Türkiye Cumhuriyeti'nin 2016 yılında Fethullah Gülen liderliğindeki cemaat yapısı FETÖ kaynaklı yaşadığı 15 Temmuz darbe girişimi, ülkede toplumsal, hukuki, siyasi ve ekonomik yönden etki yarattı. VOA Türkçe’nin görüşlerine başvurduğu uzmanlar, cumhuriyetin 100’ncü kuruluş yıldönümü eşiğindeki darbe girişimini ve darbe girişimi gerekçeli değişimi yorumladı.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğindeki AK Parti teklifi ile Ekim 2016'da, 15 Temmuz günü ulusal anma gün takvimine eklendi. Demokrasi ve Milli Birlik Günü adı altında resmi tatil ilan edilmesi ile birlikte bu gün, her yıl Erdoğan'ın katıldığı görkemli anma etkinliklerine sahne oluyor. Darbe girişimi gecesi ardından 20 Temmuz itibariyle olağanüstü hal uygulamasıyla yönetilen Türkiye'de, sonrasında hem OHAL düzenlemelerini kalıcılaştırma yaklaşımı ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adıyla başkanlık sistemine geçilmesi ise halen tartışılıyor. Darbe girişimine karşı halk tepkisi gösterilmesi ve o gece sokağa çıkılması ile ilgili ise, "15 Temmuz Destanı" kavramıyla Cumhuriyet'in kuruluşunu sağlayan Kurtuluş Savaşı mücadelesi ile kıyaslama yapılması da tartışmalı görülüyor.
AKP'nin 2002'de iktidar oluşuyla "Yeni Türkiye"nin başlangıcı olduğu iddiasındaki Erdoğan'ın, Cumhuriyet'in 100'ncü yılında seçimlerde halktan oy desteği istediği "Bu yüzyılı Türkiye yüzyılı yapacağız" söylemindeki "Türkiye Yüzyılı"nın başlangıcını, 15 Temmuz olarak işaret etmesi dikkat çekiyor. Bu bağlamda bugün de 15 Temmuz'un 7'nci anma yıl dönümü gerekçesiyle başta Ankara olmak üzere ülke genelindeki afişler göze çarpıyor. Bu kapsamda uzman isimler ise 15 Temmuz'un Türkiye'yi nasıl dönüştürdüğünü veya değiştirdiğini değerlendirdi.
15 Temmuz Türkiye'nin anayasal işleyişini nasıl etkiledi?
Anayasa hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu VOA Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:
" MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ‘Türkiye’de fiili bir durum vardır ve bu çözülmelidir. Ülke yönetimi yasa ve Anayasaya uygun değildir. Ve de suç işlenmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı, fiili başkanlık yapmaktadır’ (16 Ekim 2016) sözleriyle harekete geçildi. Başbakan Binali Yıldırım, 21 maddelik Anayasa değişiklik teklifini 10 Aralık akşamı TBMM Başkanlığına sundu. TBMM oylamalarında Anayasa’nın usule ilişkin güvencelerine uyulmadığı gibi 16 Nisan 2017 halkoylaması da olağanüstü hal (OHAL) ortam ve koşullarında yapıldı. Haliyle anayasal bilgilenme hakkı kullanılamadı ve anayasal kamuoyu oluşmadı. Bu nedenle, ‘evet’ ve ‘hayır’ yönündeki ikili kampanya, eşit koşullarda yürütülemedi. Üstelik YSK, mühürsüz zarf ve oyları da geçerli saydı. Özetle, OHAL ortam ve koşullarında gerçekleştirilen Anayasa değişikliği, ciddi bir meşruluk sorunsalı ile gölgelendi. İçerik olarak 2017 kurgusu, siyasal iktidarın yapılanması bakımından, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti anayasal geleneklerini ve kazanımlarını ortadan kaldırdı. Hükümet ve kurul halinde yönetim ilan edildi ; siyasal karar düzenekleri tasfiye edildi ve siyasal sorumluluk ilkesi kaldırıldı. Haliyle, anayasal denge ve denetim düzenekleri de en aza indirilmiş oldu” dedi.
