Uluslararası Kriz Grubu uzmanı Collinsworth’e göre, ‘Türkiye’nin acil olarak 2008’den önceki mezhepsel tarafsızlığı esas alan ve ihtilaf halindeki taraflara eşit mesafede durmaya çalışan dış politikasına geri dönmesi gerekiyor’
WASHINGTON —
Uluslararası Kriz Grubu Türkiye/Kıbrıs Projesi Uzmanı Didem Akyel Collinsworth, seçimlerden sonra Türkiye’nin bundan sonra izlemesini umdukları iç ve dış politikaları değerlendirdi.
Türkiye/Kıbrıs Projesi uzmanı olarak İstanbul’da görev yapan Collinsworth önce iç politikayla ilgili beklentiler konusunda şunları söyledi:
“Önümüzdeki dönemde neler olacağının yanısıra nasıl olacağı da önemli olacak. Şu anda Başbakan Erdoğan ve AKP hükümeti ülke genelinde yüzde 45’in üzerinde destek alarak seçilmiş görünüyor. Kendilerine verilen bu siyasi sermayeyi nasıl kullanacakları önemli. Bundan sonraki süreçte Başbakan Erdoğan ve hükümeti attıkları adımlarda hukukun üstünlüğünü ve demokrasinin vazgeçilmez unsurlarının korunmasını ön planda tutacaklar mı bunlara dikkat etmek gerekiyor.”
Peki dış polika açısından Türkiye nasıl bir döneme girebilir? Uluslararası Kriz Grubu Türkiye uzmanı Didem Collinsworth, Türkiye’nin AB üyeliğine ağırlık vermekten vazgeçmemesi gerektiğini vurguladı:
“Dış politika açısından bakarsak aslında yakın zamanda iç politikadaki gelişmelerin en endişe verici etkilerinden biri Türkiye için hala birçok konuda referans noktası olarak alınan AB üyelik sürecini riske atması oldu. Resmi olmasa da AB yetkililerinden sürecin askıya alınmasına yönelik söylemler duyuyoruz. Bu şu anda uzak bir ihtimal olarak görünse de aslında gündeme getirilmesi bile birçok Türk’ün korktuğu birşey çünkü AB’ye girmeyi istemeyen veya girileceğine ihtimal vermeyen Türkler bile aslında AB müktesebatına uyum sürecinin Türkiye’ye getireceklerini biliyor ve Avrupa Birliği’ni demokrasi ve haklar açısından bir referans noktası olarak görüyorlar. 2012 yılı sonunda yaptığı konuşmada da aslında Başbakan Erdoğan 2014’ü “Avrupa Birliği Yılı” ilan etmişti. Şu ana kadar bunun elle tutulur bir siyasi uygulamasını görmedik. Ancak bunun en azından bundan sonraki süreçte bu yeni sermayeyle birlikte hayata geçirilmesini ümit ediyoruz.”
Başbakan Erdoğan’ın Kürt Açılımı’yla ilgili olarak da Didem Collinsworth Uluslararası Kriz Grubu’nun beklentilerini şöyle açıkladı:
“Kürt sorunuyla başetmek anlamında ki Kürt sorunu Türkiye’nin hem iç siyasetinde hem de uluslararası camiada karşılaştığı en önemli sorunlardan bir tanesi bunun çözülmesi yolunda çok önemli yol katetti Türkiye şu ana kadar. Ve atılması gereken özellikle hükümet tarafından atılması gereken acil olarak ele alınması gereken konular var. Bunların başında Türkiye’deki Kürt toplumunun yasal haklarını ve yasal taleplerini ele almak geliyor ilk etapta. Öncelikle yapılması gereken anadilde eğitim talep edenlere bunun sağlanması, seçimlerde yüzde 10 barajının indirilmesi, terörle mücadele yasasının şiddet içermeyen, farklı düşünceleri cezalandırmayacak şekilde değiştirilmesi ve özellikle anayasadan etnik ayrımıcılığın kaldırılması gibi bazı demokratik unsurlara öncelik vermek ve bunları gecikmeden ele almak gerekiyor. Tabii ki seçim ortamında iç siyasette başka hesaplar ve endişeler varken bu tür reform adımlarının atılması zor oluyor. Dediğim gibi yüzde 45 destek alan bir hükümetin bu konularda da daha rahat adım atabileceğini ümit etmek isteriz. Bu adımlar atılmadan sorunun kalıcı olarak ve uzun vadede çözülmesi çok zor görünüyor. Şu anda AKP hükümetinin PKK’yla yaptığı görüşmelere istinaden halen bir ateşekes anlaşması ve ateşkes mevcut. Fakat bunun s ürdürülebilir kılınması için maalesef atılması gereken adımlarda gecikmeler var ve bunların biran önce atılması gerektiğini düşünüyoruz.”
