Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaş sonrası milyonlarca Suriyeli vatanlarından kaçarak başka ülkelere sığındı. Savaşın 10. yılı geride kalırken, mültecilerin sorunları her geçen gün artarak devam ediyor.
Yaşadıkları savaşın sarsıntısını zihinlerinden henüz atamayan Suriyeli göçmenler, sığındıkları ülkelerde ise karşılaştıkları toplumsal ve siyasi ırkçı söylemlere rağmen hayata tutunmaya çalışıyor. Mültecilerin karşı karşıya kaldıkları nefret söylemleri her geçen gün artarken bu söylemler bazen fiziksel şiddete kadar varabiliyor.
Altındağ olayları ve ‘muz dosyası’
Zaman zaman Türkiye’nin farklı bölgelerinde mültecilere yönelik nefretin boyutu giderek artmış; bu olayların bir kısmı haberlere yansırken, bir kısmı ise sadece sosyal medyada dolaşıma girmişti. Ağustos ayında Ankara'nın Altındağ ilçesinde bir grup Suriyeli göçmen ve Türk genç arasında çıkan kavga sonucu 18 yaşındaki Emirhan Yalçın'ın bıçaklanarak hayatını kaybetmesinin ardından yüzlerce kişi Suriyeliler’e ait dükkan ve evlere saldırmış, çok sayıda ev ve işyeri zarar görmüştü.
Kamuoyunda ‘muz dosyası’ olarak bilinen ve geçen ay kaydedilen gelişmede ise İzmir’de bir kişinin sokak röportajında Türkiye'deki Suriyeliler’in ekonomik durumunun Türk vatandaşlarından daha iyi olduğunu iddia ederek "Ben muz yiyemiyorum, onlar kilolarca muz alıyor" sözlerinin ardından Suriyeliler‘in sosyal medya üzerinden paylaşmaya başladığı "muz yeme" videoları nedeniyle biri gazeteci 33 Suriyeli savcılık kararı ile gözaltına alınmış ve sınır dışı edilmek üzere Geri Gönderme Merkezlerine (GGM) sevk edilmişti.
VOA Türkçe’ye konuşan uzmanlar mültecilere yönelik nefret söylemlerinin son zamanlarda artmasını ülkedeki ekonomik dar boğaza ve ilkesel bir politikanın olmamasına bağlarken, artık kendilerini güvende hissetmeyen Suriyeli göçmenlerin en büyük korkuları ise ülkelerine geri gönderilmeleri.
“Nefret söylemleri bizi çok üzüyor”
Kendilerine yönelik algının kırılması için mücadele ettiklerini söyleyen Suriyeli Ayşenur Çavuş “Komşular arasında en ufak bir kavga ya da kargaşada bile çıkıp bakmıyoruz. Çünkü polis gelip orada olan herkesi karakola götürecek, bizi de götürebilir. Bizim insanlarımız da en ufak bir olaya karışarak karakola düştüklerinde Suriye’ye geri gönderiliyorlar. O yüzden olayların olduğu yerlerden uzaklaşıyoruz. Zaten adımız çıkmış, biz de uzak duralım ki etkilenmeyelim diye sorun yaşamak istemiyoruz. Zaten birçoğumuz buradaki halk tarafından sevilmiyoruz. En ufak bir sorun olsa biz yapmasak bile toplum ‘hah Suriyeliler yine olay çıkarmış’ gibi şeyler söylüyor. Sonuç olarak devlet burada bize güvendi ve kapılarını açtı, biz de bundan dolayı devletin yüzünü kara çıkarmamaya çalışıyoruz. Biz herkesle iyi geçinmeye çalışıyoruz ki bize karşı oluşan o algı kırılsın. Yine de mültecilere karşı söylenen o nefret söylemleri bizi çok üzüyor’’ dedi.