Kaboğlu ayrıca “Anayasa’nın yürütme yetkisini de tek başına verdiği partili Cumhurbaşkanı, uygulamada ‘Parti Başkanlığı Yoluyla devlet Başkanlığı ve Yürütme’ (PBDBY) olarak adlandırılabilecek bir kurgu ortaya çıktı. Bu durum, Anayasa’da ‘yasama-yürütme-yargı’ şeklinde sıralanan ve biçimsel olarak erkler ayrılığını andıran Cumhuriyet’in temel kurumlarını, PBDBY güdümündeki organlar birliğine dönüştürdü. Yargı bağımsızlığına dayanan erkler ayrılığı yokluğu, geniş bir yelpazeye yayılan anayasal hak ve özgürlüklerin sürekli ihlali sonucunu doğurdu. Bunun başlıca nedeni, Anayasa değişikliği ile, ‘fiili duruma hukuki boyut kazandırıldığı’ halde, 2017’de çizilen anayasal çerçeveye saygı gösterilmediği için, 27. Yasama dönemi ile örtüşen beş yıll, ‘fiili durum’ ağırlıklı bir anayasal uygulama ile geçti. De facto durum, kişi+parti+devlet birleşmesine ivme kazandırdığından Türkiye Cumhuriyeti kamu tüzel kişiliği zedelendi ve dejenere oldu. Bu nedenle, 15 Temmuz’un 7. Yılı, anayasal demokrasi inşası yolunda hukuk devleti kurum, kural ve ilkelerini tartışma vesilesi olarak kabul edilmelidir" ifadelerini kullandı.
15 Temmuz siyaset alanı ile birlikte medyayı nasıl etkiledi?
Türkiye siyasetine ilişkin araştırmaları ile tanınmış gazeteci - yazar Kemal Can da VOA Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede, "15 Temmuz Darbesi’nin siyasi etkisini özetleyen en veciz cümle, Erdoğan’ın söylediği ‘Allah’ın Lütfu’ tanımlamasıdır. 2012 sonrasında değişen dış dengeler ve iç politikadaki gelişmeler, ciddi oy kaybının yanı sıra iktidar içi güç çatışmasında saklanamaz hale getirmişti. İster ‘kontrollü’ ister ‘kontrol edilebilir’ olsun, 15 Temmuz, hakimiyetin yeniden Erdoğan’ın eline geçmesine yol açtı. İktidar ittifakını yenileyerek 2015 Haziran yenilgisinin tehlikeli devamından kurtuldu. Ayrıca Erdoğan, başta ordu ve yargı ile girilen kavgadaki bütün komplo suçlamalarından sıyrıldı. Darbe girişimi olmasaydı, ‘Kandırıldık, Allah affetsin’ diyerek her şeyi sıfırlamak kolay olmayacaktı. Yıllarca açık ortaklık yaptığı cemaat, başkaları için suçlama konusu haline geldi. Diğer yandan 2015 itibariyla temeli atılan MHP ortaklık zemini bu darbe girişimi sayesinde pekişti, kalıcılaştı. AKP’nin, devlete nüfuz etmek için ‘koç başı’ kullanmasına gerek bırakmayacak yeni bir ideolojik kapı -ve destek çevresi- oluştu. Sağın büyük rüyası milliyetçi-mukaddesatçı ittifak gerçekleşti. Erdoğan, bayrak dahil bütün hamaset sembollerini muhalefetin elinden aldı” dedi.
