Cumhuriyetçiler, seçim gününden önce ABD Anayasa Mahkemesi’ne, bir süre önce yaşamını yitiren Ruth Bader Ginsburg'ün yerine Başkan Donald Trump'ın aday gösterdiği Amy Coney Barrett'ı yargıç okarak onaylamak için acele ediyor. Bazı liberal Demokratlar ise mahkemeye mevcut dokuz yargıca ilave daha fazla üye ekleme fikrini de savunuyor.
Yargıçların sayısı zaman içinde 6'dan 10'a kadar değişti, ancak 1869'dan bu yana üye sayısı 9'da sabit kaldı. 1930'larda Başkan Franklin D.Roosevelt, Anayasa Mahkemesi’nin sürekli geri çevirdiği, Büyük Buhran sonrası ekonomik, siyasal ve sosyal düzenlemeleri içeren Yeni Düzen yasasını korumak için mahkemeyi genişletmeye çalıştı; ancak başaramadı.
Temsilciler Meclisi'nde çoğunlukta olan Demokratlar, Beyaz Saray ve Senato'yu da ele geçirirlerse, böyle bir adım atmaları için anayasal bir engel kalmayacak.
Anayasa üye sayısını belirlemiyor
Arizona Eyalet Üniversitesi'nde tarih profesörü olan Calvin Schermerhorn, "Anayasada ‘Yüksek Mahkeme’nin bir veya iki veya beş veya 10 üyesi olması gerektiğini söyleyen hiçbir şey yok. Anayasa Mahkemesi’nde kaç üye olduğu konusu yok. Sadece bir başyargıç olacağını ve Kongre'nin mahkemeyi şekillendirme ve adaletin yararına en iyi şekilde yapılandırma yetkisine sahip olacağını söylüyor" diyor.
Demokratlar, Anayasa Mahkemesi’ndeki yargıçların sayısını değiştirmeye yönelik yasayı, 100 üyeli Senato’da 60 oy yerine basit çoğunlukla geçirmek için, barajı düşürmede Senato'daki ‘filibuster’ (Kürsü işgali) kurallarını değiştirmek zorunda. Kürsü işgalinin amacı Senato Genel Kurulu’ndaki bir oylamayı engellemek. Demokratlar çoğunlukta oldukları Senato’da kuralları değiştirirlerse, Cumhuriyetçiler’in baraj düşürülmesini engelleme girişimini de önleyebilirler.
Demokrat başkan adayı Joe Biden seçimi kazanırsa ve Demokratlar Senato'nun kontrolunu geri alırsa, Anayasa Mahkemesi’nin genişletilmesini destekleyip-desteklemeyeceğini söylemeyi reddetti, ancak seçim gününden önce duruşunu açıklamaya söz verdi.
"Siyasi nedenler mahkeme bütünlüğüne zarar verir"
Boston Üniversitesi'nde hukuk profesörü olan Nicole Huberfeld, siyasi nedenlerle genişletilmesinin Anayasa Mahkemesi’nin bütünlüğüne zarar verebileceğini söylüyor.
Huberfeld, "İnsanlar zaten mahkemenin apolitik olmaktan çok siyasi bir aktör olup-olmadığı konusunda endişeleniyorlar. Bir başkanın bir grup yargıç atayabilmesi için üye eklemenin, kurumsal bütünlüğü veya en azından kurumsal bütünlük algısını etkileyebileceğini düşünüyorum" dedi.
Huberfeld, "Mahkemenin yetkisi büyük ölçüde yargıçların kararlarına saygı duymaktan gelir ve mahkemenin kendi kararlarının uygulanmasını sağlayacak hiçbir yolu yoktur. İnsanlar bunun ülkenin temel kanunu olduğunu düşünmeyi bırakırlarsa, mahkemenin kurumsal bir bütünlük sorunu oluşur" diye konuştu.
Kamuoyu araştırmalarına göre Amerikalılar’ın çoğu, Anayasa Mahkemesi’nin, ulusun çıkarlarına en iyi şekilde hareket etmesine güveniyor; ancak artan sayıda kişi, yargıçların siyasete fazla karıştığından endişe ediyor.
