üzerinden yürütülen bu tartışmaların, ülkede yaşayan en büyük göçmen grubu olan Türkiye kökenlilere yönelik olduğu dikkat çekerken, dini yapılanmaları ve kurumları sıklıkla eleştirildi ve bunun bir sonucu olarak 'İslam’ın Almanlaştırılması' düşüncesi ortaya çıktı. ''Alman İslamı'' kavramı ilk kez 1992 yılında Suriyeli İslam bilimci Bassam Tibi tarafından dile getirildi. Tibi, Müslüman göçmenlerin, köktendinci kurum ve derneklerin etkisinde olduğunu ve bu yüzden Alman toplumuna uyumlarının olanaksızlaştığını savunarak, Almanya‘nın yasalarına, toplum yapısına ve hayat şartlarına bağlı Müslüman örgütlerin oluşmasını ve bunların zamanla ''Alman İslamı''nı geliştirmelerini önerdi. 1990’lı yıllara damga vuran bu öneri, 2005’te Başbakan olan Angela Merkel’in, göreve başladıktan kısa bir süre sonra göçmen ve dini örgütleri bir araya getirdiği ''Uyum Zirvesi'' ve ''İslam Zirvesi'' adlı yıllık buluşmalarla yeni bir ivme kazandı.
"Fransız İslamı"
Fransa'da ise tartışmalar eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac döneminde başladı. Chirac, devlet okullarında ve kamu kurumlarında "görünür dini objeler" takılmasını yasakladı. Bir sonraki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy döneminde çıkarılan ve "tüm vücudu kapatan kara çarşaf giyilmesinin kamusal alanda yasaklanmasını" içeren yasa, tartışmaları alevlendirdi. Ardından 2015 Charlie Herbdo saldırısı ile başlayan cihatçı terör saldırıları zinciri tartışmaların tonunu sertleştirdi. Tüm Avrupa'da aşırı sağ yükseldi ve İslam diniyle ilgili tartışmalar daha sert yapılmaya başlandı. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, seçim kampanyası boyunca "Fransa İslamı" sözü verdi. Bu söz, önce Müslüman örgütlerinin yeniden örgütlenmesi şeklinde düşünüldü, ancak aşırı sağdan gelen eleştiriler üzerine yasa "Siyasal İslamcı ayrılıkçılıkla mücadele" yasasına dönüştü. Macron, yasanın genel hatlarını 2 Ekim'de açıkladı.
Fransa yabancı etkisini kesmek istiyor
Macron, açıkladığı reform paketinde, Fransız Müslümanları üzerindeki finansal ve politik etkilerin kesilmesi üzerine odaklandı. Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye bu tartışmalar çerçevesinde eleştirildi. Sonunda Macron tarafından açıklanan yeni yasada, yabancı imam ve yabancı dil öğretmen getirilmesi kaldırılıyor. Derneklere yapılan yabancı ülke yardımları yasaklanıyor. Laiklik şartını imzalamayan derneklere devlet yardımı kesiliyor. Sosyal yaşamda, bekaret testi gibi dini talepler cezalandırılıyor, Müslüman örgütlenmeleri ve cami derneklerinin sıkı finansal denetim altına alınması öngörülüyor.
Bütün bunların yanısıra, "Fransa İslamı" oluşturulabilmesi için, din adamları Fransa'da laik kültürle eğitilecek, İslam Teoloji Üniversitesi kurulacak, üniversite kürsülerinde İslam çalışmaları artırılacak, devlet okullarında talep olması durumunda Arapça öğretilecek. Okul kantinlerinde 'helal et', hastanelerde 'kadın doktor', havuzlarda 'kadınlar seansı' gibi talepler sona erecek. Milli eğitim, 3 yaşından 16 yaşına kadar; ana okulundan liseye kadar zorunlu hale getirilecek. Okulda, camide, sokakta ve dernekte, her Müslüman cumhuriyet kurallarına ve laiklik ilkesine bağlı bireyler olarak yetiştirilecek.
"İslam Almanya'nın bir parçasıdır"
Almanya'ya gelince, 2010 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Christian Wulff'un "İslam Almanya'nın bir parçasıdır" açıklamasından sonra, Alman siyaseti adeta ikiye bölündü. Müslümanlar’ın toplumun bir parçası olduğunu savunanların yanısıra, özellikle muhafazakar partiler ve 2013 sonrasında Almanya siyasetini belirleyen sağ popülist Almanya için Alternatif Partisi, İslam’ın reforma gitmesini ve ''Almanlaştırılmasını'' talep etti.
Almanya’da 2017’de Birlik Partileri CDU/CSU ve sosyal demokrat SPD tarafından kurulan “Büyük Koalisyon” hükümeti, ''İslam Almanya’ya ait mi, değil mi?'' tartışmasıyla göreve başladı. İçişleri Bakanı Horst Seehofer, ''İslam Almanya’ya ait değildir. Almanya Hristiyanlık kültürüyle yoğrulmuştur'' açıklamasıyla, bugüne kadar süren yeni tartışmaları başlattı. Seehofer’in başkanlığında biraraya gelen İslam Zirvesi'nin dördüncüsü, "Alman İslamı" söyleminin içeriğiyle ilgili somut bir yapılanmanın oluşumuna sahne oldu.