Kemal Can “Darbe girişimi sayesinde, muhalefet, uzunca bir süre iktidar karşısında siyaset üretme imkanlarını kullanamaz hale geldi. Darbeye karşı düzenlenen Yenikapı mitingine katılımaya mecbur edilen muhalefet partileri, kısa sayılamayacak bir siyasi felç geçirdi. Darbecilik suçlaması tehdidiyle, muhalefet aktörleri, medya ve toplumsal kesimler, daha kolay baskı altına alınabildi. Darbe vesilesiyle çıkartılan KHK’lar eliyle bürokraside, üniversitelerde büyük tasfiyeler gündeme geldi. Yargının siyasallaşması ve hukuksuzluk, standart bir norm haline geldi. Bundan basın ciddi pay aldı. Cemaate ait yayın kuruluşları yanında bütün muhalif çevrelere dönük karartma ve kapatmalar yaşandı. Başkanlık referandumunun kapısı 15 Temmuz ile iyice açıldı. Bütün bunlara rağmen 15 Temmuz, özellikle iktidarın toplumsal desteği açısından Erdoğan’ın beklediği kadar büyük lütuflar getirmedi. Darbenin önlenmesi üzerinden üretilmek istenen ‘halk savunması’ ve 15 Temmuz’un özel bir sembole dönüşmesi pek başarılamadı. Darbe girişiminin yarattığı atmosfer iktidarın toplumsal desteğini beklendiği kadar büyütmedi, erime devam etti" değerlendirmesini yaptı.
15 Temmuz Türkiye ekonomisini nasıl etkiledi?
15 Temmuz darbe girişiminin ekonomik etkilerini de VOA Türkçe’ye Ekonomist Doç. Dr. Oğuz Demir değerlendirdi. Demir, “Aslında 15 Temmuz'un olduğu gün itibariyle karşı karşıya kaldığımız ekonomik etkiler bir tarafa, orta ve uzun vadede de ciddi etkileri olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar Türkiye'de siyasetin yapısının değiştirmesiyle birlikte etkili oldu. Daha içe kapanık, daha kendi sorunlarıyla boğuşmaya çalışan daha dünyadan bir miktar yaşadığı travma nedeniyle uzaklaşan bir Türkiye gerçeğiyle karşı karşıya kalındı. Bu sadece güvenlik açısından değil birçok konuda politikaları etkiledi. Ekonomi politikaları da bunlardan başta geleni. Türkiye'nin o sıcak parayla olan ilişkisini yeniden değerlendirmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın o dönem yaptığı işte dönüşümler, değişimler, politikadaki sapmalar, Türkiye'nin Batı'yla olan ilişkisini yeniden şekillendirmesi ve sıcak paraya bağımlı olan bağımlı hale getirilmiş Türkiye ekonomisinde o sıcak paraya mesafe konulması süreci, tabii ciddi bir büyüme temposunda düşüşe neden oldu” dedi.
Demir, “Dış açık finansmanının olumsuz etkilenmesine neden oldu ve Türkiye belki de dünyada değişen para politikası yaklaşımıyla beraber hem kendi içine kapanması hem de o dünyadaki olumsuz ortamın etkisiyle, ciddi bir döviz eksiğiyle ve Türk lirasının değer kaybıyla karşı karşıya kaldı. Bunu takip eden yıllarda enflasyona ekonomik dengelere olan etkisini de hep beraber görüyoruz. Bir diğer önemli konu yani bir başlangıç olarak ele alınabilir; 15 Temmuz bir seçimler dönemiydi. Yani hem 2017 referandumu, hem de ardından 2018 erken seçimiyle Türkiye'de ciddi bir siyasi risk ortamının da beraberinde gelmesine neden oldu. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçişin de bir anlamda başladığı yer 15 Temmuz darbe girişimi oldu. Oradan sonra Bahçeli'nin çıkışıyla referanduma gidildi. Ardından da erken seçimle beraber Türkiye başkanlık sistemine geçmiş oldu. Belki daha uzun yıllar sürebilecek, hükümetin beklediği dönüşüm daha kısa sürede sonuçlandı. Ekonomide yani böyle doğrudan şu etki değil ama orta ve uzun vadede Türkiye'nin izlediği politikaları şekillendirmesi açısından önemli bir dönüm noktası diyebiliriz" ifadelerini kullandı.