Türkiye’de AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılına kadar 79 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca 76 üniversite kurulmuştu. 22 yıllık AK Parti iktidarı dönemindeyse üniversite sayısı 208’e yükselirken her geçen yıl üniversiteye yerleşen öğrenci sayısı da artıyor. Peki yükseköğretimde kısa zamanda yaşanan bu büyüme eğitim kalitesine de yansıyor mu?
VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan akademisyenler bu büyümenin, nitelikli öğretim elemanı ve bütçe yetersizliği sorununu beraberinde getirdiğini söylüyor. Araştırmalar da Türk üniversitelerinin akademik performanslarının dünya sıralamalarının altında kaldığını gösteriyor.
Your browser doesn’t support HTML5
Yükseköğretimde öğrenci sayısı yüzde 3,18 arttı
Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) kamuoyuyla paylaştığı verilere göre, 2023-2024 öğretim yılında Türkiye’de açık öğretim hariç üniversitelerdeki öğrenci sayısı bir önceki yıla göre yüzde 3,18 artarak 4 milyon 245 bin 360’a çıktı. Bu öğrencilerin, 2 milyon 822 bin 626’sı ön lisans, 3 milyon 740 bin 171’i lisans, 409 bin 559’u yüksek lisans ve 108 bin 933’ü doktora programlarında öğrenim görüyor. Yükseköğretim kurumlarındaki öğrencilerin yaklaşık yüzde 81’i devlet üniversitelerinde, yaklaşık yüzde 19’u ise vakıf üniversitelerinde okuyor.
Yeni kayıt yaptıran öğrenci sayısıysa 1 milyon 949 bin 627 kişi oldu. Açık öğretim hariç örgün öğretime kayıt yaptıran öğrenci sayısı bir önceki yıla göre yüzde 2 arttı.
Öğrenci sayısı artarken öğretim elemanı sayısı azaldı
Üniversitelerdeki öğrenci sayısı artmasına karşın öğretim elemanı sayısında geçen yıla göre düşüş var. YÖK verilerine göre, 2023-2024 öğretim yılında öğretim elemanı sayısı, 184 bin 566’dan 184 bin 21’e indi. Öğretim elemanlarının 36 bin 740’ı profesör, 23 bin 933’ü doçent, 44 bin 741’i doktor öğretim üyesi, 36 bin 341’i öğretim görevlisi ve 42 bin 766'sı araştırma görevlisi olarak görev yapıyor.
“Üniversite sıralamalarında maalesef üniversitelerimiz sürekli geriliyorlar”
Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) bünyesinde faaliyet gösteren ve dünyadaki üniversiteleri akademik performanslarına göre sıralayan University Ranking by Academic Performance (URAP) Araştırma Laboratuvarı Yöneticisi Prof. Dr. Ural Akbulut, öğrenci başına düşen öğretim elemanı sayısının giderek azalmasının başarısızlık getirdiği görüşünde.
VOA Türkçe’ye değerlendirmede bulunan Akbulut, “Üniversite sıralamalarında maalesef üniversitelerimiz sürekli geriliyorlar. 2010’dan beri hem Türk üniversitelerini hem de dünya üniversitelerini, en iyi üç bin üniversite şeklinde sıralıyoruz. Sıralamalarda sürekli olarak düşüyoruz. 15 yıl önce daha fazla sayıda üniversitemiz ilk 500’e girerken şu anda bu sayılar düştü, giderek de düşüyor” dedi.
“Kaliteli ve yeterli sayıda öğretim üyesi olmadan bu kadar çok üniversite açmak doğru değil”
ODTÜ’de geçmişte rektörlük görevinde de bulunan Akbulut, “Türkiye’de gelişmiş üniversitelerin sayısı 208 üniversite içinde ancak yüzde 10 civarındadır, bunlar dünya standardında eğitim veriyor. Araştırma açısındansa ancak yüzde 5’i dünya standardında diyebiliriz. Diğer üniversitelerin çoğunda ise dünya standardında eğitim yok. Kaliteli ve yeterli sayıda öğretim üyesi olmadan bu kadar çok üniversite açmak doğru değil. Anadolu’daki yeni üniversiteler doçent, profesör olan akademisyen bulamıyorlar. Az sayıda hocayla çok sayıda öğrenciyi eğitmeye çalışıyorlar. Araştırma yapma şansları iki nedenle sıfır; hem ders vermekten buna vakitleri yok hem de zaten araştırma için yeterli bütçeleri yok” diye konuştu.