Bu görüşü savunan ve Yeşiller Partisi’nin eski Eş Başkanı Cem Özdemir, sosyolog Necla Kelek, kadın imam Seyran Ateş, psikolog Ahmad Mansur ve sosyal demokrat SPD’nin Federal Meclis eski milletvekili Lale Akgün’ün de aralarında bulunduğu bir grup, "Seküler İslam Girişimi" adlı oluşumun çatısı altında biraraya geldi. Girişimciler, "insan haklarına uyumlu bir İslam'ın gelişmesini” amaçladıklarını ve Müslüman göçmenlerin geldikleri ülkelerin kurumlarından ve dini temsilciliklerinden bağımsız örgütlenmesini önerirken, dinin günlük hayatta oynadığı belirleyici rolün azaltılmasıyla İslam’ın sekülerleştirilmesi de hedefler arasında saydılar. Uzun yıllar partisi SPD’nin İslam konularında sözcüsü de olan Lale Akgün, Müslüman çatı örgütlerinin, özellikle de Türkiye kökenlileri temsil edenlerin, uyumdan yana çalışmalar yerine, engelleyici bir görev üstlendiğini iddia ederek, amaçlarının İslam’ın modern bir yorumla Almanya’nın koşullarına ayak uydurması olduğu değerlendirmesini yapıyor: ''Laik devlete saygı gösteren bir İslam’ın Almanya’da oluşması çoktan beri gerekiyordu. Tutucu İslami organizasyonlar, ‘Almanya’da laik Müslümanlar yok, laiklikle Müslüman’lık zaten birbiriyle uyuşmaz, arkalarında kimse yok’ diyerek, laik düşünenleri kenarda ve güçsüz bırakmaya çalışıyorlar. İkinci neden, ben İslam’ın hakiki bir teolojik reformdan geçmesi gerektiğine inanıyorum.''
VOA Türkçe'ye konuşan Almanya İslam Konseyi Başkanı Burhan Kesici, ''Alman İslamı'' ya da ''Avrupa İslamı'' tartışmalarının Müslümanlar’ın dışında, Alman kurumları ve onlara yakın bazı kişiler tarafından yürütüldüğünü ve Müslümanlar’ın gerçek sorunlarıyla hiçbir ilişkisi olmadığını belirtiyor: ''Bu konu Almanya’da, şimdi de Fransa’da yapay bir şekilde gündemde tutulmaya çalışılıyor. Sanki birileri İslam’ı kendine çevirmeyi görev edinmiş gibi bir durum söz konusu. Müslümanlar’la konuşmak, onların gerçekliğini ve toplumsal sorunlarını, İslamofobi’yi ele almak yerine, İslam’ı dizayn etmeye çalışıyorlar. Müslümanları değiştirmeyi hedefliyorlar. Şu an için başarılı olduklarını söyleyemeyiz. Ancak algı değişikliği söz konusu. Müslümanlara yönelik bakış açısı, bu görüşü savunan dernekler, vakıflar tarafından yönlendiriliyor. 10-15 sene sonra Alman İslamı düşüncesinin çok daha etkili olması söz konusu.''
''Alman İslamı'' tartışmalarını ülkede yaşayan Müslümanları töhmet altında bıraktığını ve önyargıların artmasına neden olduğunu savunan Almanya Müslümanlar Merkez Konseyi Başkanı Aimen Mayzek, VOA Türkçe'ye yaptığı açıklamada, siyasetçilerin cemaatleri dışlamasını eleştiriyor:
''Siyasetin en büyük hatalarından biri, burada yaşayan Müslümanları dışlayıcı açıklamalar yapmaları. Bence hedefleri, uyum konusunda, İslam’ı temsil eden kurumlarla ortak çalışmak yerine, bu konuda yıllardır yaptıkları hataların üstünü örtmek. Bu dürüst olmayan ve yanlış bir tutum. Müslümanlar’ın çatı örgütlerinin eksiklikleri yok demiyorum. Bizim de yapmamız gereken ödevler var. Ama parmağı sadece bize doğrultmak, ters tepkiye neden oluyor, Müslümanlar’ın yurtdışı kaynaklı oluşumlara yakınlığı ve bağımlılığı artıyor. Halbuki verilmesi gereken mesaj, Alman toplumunda tüm dinlerin ve inananların aynı göz hizasında ve karşılıklı saygı içinde yaşamaları olmalı.''
"İslam'da reform" tartışmaları
Almanya’daki Müslümanlar’ın ve örgütlerinin liberalleşmesi görüşünü savunan ve Alman basınında bu konuda en çok adı geçen isimler arasında yer alan Arap kökenli psikolog ve yazar Ahmed Mansur, İslam’ın Almanya veya Avrupa’da reform edilmesinin, özellikle Arap ülkelerine büyük bir zenginlik katacağı görüşünde: ''Alman İslamı teriminin arkasındaki niyet, Almanya‘da diğer ülkelerden bağımsız bir İslam anlayışı geliştirmektir. Ben Almanya’da bağımsız bir İslam’dan yanayım. Türkiye’den, Suudi Arabistan’dan bağımsız bir İslam. Din konusunda farklı düşünce ve görüşlerin yanyana yaşayabileceğini insanlara anlatabilecek bir kültür yaratmalıyız. Bu sadece Almanya'ya değil, özellikle Arap ülkelerine son derece büyük bir zenginlik katacaktır.''