“Suriyeliler yokken asayiş olayları artıyordu”
Türkiye’de Suriyeliler yokken de asayiş olaylarında her yıl düzenli bir artış olduğuna dikkat çeken Gaziantep Barosu Göç ve İltica Komisyonu Üyesi Avukat Cumali Şimşek, “Gaziantep Barosu’nun Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) servisinden verdiği hizmet her yıl yüzde 5 ile 8 arasında artış gösteriyor, bu artışın sebebini yabancılara bağlamak mümkün değil. Çünkü bu ülkede yabancılar yokken de bu oran her yıl düzenli olarak artıyordu. Yabancılara karşı Baromuzun verdiği hizmet oranına baktığımızda ise bu oran 2018 yılına kadar tüm dosyaların yüzde 12 ile 15 civarında iken, 2018 yılından sonra bu oran yüzde 30’lara çıkıyor. Ancak bu durumun sebebi yaşanan asayiş olaylarının artmasından ziyade 2018 yılından bu yana emniyet müdürlüğünün küçük yaştaki yani 15 ile 18 yaş arası evlilikleri dosya haline getirmesidir. Tabi bu evliliklerden dolayı sorumlu tutulan ailelerle birlikte bir dosyada 4 kişi hakkında işlem yapılmış oluyor. Dolayısıyla bu da Suriyeliler’in suç kayıt dosyasına artış olarak yansıyor. Ama dediğim gibi bu asayiş olaylarına karıştıkları için değil, evlilik dosyalarında da verilen hizmetin CMK hizmeti kapsamında kalmasındandır’’ ifadelerini kullandı.
“Mültecileri hedef gösteren siyasiler suç işliyor”
Suriyeli mültecilere yönelik hukuki işlemlerin uygulanmasına siyasilerin neden olduğunu belirten Avukat Şimşek, “Hukuken bir problem olmayan Türk Ceza Kanunu (TCK) anlamında ‘Halkı kin ve düşmanlığa sevk suçu’nu oluşturmayacak fiiller yönünden de ülkemizde işlemler yapıldı. Ama bu işlemlerin yapılmasına görüyoruz ki bir kısım siyasi partilerin milletvekilleri sebep oldu. Bu siyasiler mültecileri hedef gösterdi. Hedef göstermek suçtur ve ‘Halkı kin ve düşmanlığa sevk suçu’ kapsamında değerlendirilebilir. Anayasanın ayrımcılık yasağı maddeleri kapsamında değerlendirilebilir. Dolayısıyla ‘sadece yabancılar ülkedeki olayları körüklüyor’ diyemeyiz, aslında bizler de bu ülkenin vatandaşları olarak bu olayların artmasına neden olmuş olabiliriz’’ diye konuştu.
“Ekonomik krizlerin yaşandığı dönemlerde insanlar en zayıf halkaya yönelir”
Son zamanlarda mültecilere yönelik önyargıların ve nefret söylemlerinin artmasının birinci nedenleri arasında ülkede yaşanan ekonomik dalgalanmayı gösteren Gaziantep Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mehmet Nuri Gültekin, “2011 yılındaki Suriyeli mültecilerin kitleler halinde Türkiye’ye gelmesinden sonra en ufak problemlerde, sosyal medyada ya da gündelik hayatta insanlar bütün sosyal sorunları Suriyeliler’e yükler oldular. Yapılan araştırmalarda sosyal problemler bakımından adli vakalar başta olmak üzere Suriyeli mültecilerin çok az bir oranının suça karıştığı sonucuna ulaşıldı. Dolayısıyla bu önyargıların yanlış olduğunu görüyoruz. Ama bu önyargıların son zamanlarda çok daha fazla ön plana çıkmasının birinci nedeni; ekonomik krizlerin olduğu dönemlerde insanlar en kolay komplo açıklamalarına daha yatkın olurlar. Dolayısıyla burada bir müsebbip arandığında Avrupa’da olduğu gibi göçmenlerin hedef gösterilmesi çok alışıldık bir durum. Yaşanan bu durum aslında sosyal bir gerçekliği ifade ediyor o da şu; insanların toplumsal kriz dönemlerinde, ekonomik krizin yoğun olarak hissedildiği dönemlerde en zayıf olanlara doğru yöneldikleri aşikârdır’’ şeklinde konuştu.
“Tanju Özcan’ın partisinden ihraç edilmesi gerekiyordu”
Gültekin, mültecilerin, su faturalarına ve belediyeden aldıkları bazı hizmetlere 10 kat zam yaparak, kentten gitmelerini sağlayacağını açıklayan Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan gibi politikacıların söylemlerine de dikkat çekti.