Bütçe yetersizliğinin üniversitelerin en önemli sorunu haline geldiğini kaydeden Akbulut, “Ülkenin ekonomik durumu son yıllarda çok bozuk olduğu için üniversiteler şu anda para bulamıyorlar. Ben kendi üniversitemden örnek vereyim, ODTÜ Kimya Bölümü’nde ODTÜ’deki kimya dersi alan diğer bölüm öğrencilerine laboratuvar veremediler. Çünkü öğrencileri laboratuvara soktuğunuzda kimyasal malzeme alacak bütçe yoktu” dedi.
“Dükkan açar gibi vakıf üniversitesi açılıyor”
Türkiye’deki üniversitelerin popülist politikalarla plansız büyüdüğünü savunan Akbulut, “Pek çok ülkede üniversite sayıları makul düzeyde. Orada sempatik gözükmek için üniversite açılmıyor. Türkiye’de ise hemen hemen her milletvekili kendi şehrinde birkaç üniversite açılsın istiyor. Halbuki gelişmiş ülkelerde üniversite sayıları son derece sınırlıdır. Hepsi de kaliteli üniversitelerdir. Vakıf üniversiteleri açmak da o kadar kolay değildir. Gelişmiş ülkeler aklına esenin vakıf kurduğu ülkeler değil. Türkiye’deyse bir kısım vakıfların kurulma nedeni hemen bir üniversite açmak haline geldi. Çünkü üniversiteler bir ticarethane gibi görülüyor” ifadelerini kullandı.
“Türkiye’de üniversite lisenin devamı niteliğinde”
Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Türkiye’de yükseköğretim üzerine bağımsız araştırmalar yapan Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı (Üni-Ar) kurucularından Prof. Dr. Engin Karadağ ise Türkiye’de yükseköğretimde yaşanan büyümenin, AK Parti iktidarı döneminde üniversite eğitimiyle ilgili devletin temel yaklaşımının değişmesinden kaynaklandığını söyledi.
VOA Türkçe’ye konuşan Karadağ, “Bundan 10-15 yıl önce Türkiye stratejik bir karar aldı. Bu stratejik karar, yükseköğretim orta öğretimin bir devamı mı? Yani lisenin bir devamı mı yoksa aslında Amerikan modeli gibi entelektüel boyutu kazandırabilecek yapı mı? Biz aslında lisenin devamı gibi bir karar aldık. İstatistiklerde de görebileceğimiz üzere, 2023-2024 yılında Türkiye’de yeni kayıt yaptıran öğrenci sayısı 1 milyon 950 bin. Her yıl liseden ortalama 1 milyon 300 bin kişi mezun oluyor. Bu da şunu gösteriyor, YÖK kabaca ‘ben herkese üniversitede yer açtım’ diyor” ifadelerini kullandı.
Karadağ, “O yüzden tartışmamız gereken, biz herkesi üniversite mezunu edecek miyiz, yoksa nitelik kazandırmak için daha az kişiyi mi üniversite mezunu etmemiz gerekiyor? Bu sayıyla Avrupa’da Rusya’dan sonra en büyük ikinci ya da üçüncü ülkeyiz. Nüfusa orantıladığımızda ise Avrupa’da ilk beşteyiz” dedi.
Araştırma görevlisi sayısında düşüş
Üniversitelerin kalitesini etkileyen öğretim elemanı yetersizliği açısından çıkmaz yola girildiğini belirten Karadağ, “Geçen yıla göre, vakıf üniversitelerinde çok az da olsa araştırma görevlileri yani geleceğin akademisyenlerinin sayıları bu yıl artarken, devlet üniversitelerinde önemli düzeyde düşmüş. Bu da şunu gösteriyor, aslında şu anda gerek YÖK gerekse devlet üniversitelerimiz araştırma görevlilerine, yani gelecekteki öğretim üyelerine yatırım yapmıyorlar. Bu da aslında bizi daha da içinden çıkılamayacak bir noktaya götürecek” diye konuştu.