Peki seçim sonrası Türkiye’nin dış politikasında değişiklik beklemeli mi? Didem Akyel Collinsworth’e göre, Türkiye’de liderlerin söylemlerini yumuşatması şart:
“Bölgesel politikalar anlamında Türkiye’nin acil olarak 2008’den önce uyguladığı mezhepsel tarafsızlığı esas alan ve ihtilaf halindeki taraflara eşit mesafede durmaya çalışan pozisyonuna geri dönmesi gerekiyor. Ancak bu şekilde bölgedeki krizlerde yapıcı bir rol oynayabilir. Aslında son bin sene içinde bu yönde bir eğilim görmüştük fakat buna ters düşen eyelemler ve söylemler de oldu. Son dönemlerde tekrar daha ziyade belki yine iç politikadaki hesaplara dayalı olarak özellikle Suriye’ye yönelik savaş söylemi sayılabilecek söylemlerde bir artış oldu. Tabii ki buna dikkat edilmesi lazım çünkü Türkiye’nin agresif bir dış politikası varmış görüntüsüne sebep oluyor ki aslında Türkiye’nin istediği bölgede bir yumuşak güç olmak. Tabii liderlerinin söyleminin de buna uygun olması lazım yani yanlış anlaşılmalara müsaade etmemek için. Aynı zamanda mezhepsel çatışmaların ülkeye taşınmasını önlemek için de bu konudaki söylemlerde hassasiyet göstermek önemli. Şunu söyleyebiliriz. Bugün bölgedeki çok sayıdaki karışıklık tabii ki tek başına Türkiye’nin suçu veya onun sorumluluğu değil ancak Ankara’nın son birkaç yılda uyguladığı bazı politikalar durumun iyileşmesine pek yardımcı olmadı diyebiliriz. Özellikle de Suriye’deki iç savaş konusunda. Bu anlamda Türkiye’nin daha tarafsız ve ihtilaftaki bütün aktörlere eşit mesafede duran bir pozisyona gelmesi önemli. Bununla ilgili dediğim gibi attığı bazı adımlar arasında Bağdat’taki merkezi hükümetle arasındaki ilişkileri düzeltmeye çalışmak İran’la hatta İsrail’le ilişkilerini düzeltmek üzere girişimler bu alanda sayılabilir. Bunlara devam edilmesi diğer dinlere ve mezheplere eşit mesafede duran bir görüntü verilmesi gerekecek.”
Uluslararası Kriz Grubu uzmanı Collinsworth: http://www.crisisgroup.org/en/about/staff/field/europe-and-central-asia/akyel-collinsworth-didem.aspx
Your browser doesn’t support HTML5
Türkiye/Kıbrıs Projesi uzmanı olarak İstanbul’da görev yapan Collinsworth önce iç politikayla ilgili beklentiler konusunda şunları söyledi:
“Önümüzdeki dönemde neler olacağının yanısıra nasıl olacağı da önemli olacak. Şu anda Başbakan Erdoğan ve AKP hükümeti ülke genelinde yüzde 45’in üzerinde destek alarak seçilmiş görünüyor. Kendilerine verilen bu siyasi sermayeyi nasıl kullanacakları önemli. Bundan sonraki süreçte Başbakan Erdoğan ve hükümeti attıkları adımlarda hukukun üstünlüğünü ve demokrasinin vazgeçilmez unsurlarının korunmasını ön planda tutacaklar mı bunlara dikkat etmek gerekiyor.”
Peki dış polika açısından Türkiye nasıl bir döneme girebilir? Uluslararası Kriz Grubu Türkiye uzmanı Didem Collinsworth, Türkiye’nin AB üyeliğine ağırlık vermekten vazgeçmemesi gerektiğini vurguladı:
“Dış politika açısından bakarsak aslında yakın zamanda iç politikadaki gelişmelerin en endişe verici etkilerinden biri Türkiye için hala birçok konuda referans noktası olarak alınan AB üyelik sürecini riske atması oldu. Resmi olmasa da AB yetkililerinden sürecin askıya alınmasına yönelik söylemler duyuyoruz. Bu şu anda uzak bir ihtimal olarak görünse de aslında gündeme getirilmesi bile birçok Türk’ün korktuğu birşey çünkü AB’ye girmeyi istemeyen veya girileceğine ihtimal vermeyen Türkler bile aslında AB müktesebatına uyum sürecinin Türkiye’ye getireceklerini biliyor ve Avrupa Birliği’ni demokrasi ve haklar açısından bir referans noktası olarak görüyorlar. 2012 yılı sonunda yaptığı konuşmada da aslında Başbakan Erdoğan 2014’ü “Avrupa Birliği Yılı” ilan etmişti. Şu ana kadar bunun elle tutulur bir siyasi uygulamasını görmedik. Ancak bunun en azından bundan sonraki süreçte bu yeni sermayeyle birlikte hayata geçirilmesini ümit ediyoruz.”
