Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bulunan birçok ülke 2011’de Arap Ayaklanması’nın başlamasıyla birlikte yıllara yayılan kanlı çatışmalara sahne oldu. Bu kaos dönemi infazlar, işkenceler, faili meçhuller, kitlesel göçler gibi insan haklarına aykırı birçok eylemin de sıkça yaşanmasına yol açtı.
En kanlı süreçlerin yaşandığı ülkelerden biri olan Suriye dahil olmak üzere 2018 yılı itibariyle çatışmalar büyük ölçüde azaldı ve bazı ülkelerde tamamen sona erdi.
Peki bölgede insan hakları açısından olumlu gelişmelerin olduğu bir sürecin başlaması beklenebilir mi?
Uluslararası Af Örgütü’ne göre bölgede insan hakları ihlalleri hala çok yüksek düzeyde gerçekleşiyor.
Aslında bölge ülkelerinin 2011 öncesinde de insan hakları konularında karnelerinin iyi olmadığı biliniyor. Ancak çatışma süreçleriyle birlikte Irak’tan Libya’ya kadar birçok ülkede sayısız insan hakları ihlalleri gerçekleşiyor olsa da gündemin ilk sıralarında Suriye, Irak, İsrail-Filistin ve Mısır gibi birkaç ülke yer alıyor.
Örgütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerini izleyen Beyrut ofisindeki araştırmacılarından Diana Semaan Suriye’deki durumu yakından takip eden isimlerden biri.
Semaan Amerika’nın Sesi’ne yaptığı değerlendirmede, 2019 yılı itibariyle Suriye içindeki sıcak çatışmaların büyük ölçüde bittiğini ve ülkede daha az gerginlik olduğunu söyledi.
“Ancak çatışmaların yatışması Suriye’deki insan hak ve hürriyetleri gibi konularda durumun önceki yıllara göre daha iyi olduğu anlamına gelmiyor” diyen Semaan şöyle konuştu;
“Af Örgütü olarak en çok endişeli olduğumuz noktalardan biri şu; yönetimin kontrolündeki bölgelerdeki insanlarla korku, yargılanma tedirginliği veya farklı nedenlerden dolayı konuşmak 2011 yılına göre bile daha zor.
“Silahlı gruplar konusunda Türkiye’ye baskı yapamıyoruz”
Bir diğer konu ise İdlib’deki insanların kaderlerinin hala çok belirsiz olması. Kaderleri büyük ölçüde Rusya, İran ve Türkiye’nin kararlarına bağlı. İdlib’de Heyet Tahrir-u Şam ve Türkiye’nin desteklediği silahlı gruplar tarafından kontrol edilen bölgelerde yaşayan insanlar bu gruplar nedeniyle oldukça mağdur durumdalar. Ne yazık ki Türkiye’ye ve bu ülkelere kaçırma ve işkence dahil bu grupların uyguladıkları şiddeti durdurmalarını söylemeleri için baskı yapamıyoruz.”
Semaan’a göre, şiddetli çatışmalar nedeniyle çeşitli ülkelere göç etmek zorunda kalan mültecilerin geri dönüşleri ile ilgili süreç de oldukça endişe verici.
“Gönüllü geri dönüşler hukuka uygun değil”
Suriye’deki şartların mültecilerin geri dönüşleri için uygun olmadığını savunan Semaan, “Af Örgütü olarak geri dönüşlerin 3 şart sağlandıktan sonra gerçekleşmesi gerektiğini söylüyoruz; geri dönüş için gönüllü olmak, dönülecek yerde ve dönenler için güvenliğin sağlanmış olması ve dönenlerin saygınlıklarının korunması” dedi.
Avrupa ve bölge ülkelerinin mültecileri ‘teknik olarak’ geri dönmeye zorlamadığını belirten Semaan, “Mültecileri otobüslere doldurup sınır dışı etmiyorlar ancak şu soruyu sormamız gerekiyor; “Mülteciler Suriye’deki durumun güvenli olmadığını bile bile neden geri dönüyor?” diye konuştu.
Gönüllü geri dönüşlerin uluslararası hukuka uygun gerçekleşmediğini savunan Semaan’a göre, mülteciler Suriye’ye döndükten sonra ne ile karşılaşacaklarını bilmediklerinden dolayı korkuyorlar. Suriye’deki güvenlik birimlerinin henüz reforme edilmediğini, işkence dahil çeşitli insan hakları ihlallerine karışanların yargı karşısına çıkarılmadığını anlatan Semaan şunları söyledi;
“İşkenceye uğrayanlar, akıbetleri hala aileleri tarafından bilinmeyen binlerce kaybın olması gibi durumlar mülteciler arasında korkuya sebep oluyor. (Geri döndüklerinde) Tutuklanma, kayıp edilme veya işkence ile yüz yüze gelme korkuları da var. Yoğun çatışmaların olmaması şartların geri dönüşlere uygun olduğu anlamına gelmiyor. Mülteciler geri döndüklerinde karşılaşacakları yıkımın boyutları, kamu hizmetlerine ulaşamama dahil birçok soruna dönmüş oluyorlar.
