Büyük bir kısmı Corona virüsü salgınının etkisi altında geçen 2020 yılında evlenen çiftlerin sayısı, bir önceki yıla göre yüzde 10,1 azalarak 487 bin 270 oldu. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı verilere göre bin nüfus başına düşen evlenme sayısını ifade eden kaba evlenme hızı 2020 yılında binde 5,84 olarak gerçekleşti. Bu oran 2010’da binde 7,97, 2015’te 7,71, 2019’da ise 6,57 idi.
Your browser doesn’t support HTML5
Boşanan çiftlerin sayısı 2019 yılında 156 bin 587 iken 2020 yılında yüzde 13,8 azalarak 135 bin 22 oldu. Bin nüfus başına düşen boşanma sayısını ifade eden kaba boşanma hızı 2019 yılında binde 1,90 iken, 2020 yılında binde 1,62’ye geriledi. 2020 yılında boşanmaların yüzde 35,3'ü evliliğin ilk 5 yılı, yüzde 20,7'si ise evliliğin 6-10 yılı içinde gerçekleşti.
İlk evlenme yaşı yükseliyor
Kesinleşen boşanma davaları sonucunda 2020 yılında 135 bin 22 çift boşanırken 124 bin 742 çocuk velayete verildi. Boşanma davaları sonucu çocukların velayetinin çoğunlukla anneye verildiği görüldü. Çocukların velayetinin 2020 yılında yüzde 75,8'i anneye, yüzde 24,2'si babaya verildi.
Yıllara göre ortalama ilk evlenme yaşı incelendiğinde, her iki cinsiyette de ilk evlenme yaşının arttığı görüldü. Ortalama ilk evlenme yaşı 2001’de erkekler için 26 iken 2020 yılında 27,9’a çıktı. Kadınlarda ise 2001 yılında 22,7 olan ilk evlenme yaşı 2020’de 25,1 oldu. Erkek ile kadın arasındaki ortalama ilk evlenme yaş farkı ise 2,8 yaş olarak gerçekleşti.
Evlilik oranlarında ekonominin etkisi
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Taylan Acar’a göre evlenme oranlarındaki genel düşüş, ülke ekonomisinin gidişatıyla yakından ilgili. VOA Türkçe’ye konuşan Acar, “Türkiye’de evlilik oranlarında genel bir düşüş görüyoruz. Bin kişi başına düşen evlilik oranı 9’un üzerindeydi. Bu, 2017’de 7 civarına düştü. 2019’da 6,5’e düştü. 2020’de 5,84’e düştü. Genel bir düşüş trendi var ama son üç yıldaki düşüş çok daha sert. Bunu, canlı doğan çocuk oranlarında da görüyoruz. Son üç yıldaki düşüşün biraz iktisadi krizle alakalı olduğunu düşünüyorum. Ekonomik olarak içinden geçtiğimiz daralma ve istihdamın azalması, insanların ekonomik olarak belirsizlik içine girmesi, evlilik oranlarını son üç yılda sert bir şekilde düşürdü. Evlenmek, ev kurmak ülkemizde pahalı bir şey” dedi.
Acar, pandemi nedeniyle bazı evliliklerin ertelenmiş olabileceğini de belirterek, salgın sonrasında evlilik oranında bir artış olabileceğini, ancak genel düşüş trendinin sürmesini beklediğini söyledi: “İnsanlar daha geç evleniyorlar. Bunda, üniversiteye giden insan sayısının artmasının etkisinin çok olduğunu düşünüyorum. Üniversiteye gitmek evlenme yaşını en az üç, dört sene geciktiriyor. Mezun olmak, doğru dürüst bir işe girmek, erkekler için askere gitmek… Kadınlar için diledikleri kişiyle evlenmek, kendilerine ‘çalışma, evde otur, ailenle görüşme, arkadaşlarına görüşme’ demeyecek bir eş arama durumu var”.
“Boşanmak da ucuz bir şey değil”
Acar, boşanmalardaki düşüşün de ekonomik belirsizliklerle ilgili olabileceğini kaydederek şunları söyledi: “Türkiye’de son on yıldaki boşanma sayısına baktığımız zaman senede ortalama 120-130 bin civarında seyrediyor. Ekonomik krizle birlikte son üç yılda artmaya başlamıştı. 2018’de 144 bine, 2019’da 157 bine çıkmıştı. Pandeminin etkisiyle 2020’de 135 bin düşmüş. Bu da pandeminin getirdiği belirsizlikle alakalı. Boşanmak, yeni ev açmak da ucuz bir şey değil. Çalışmayan insanlar için boşanmak yapılabilecek bir şey değil. Kendi başına ayakta durmak problemi var. Boşanıp nereye gideceksiniz. İnsanlar kira vermekte, iş bulmakta zorlanıyor. Bu yüzden boşanmanın düşüşünü ben, boşandığın zaman başına ne geleceğinin tespit edilememesine bağlıyorum. İnsanlar boşanmayı da erteliyor olabilirler.”