Başbakan Erdoğan’ın Kürt Açılımı’yla ilgili olarak da Didem Collinsworth Uluslararası Kriz Grubu’nun beklentilerini şöyle açıkladı:
“Kürt sorunuyla başetmek anlamında ki Kürt sorunu Türkiye’nin hem iç siyasetinde hem de uluslararası camiada karşılaştığı en önemli sorunlardan bir tanesi bunun çözülmesi yolunda çok önemli yol katetti Türkiye şu ana kadar. Ve atılması gereken özellikle hükümet tarafından atılması gereken acil olarak ele alınması gereken konular var. Bunların başında Türkiye’deki Kürt toplumunun yasal haklarını ve yasal taleplerini ele almak geliyor ilk etapta. Öncelikle yapılması gereken anadilde eğitim talep edenlere bunun sağlanması, seçimlerde yüzde 10 barajının indirilmesi, terörle mücadele yasasının şiddet içermeyen, farklı düşünceleri cezalandırmayacak şekilde değiştirilmesi ve özellikle anayasadan etnik ayrımıcılığın kaldırılması gibi bazı demokratik unsurlara öncelik vermek ve bunları gecikmeden ele almak gerekiyor. Tabii ki seçim ortamında iç siyasette başka hesaplar ve endişeler varken bu tür reform adımlarının atılması zor oluyor. Dediğim gibi yüzde 45 destek alan bir hükümetin bu konularda da daha rahat adım atabileceğini ümit etmek isteriz. Bu adımlar atılmadan sorunun kalıcı olarak ve uzun vadede çözülmesi çok zor görünüyor. Şu anda AKP hükümetinin PKK’yla yaptığı görüşmelere istinaden halen bir ateşekes anlaşması ve ateşkes mevcut. Fakat bunun s ürdürülebilir kılınması için maalesef atılması gereken adımlarda gecikmeler var ve bunların biran önce atılması gerektiğini düşünüyoruz.”
Peki seçim sonrası Türkiye’nin dış politikasında değişiklik beklemeli mi? Didem Akyel Collinsworth’e göre, Türkiye’de liderlerin söylemlerini yumuşatması şart:
“Bölgesel politikalar anlamında Türkiye’nin acil olarak 2008’den önce uyguladığı mezhepsel tarafsızlığı esas alan ve ihtilaf halindeki taraflara eşit mesafede durmaya çalışan pozisyonuna geri dönmesi gerekiyor. Ancak bu şekilde bölgedeki krizlerde yapıcı bir rol oynayabilir. Aslında son bin sene içinde bu yönde bir eğilim görmüştük fakat buna ters düşen eyelemler ve söylemler de oldu. Son dönemlerde tekrar daha ziyade belki yine iç politikadaki hesaplara dayalı olarak özellikle Suriye’ye yönelik savaş söylemi sayılabilecek söylemlerde bir artış oldu. Tabii ki buna dikkat edilmesi lazım çünkü Türkiye’nin agresif bir dış politikası varmış görüntüsüne sebep oluyor ki aslında Türkiye’nin istediği bölgede bir yumuşak güç olmak. Tabii liderlerinin söyleminin de buna uygun olması lazım yani yanlış anlaşılmalara müsaade etmemek için. Aynı zamanda mezhepsel çatışmaların ülkeye taşınmasını önlemek için de bu konudaki söylemlerde hassasiyet göstermek önemli. Şunu söyleyebiliriz. Bugün bölgedeki çok sayıdaki karışıklık tabii ki tek başına Türkiye’nin suçu veya onun sorumluluğu değil ancak Ankara’nın son birkaç yılda uyguladığı bazı politikalar durumun iyileşmesine pek yardımcı olmadı diyebiliriz. Özellikle de Suriye’deki iç savaş konusunda. Bu anlamda Türkiye’nin daha tarafsız ve ihtilaftaki bütün aktörlere eşit mesafede duran bir pozisyona gelmesi önemli. Bununla ilgili dediğim gibi attığı bazı adımlar arasında Bağdat’taki merkezi hükümetle arasındaki ilişkileri düzeltmeye çalışmak İran’la hatta İsrail’le ilişkilerini düzeltmek üzere girişimler bu alanda sayılabilir. Bunlara devam edilmesi diğer dinlere ve mezheplere eşit mesafede duran bir görüntü verilmesi gerekecek.”
Uluslararası Kriz Grubu uzmanı Collinsworth: http://www.crisisgroup.org/en/about/staff/field/europe-and-central-asia/akyel-collinsworth-didem.aspx