Başlangıçta mahkeme siyasi bir kurumdu
Siyasallaşmış bir Anayasa Mahkemesi, bugün bazıları için endişe verici olsa da mahkeme 19. Yüzyıl'da parti siyasetinin bir uzantısı olarak görüldüğü için, bu senaryo ülkenin kurucularının aşina olduğu bir durumdu.
Tarih profesörü Calvin Schermerhorn, bu durumu "Kurucular olarak bilinen ilk nesil Amerikan liderleri, mahkemeleri yasama organının bir parçası olarak kullandı. Bu nedenle özellikle federal yargının, demokratik olarak seçilmiş temsilcilerin iradesine tabi olması gerekiyordu" sözleriyle anlattı.
Cumhuriyetçiler’in, Barrett'ı hızla onaylama çabası, Demokratlar arasında rahatsızlık yaratıyor. Cumhuriyetçiler, Başkan Barack Obama'nın, 2016 seçimlerinden kısa süre önce, Yargıç Antonin Scalia'nın yerini alması için aday gösterdiği Merrick Garland'ın Senato’da onaylanmasını engellemişti. Cumhuriyetçiler şimdi Barrett'ı, bir diğer başkanlık seçiminden sadece günler önce onaylamak için acele ediyorlar. Böylelikle Anayasa Mahkemesi’nde 3’e karşı 6 muhafazakar yargıç görevlendirmiş olmayı umuyorlar.
Ancak Schermerhorn, bunların hiçbirinin ülkenin kurucularını şaşırtmayacağını yineledi.
Bunun partiler arası bir savaş olduğunu ve anayasal bir ilke meselesi olmadığının o dönemde anlaşılabilir olduğunu belirten Schermerhorn, "İktidardaki parti için, Mitch McConnell'ın Cumhuriyetçiler’in kontrolundaki Senato'nun lideri olarak görev yaptığı dönemde tam olarak yaptığı şeyi yapmakta hiçbir tereddüt olmayacaktı. Bu, sırf ülkenin kurucuları aynı şeyi düşündüğü veya yaptığı için, öykünmeye değer olan ve şimdi izlenmesi gereken bir model olduğu anlamına gelmez’’ ifadelerini kullandı.
Kararlar yargıçların siyasi ideolojileriyle örtüşmeyebilir
Hukuk profesörü Huberfeld, Anayasa Mahkemesi’nin çalışmalarında, sağlık hizmetleri, kürtaj veya LGBTQ hakları gibi en çok dikkat çeken ve tartışmalı birkaç davadan daha fazlası olduğunu hatırlamanın önemli olduğunu söyledi.
Mahkemenin davalara karar verme şeklinin, insanların hakkında konuşma eğiliminde oldukları bir avuç davadan çok daha fazlası olduğunu belirten Huberfeld, ‘’Mahkemenin dinlediği ve sadece temel yasal yorum olan birçok dava var. Mahkemenin işittiği çok sayıda ceza muhakemesi davası var. Tipik olarak, en azından modern çağda, insanlar bir kez atandığında, bu atamayı oldukça ciddiye alma ve bir nevi siyaseti geride bırakma eğilimindedirler" dedi.
Nicole Huberfeld, yargıçların her zaman beklendiği gibi karar vermediğine de dikkat çekti. Örneğin muhafazakar yargıç Scalia'nın Anayasa yorumu, onu bazı davacıların haklarını korumaya yöneltti. Trump’ın atadığı Neil Gorsuch, eşcinsel ve trans işçilerin Medeni Haklar Yasası ile korunduğu konusunda çoğunluk görüşünü kaleme aldı.
Bu nedenle Huberfeld’e göre mahkemenin önündeki sorun, insanların yargıçlara atfettiği bu siyasi ideolojiyle her zaman ilgili olmayabilir. Bu, daha çok sorunun mahkemede ne olduğu ve yargıçların bunu nasıl yorumladığına bağlı.