Fransa İslam Konseyi reforma eşlik ediyor
Fransa'da ise adımlar atılmaya başladı bile... Macron'un açıkladığı "İslamcı ayrılıkçılıkla mücadele" paketi, 15 Ekim'de dini temsilcilerin görüşüne sunulacak. Aralık ayında Bakanlar Kurulu'na, Ocak ayında ise Meclis gündemine getirilecek.
Reform planına destek veren Fransa İslam Konseyi (CFCM) Başkanı Mohammed Moussaoui, yayınladığı makalede, planın başarılı olması için ülkede Müslümanlar’a yönelik ayrımcılıkların da giderilmesi gerektiğine dikkat çekti. İş, ev ararken yaşanan ayrımcılıkların bitmesi, gettoların sona ermesi gerektiğini belirten Moussaoui, "Devlet, nefret söylemi ve İslamafobi karşısında net tutum almalı. Televizyon ekranlarından nefret saçanlar cezalandırılmalı. İslam kelimesi etrafındaki bu zararlı söylemden üzüntü duyuyoruz. İslamcı ayrımcılık kelimesi rahatsız edici. Biz İslam Konseyi olarak bu planın yanındayız ve planın hazırlanmasına eşlik ettik" dedi. Moussaoui, Fransa'da imamların statülerinin netleşmesi ve eğitimlerinin güçlenmesi gerektiğini, resmi statünün, eğitimsiz imamların ortaya çıkmasını engelleyeceğini belirtti: "Dinimiz İslam, hukukumuz Fransız anayasasıdır. Burada amaç Fransız İslamı'ndan bir ruhban sınıfı yaratmak değil. Bu dönüşüm uzun süreli tartışma ve çalışmaların ürünü olmalıdır. Bu konuda son derece somut önerilerde bulunduk. Biz bu projeyi, hem aşırılıklarla, hem de onların ortaya çıkma nedenleriyle mücadele etmeyi hedeflediği için destekliyoruz. Müslümanlar’ın idealleri ile Cumhuriyet değerleri bir denge içindedir. Bizim inandığımız İslam'ın değerleri, Cumhuriyet'in 'eşitlik, özgürlük ve kardeşlik' değerleriyle aynı köklere sahiptir. İşte bu nedenle, bu reformun gerçekleşmesi sürecine açık, talepkar ve bağımsız ama her zaman Cumhuriyet'e sadık kalarak eşlik edeceğiz."
VOA Türkçe'ye konuşan Paris Anadolu Kültür Derneği Başkanı Dr. Demir Önger, yasa hazırlıklarını yakından izlediklerini ve sonucu beklediklerini belirterek, "Bu yasa Türkiyeli göçmenleri de yakından ilgilendiriyor. Derneklere getirilecek yenilikler önemli. Göçmenler uzun süredir uyudukları uykudan sarsılarak uyanacaklar. Toplumumuzu doğrudan ilgilendiren konular gelecek" dedi.
Macron tarafından getirilen yasayı sert eleştiren Fransa Türkiyeli Yurttaşlar Meclisi (ACORT) Başkanı Ümit Metin de, Macron'un, Sarkozy dönemini hatırlatan bir viraj aldığını belirtiyor. Seçimler yaklaşırken, İslamcılık ya da ayrımcılık gibi tanımlarla Macron'un sağ ve aşırı sağ oyları hedeflediğini dile getiren Metin, "Getirilmek istenen korkunç bir yasa, yine bir sosyal kriz dönemi yaşanıyor. 2022 seçimleri için kampanya başlıyor. Günah keçisi olarak insanları ayrılıkçı olarak tanımlayacaklar. Derneklere laiklik şartı uygulanması getiriliyor. Ancak zaten laiklik karşıtı olan derneklerin devletin parasına ihtiyacı yok. Bu yasanın göçmen derneklerine karşı kullanılmasından endişe duyuyorum. Tehlikeli bir oyun oynanıyor ve göçmenler hedefte" dedi.
Eleştiriler ve destekler, Müslüman toplumun, bir taraftan bu konuda artık adım atılması gerektiğini düşündüğünü ama diğer taraftan da bunun "İslam karşıtlığına" çok çabuk dönüşme riskinden çekindiğini ortaya koyuyor. Hem Almanya hem de Fransa, bu riski göz önünde bulundurarak, Müslüman toplumları "hedef" göstermeden bu reformları başarabilecek mi? Avrupa'daki Müslümanları yaşadıkları topluma daha çok entegre eden bir "Avrupa İslamı" projesi hayata geçirebilecek mi, bunu önümüzdeki dönemde göreceğiz.