Türkiye’deki siyasi partilerin özellikle göç ve mülteci meselesinde çok güçlü ilkesel bir politikalarının olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Gültekin, “Ülkelerdeki ilkesel politika eksikliği mültecilere yönelik yaklaşımı da etkiliyor. Bir diğer husus ise Türkiye’de siyasal partilerin, özellikle bu tür kriz durumlarında çok görülür olmaya başlayan mülteci karşıtı söylemleri. Seçim dönemlerinde Türkiye’de genelde göç ve mülteci meselesi pek gündeme gelmez. Çünkü iktidara ortak olan partiler bu konudan uzak durmaya çalışırlar. Biz geçmişte bunları gördük şu anda da aynı durumu görüyoruz. Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın daha çok demokratik hukuk ilkelerine dayanarak siyaset yapan bir partiden çoktan ihraç edilmesi gerekiyordu. Bu belediye başkanı belediye meclisinin çoğunluğunun desteğiyle ırkçı ve ayrımcı bir kararı meclisten geçirmesi Türkiye’de olay olmadı. Dolayısıyla bu çok büyük bir problem gerçekten çünkü Türkiye’de ilkesel bir göç ve mülteci politikası olmadığı için siyasi partilerin duruma göre değişen açıklamaları oluyor. Bu da kriz dönemlerinde kaygı verici problemlere neden olabiliyor’’ ifadelerini kullandı.
“Tüm göç hikayelerinde yabancıya karşı duyulan endişe vardır”
Mültecilere yönelik nefret söylemlerinin son yıllarda artış gösterdiğini belirten Gaziantep Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Emre Köksalan, “Göçmenlerin Türkiye’ye yerleşmelerinin ilk yıllarında iletişimle ilgili sorunlar ya da medyada göçmenlerin temsili ile ilgili sorunlar hemen çalışılmaya başlandı. Özellikle nefret ve ötekileştirme söylemiyle ilgili çalışmaların çokça yapıldığını görüyoruz. İlk dönemdeki bulgular aslında bu alanda yoğun bir söylemin olmadığı yönündeydi. İletişim alanında yaptığımız çalışmalara baktığım zaman görüyorum ki aslında 2016-2017’li yıllara kadar toplumda çok fazla göçmenlerle bir çatışma ortamının hasıl olmadığını görüyoruz. Ama son 3-4 yıldır hem nefret söylemlerinde bir artış var hem de gündelik yaşamda toplum pratiğinde daha fazla çatışmalar hem haberler aracılığıyla hem bizim gözlemlerimiz hem de yaptığımız araştırmalar neticesinde karşımıza çıkmakta. Peki neden böyle bir durumla karşılıyoruz aslında göçmen ya da mülteci dediğimiz kişi her şeyden önce yerleşik toplum için bir yabancı. Tüm göç hikayelerinde ve dünyanın her yerinde değişmeyen bir durum vardır o da yabancıya karşı duyulan endişe. Çünkü yabancı olanı tanımıyor ve davranışlarını bilmiyoruz ve dolayısıyla hemen bir önyargı oluşturmaya başlıyoruz” dedi.
“Medya kültürlerarası iletişim problemlerini pekiştiriyor”
Siyasilerin söylemlerini yeniden üreterek gündeme getiren medyanın mültecilere karşı önyargı oluşmasına büyük rolü olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Köksalan, sözlerinin devamında şu ifadeleri kullandı: “Türkiye’nin 2018 yılından itibaren içerisine girmeye başladığı ekonomik darboğaz ve işsizlik özellikle göçmenleri daha fazla hedef haline getirdi. Bu soruna iki yönlü bakacak olursak öncelikle gündelik hayat içinde sıradan insanların karşılaşmasında oluşan kültürler arası iletişim problemleri, bir de bu problemleri pekiştiren medyanın tutumu. Medya burada aslında gündelik yaşamda ortaya çıkan söylemleri yeniden üreten bir araç olarak karşımıza çıkıyor. Bir de siyasi iktidarın, muhalefetin ekonomik aktörlerin söylemlerini yeniden üreterek gündelik hayatın içerisinde olan o kültürler arası iletişim faktörünü pekiştiren bir araç olarak da çalışıyor. Son dönemlerde yaşadığımız olaylar tam olarak budur.’’