Profesör sayısı beş yılda yüzde 30 arttı
Türkiye’de geçen yıla göre toplam öğretim elemanı sayısı azalsa da profesör ve doçent kadrolarında hem devlet hem de vakıf üniversitelerinde artış göze çarpıyor. Türkiye’de 2019-2020 öğretim yılında 23 bin 960 olan profesör sayısı aradan geçen beş yılda yüzde 30,2 artarak 31 bin 206’ya ulaştı. Beş yılda toplam öğretim elemanı sayısındaki artışsa yüzde 5’le sınırlı kaldı.
Peki akademik piramidin en üstündeki bu artış ne ifade ediyor? Prof. Dr. Karadağ, “Türkiye’de şu anda piramit tersine dönmüş gibi bir yaklaşım var. Bu da niteliği etkiliyor. Yurt dışındaki üniversitelerde bile akademik unvan yükseldikçe, profesör olduktan sonra yayın ve öğretime ayrılan zamanın düştüğüyle ilgili, yani performansın düştüğüyle ilgili çeşitli bulgular var. Bu da aslında bizim öğretim ve araştırma kalitemizi düşürüyor diyebiliriz” dedi.
“Profesör, doçent kadrolarında şişirme sayılar var”
ODTÜ öğretim üyesi Prof. Dr. Akbulut ise profesör sayısındaki artışı, akademide yükselmenin yolunun liyakatten kopmasına bağlıyor. Akbulut, “Maalesef, biz bugüne kadar böyle bir şeyi aklımızdan bile geçirmezdik. Türkiye’deki bazı üniversitelerde bir anda hiçbir uluslararası makalesi olmadan, hiçbir uluslararası kongreye katılmadan, yaptığı doktora tezi dünyanın hiçbir yerinde doktora tezi olarak kabul edilmeyecek olan insanların profesör yapıldığını, bazılarının bölüm başkanı, dekan hatta rektör yapıldığını üzülerek görüyoruz. Bu şişirme sayıların nedeni ise; her ana bilim dalında belli sayıda profesör, doçent öğretim üyesi olması lazım. Dekana ihtiyaçları var. Bölüm başkanına ihtiyaçları var” diye konuştu.
Akbulut, “O sayıların en azından yarıya düşmesi belki de üçte bire yakın düşürülmesi lazım. O arkadaşlarımızın hiçbiri ne Amerika’da ne de Avrupa’da bırakın profesör olmayı yardımcı doçent olarak bile kabul edilmez. Akademiye müdahale edilmesi çok acı bir şey” dedi.
“67 yaşına kadar ortalama 25 yıl devlet üniversitelerinde hiçbir şey yapmadan mesai saatimi doldurabilirim”
Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi Karadağ ise profesör olduktan sonra da akademik performansın değerlendirilmeye devam edilmesi gerektiğini söyleyerek, “Bence Türkiye’deki en büyük problemlerden biri, bizim önümüze bir kriter konulduğu zaman biz kritere göre çalışıyoruz. O kriteri geçtikten sonraysa çalışmak gibi bir derde düşmüyoruz. Profesörlük meselesi de öyle. Ben 2016 yılında profesör oldum, 8 yıldır hiçbir makale yazmasam, hemen hemen hiçbir derse doğru düzgün girmesem üniversiteden beni çıkarmaları çok da muhtemel değil. 67 yaşına kadar ortalama 25 yıl devlet üniversitelerinde hiçbir şey yapmadan mesai saatimi doldurabilirim. Bunun önlemini alamadığımız sürece aslında rektörlerin de yapabileceği bir şey yok” şeklinde konuştu.
Karadağ, “Ben makale yazmıyorum, hiçbir şey yapmayacağım, sabah geleceğim odama oturacağım, akşam da saat beşte çıkacağım’ dediğim anda bunun aslında bir yaptırımı yok. O yüzden bir içsel motivasyona ve bir iş ahlakına da ihtiyacımız var” dedi.