Suriye hükümetini insan hakları ile ilgili çalışan uluslararası organizasyonlara izin vermesi çağrısı yapıyoruz. Çünkü hala geri dönen mültecilerle ilgili çalışmalar yapılmasını desteklemiyor.”
“Kaotik, kontrol edilemez, öngörülemez ve yıkıcı bir süreç”
Af Örgütü bünyesinde ağırlıklı olarak Lübnan merkezli gelişmeleri ve mülteciler gibi konuları izleyen Sahar Mandour da 2019 yılında bölgede insan hakları konusunda iyileşme olmayacağı görüşünde.
Bölgedeki insan hakları ihlalleriyle siyasi süreçlerin ve bölgede etkili olan ABD, Rusya ve Türkiye gibi güçlerin hamlelerinin iç içe olduğunu belirten Mandour’a göre 2011 yılından beri çok kaotik, kontrol edilemez, öngörülemez ve oldukça yıkıcı bir süreç yaşanıyor.
“Suriye’de, Irak’ta veya Filistin’de bu dönemin ne zaman ve nasıl biteceğini bilmiyoruz” diye konuşan Mandour, çeşitli büyük güçlerle bölge ülkelerindeki yönetimlerle veya güçlerle arasındaki ilişkilerin de insan hakları ve hürriyetleri konusunu doğrudan etkilediğini söyledi.
Mandour, “Mesela yerel otoriteler insanlığa karşı suçlar işliyor ancak bu suçlar gündeme dahi gelmeyebiliyor. Mevcut şartlar devam ettiği sürece (insan hakları konusunda) çok fazla bir şey beklemek mümkün olmaz. Ancak hak ihlallerine ve insanlığa karşı suçlara karışanlardan hesap sorulmasını ve hesap verilebilirlik şartlarının sağlanmasını umuyoruz. Hesap verilebilirlik sağlanmazsa (insanlığa karşı ve insan haklarına dair) eylemler yarın da devam edebilir” dedi.
Af Örgütü tarafından yapılan açıklamalarda sıkça “sahada çalışma izni verilmesi veya bilgi akışının engellenmemesi” çağrısı yapılıyor.
Meşru otoritelerden silahlı gruplara kadar bütün kesimlerin kontrolleri altındaki bölgelerden bilgi akışını engellemeye çalıştığını vurgulayan Semaan ve Mandour’a göre birçok ülkede çatışmalar azalmış olsa da bilgi akışının kısıtlanması ve insan hakları ihlallerinin kayıt altına alınmasının engellenmesi gibi çabalar hala sürüyor.
Af Örgütü’nden 2018 raporu
Bu soruna Af Örgütü tarafından hazırlanan “Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da İnsan Hakları-2018” raporunda da yer veriliyor. Raporda, “çatışmaların azalması nedeniyle daha az insan ölüyor olsa da birçok insan savaş suçları dahil ciddi şiddet eylemlerinin etkileri nedeniyle mağdur oluyor” ifadesine yer veriliyor.
Raporda Suriye ve Irak’ın yanı sıra Mısır, Cezayir, Bahreyn, İran, İsrail ve Filistin, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Libya, Fas, Umman, Katar, Suudi Arabistan, Tunus, Birleşik Arap Emirlikleri ve Yemen’deki durumlara ve insan hakları ihlallerine dair detaylı bilgi veriliyor.
Devletlerin veya bazı otoritelerin işledikleri suçlar nedeniyle hesap vermeye zorlanmadıkları veya bu yönde yeterli baskı kurulmadığı belirtilen raporda Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğu’nda katledilmesi ve “Büyük geri dönüş” adlı yürüyüşe İsrail güvenlik güçlerinin müdahale ederek 180’e yakın Filistinliyi öldürmesi vakaları örnek olarak gösteriliyor.
Yine İran, Irak, Mısır, Suudi Arabistan ve bazı Körfez ülkelerinde insan hakları, özgürlük talebi veya yolsuzluk karşıtlığı gibi çeşitli nedenlerle gerçekleşen gösterilere katılan çok sayıda insanın tutuklandığı kaydediliyor.
Rapora göre, çatışma süreçlerinde ve sonrasında yaşanan insanlığa karşı suçlar, insan hak ve özgürlükleri ihlalleri, mültecilere yönelik eylemler, mültecilerin geri dönüş haklarının kısıtlanması veya dönüş için gerekli şartların sağlanmaması, temel kamu hizmetlerine ulaşamama gibi sorunların yaşanmasının yanı sıra birçok ciddi başlık da çözüm bekliyor.
Kadın hakları, LGBT hakları, medeni kanunların yeterli olmaması ve eşit olarak uygulanmaması, yargı süreçlerinin adil bir şekilde gerçekleşmemesi, çalışma şartları gibi birçok başlık altında sık sık insan hakları ihlalleri yaşanıyor.
Ancak bu ihlalleri ortadan kaldıracak yapısal düzenlemeleri gerçekleştirmeye pek olumlu bakmayan bölge ülkelerinin 2019 yılında da insan hakları karnesi iyileşmeyecek gibi görünüyor.