Evlenme ve boşanma oranlarının istihdam oranlarıyla yakından ilişkili olduğunu ifade eden Acar, Türkiye’deki istihdam sayısında bir azalma olduğuna dikkat çekti. Acar, “Ekonomik olarak insanların belirsizliği ve işgücünün dışına çıkmalarıyla evlilik ve boşanmanın beraber düşmesi arasında yakından bir ilişki var. İnsanlar boşanmaktan da korkuyorlar, evliliğe de paraları yetmiyor. Evlenmeyi öngöremiyorlar. Bu ikisini bir arada değerlendirmek lazım. Yani evlenme verilerine bakarken bir yandan da istihdamda ne olup ne bittiğine bakmak gerekir” ifadesini kullandı. Acar, üniversite mezunlarının sayısındaki artışa rağmen, bu insanların, özellikle de üniversite mezunu kadınların istihdam edilememesinin de önümüzdeki dönemlerde ayrı bir sorun oluşturacağını vurguladı.
Evlilik oranları ve ülke demografisi
Evlilik oranlarındaki düşüşün ve ilk evlenme yaşındaki artışın Türkiye’nin demografik yapısını büyük ölçüde değiştirdiğini vurgulayan Acar, bunun önemli sonuçları olduğunu da sözlerine ekledi: “Aile, bizim toplumumuz için çok merkezi bir kurum. Evlilik de ailenin oluşması için tek araç. Çünkü bizde evlenmeden bir arada yaşama kültürü yok. Resmi nikah kıyılmadan çiftlerin bir arada yaşaması durumu hala çok az görülüyor. Çocuk sahibi olmak doğrudan evliliğe bağlı. Almanya, Danimarka, Hollanda gibi ülkelerde evlilik dışı çocuk sahibi olma oranı yüzde 50’lerin üzerinde. Dolayısıyla evlilik oranı azalınca çocuk sayısı da azalıyor. Bizde yaşlı bakımı da evlerde yapılıyor. Ailelerin sayısının azalması daha ilerisi için de yaşlı bakımında birtakım problemler getirecek.”
İktidarın insanları genç evlenmeye teşvik etmeye çalışmasının, evlenmemiş ya da boşanmış kadınlara yönelik toplumsal damgalamaların, nikahsız birlikteliklere yönelik olumsuz yaklaşımların bir sıkışmaya yol açtığını belirten Acar, “Bu tip anlayışların değişmesi lazım. Çünkü Türkiye toplumu için çok önemli bir yeri olan evlilikten ne anlaşıldığı değişiyor. Eğer evlilik sayısı bu kadar azalıyorsa bizim evliliğe alternatif bir aile kurma formunu ortaya çıkarmamız lazım” diye konuştu.
“Çocukluktan çıkamayan erkeklikler”
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Kemal Sayar da pandemi sürecinin insanların psikolojileri üzerinde önemli etkileri olduğunu belirterek, “Modern dünyada yaşamak giderek zorlaşmaya başladı. Bu pandemi süreci insanın üzerindeki baskıları çok artırdı. Özellikle bir mekana tıkılıp kalmış olmak, dış ortamlardan, sosyal destekten mahrum kalmak insanları daha da gerilimli hale getirdi. Evlilik de bu gerilimden nasiplenen kurumların başında geliyor. Yani insanlar belki Türkiye istatistikilerinde belki henüz ayrılmış görünmeseler bile evlilikler zorlanma sürecine girebiliyor” dedi.
VOA Türkçe’nin sorularını cevaplayan Sayar, ilk evlilik yaşındaki artışta ekonomik koşulların yanı sıra başka faktörlerin de etkili olabileceğini söyledi: “Sosyolojik olarak insanlar biraz daha geç olgunlaşıyor. Yani yaşadığımız toplum insanlara sorumluluk hissini daha geç veriyor. Mesela erkekler kolay kolay çocukluktan çıkamıyorlar. Bayağı uzun bir süreç oluyor. Adölesan süresi, ergenlik süresi biraz daha uzamış gibi görünüyor bana. Burada oyun teknolojilerinin, ekran teknolojilerinin çok büyük bir payı var. Çocukluktan çıkamayan erkeklikler görüyoruz mesela sıklıkla. Ekonomik şartlar daha ağır olduğu için insanlar bir yuva kurmak için gerekli maddi donanıma daha geç sahip oluyorlar da olabilir” dedi.
“Evliliğin getirdiği mükellefiyetlerden kaçış”
Sayar, evlilik oranlarındaki düşüşle ilgili olarak da şunları söyledi: “Evlilik belki biraz cazibesini kaybediyor olabilir. Yani insanlar evlilik dışında yaşama biçimleri, formları buluyor ve evliliğin gerektirdiği sorumluluğa katlanmaksızın, birbirlerine bir aidiyet ve sadakat duymaksınız o ara formlarda hayatlarına devam ediyor olabilirler. Batı toplumlarında bu yönde bir eğilim var. Bizim toplumumuzda bununla ilgili bir çalışma var mı bilmiyorum ama Batı toplumlarında mesela evlilik olmadan beraberlikler çok yaygınlaşmaya başladı. Buna biraz evliliğin getirdiği mükellefiyetlerden kaçış olarak da bakabiliriz.”
“Yalnız ölmek zor”
Prof. Dr. Sayar, boşanma oranlarındaki düşüşün mahkeme süreçlerindeki uzamalardan da kaynaklanmış olabileceği şerhini düşmekle birlikte, pandeminin sosyal hayata bazı olumlu katkıları olduğunu da vurguladı: “İnsanlar değerli olanın, önemli olanın ne olduğunu yeniden keşfettiler. İyiliğin, sevginin, başka insanları düşünmenin, ihtimam göstermenin önemini fark ettiler. Türkiye’de yapılan bazı istatistiki çalışmalar da bize pro-sosyal davranışın, yardım davranışının pandemi döneminde biraz daha arttığını gösteriyor. Başkalarını düşünme eksenli davranışın arttığını gösteriyor. Aile için konuşacak olursak, eğer bu mahkeme süreçleriyle ilgili bir şey değilse, ben bunu değerli olanın, önemli olanın keşfedildiği yönünde yorumlamak isterim. Evet, bir evin içinde çok fazla belki dip dibe yaşadık. Fakat bir yandan da ölümün nefesini ensemizde hissettiğimiz için hayatın içinde değerli olan nedir, neye sahip çıkmalıyız, neyi yüceltmeliyiz, neyi hayatımızda sıkı sıkıya, hasislikle korumalıyız, bunun farkına vardık diye düşünüyorum. Yalnız ölmek zor. Yani insan bir başkasının sevgisinin varlığında, bir başkasının elinin tutarak hayata daha kolay devam edebilir. Dolayısıyla hayatımızda sevgi ve değer verdiğimiz şeyler olsun ki sadakatle tutunduğumuz şeyler olsun ki hayatımızın da bir değeri, bir anlamı olsun.”
Boşanmaların çocuklara etkisi
TÜİK’in açıkladığı verilere göre, 2020 yılında 135 bin 22 çift boşanırken 124 bin 742 çocuk velayete verildi. Boşanma davaları sonucu çocukların velayetinin çoğunlukla anneye verildiği görüldü. Çocukların velayeti 2020 yılında yüzde 75,8'i anneye, yüzde 24,2'si babaya verildi. Sayar, boşanmaların çocuklar üzerindeki etkisinde anne, babaların süreci nasıl yürüttüğünün önemli olduğunu söyledi: “Anne ve baba eğer evliliği bir savaş alanına çevirmedilerse boşanmayı da daha rahat yapabiliyorlar. Boşanma da bir savaş alanı olursa, çocuk o iki ateş arasında kalıyor. Anne ve baba çocuk üzerinden birbirlerine zarar verme, birbirlerini incitme yarışına girebiliyorlar. İki kişinin olgunluğuna bağlı olarak çocuk zarar görüyor ya da görmüyor. İnsanlar sıklıkla çocuğu birbirlerine karşı bir silah olarak kullanabiliyorlar. Halbuki çocuğun hem anne hem baba tarafından sevilmeye ihtiyacı vardır. Çocuk için, onlar boşanmış olsa da onun annesi ve babasıdır ve biricikliğini onların yüzünde okumak ister. Bunu göremediği zaman çocuklar ruhsal açıdan çok ciddi bir şekilde örselenebiliyorlar. Ama ayrıldıkları halde çocuklarının üzerinden sevgisini, ilgisini esirgemeyen anne, babaların boşanmasının çok büyük bir travmatik tesir uyandırdığını düşünmüyorum.”