Türkiye’de Aralık ayında yağışların mevsim normallerinin altında kalması ve barajların doluluk seviyesinin düşmesi, kuraklık uyarılarını gündeme getirdi.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, Aralık ayında yağışlar mevsim normaline göre yüzde 42 azaldı. Ancak son günlerde mevsimsel yağışların etkili olmasıyla, 8 Ocak’ta yüzde 19 seviyesine kadar gerileyen İstanbul’daki barajlarda doluluk oranı yüzde 34 seviyesine yükseldi. Yağışların artmasıyla kentlerin su ihtiyacını karşılayan barajların yeniden dolması, kuraklık tehdidinin geçtiği anlamına geliyor mu?
VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’na göre sorun sadece yağış miktarıyla sınırlı değil. Türkiye’nin zaten yarı kurak bir ülke olduğunu belirten Kadıoğlu, “Son günlerdeki yağışlarla barajlar yükselmiş gibi dursa da bu problem aslında Türkiye’de kronik bir problem. Türkiye’nin yağışları az olmasa bile bazı yerlerde nüfus ve sanayi yoğunlaşmış durumda. O bölgenin su kaynakları oradaki su talebini karşılayamıyor. O yüzden Türkiye’nin değişik bölgelerinde şu anda değişik şekilde kuraklıkla karşı karşıyayız. Hem kuraklıkla hem de su kıtlığıyla karşı karşıyayız. Özellikle İstanbul gibi 20 milyona yaklaşmış bir şehirde, günde 3 milyon metreküp su tüketilen yerde, bölge dışındaki barajlardan kuraklıktan dolayı yeterince su gelmediği için su kıtlığı ve arz-talep dengesinin bozukluğu çok net bir şekilde kendini gösterdi” diye konuştu.
Your browser doesn’t support HTML5
“Kuraklık tehdidinin temel nedeni iklim değişikliği değil”
Türkiye’yi bekleyen kuraklık tehdidinin nedeninin iklim değişikliği değil su tüketiminin yönetilememesi olduğunu kaydeden Kadıoğlu, “Genellikle insanlar gerçek nedenin yerine iklim değişikliğini günah keçisi olarak Türkiye’de kullanıyor. İklim değişikliği tabii ki bu problemi çok daha arttıracak ama bunun temel nedeni şu anda iklim değişikliği değil” dedi. İstanbul, Ankara ve İzmir’de nüfusun giderek artmasıyla su tüketiminin de çok hızlı yükseldiğini ifade eden Kadıoğlu, “Türkiye aslında su zengini bir ülke değil. Dünya standartlarında Türkiye su stresinde olan bir ülke. 1,350 kilogram düşüyor kişi başına. Bu 1.000 kilograma indiği zaman su fakiri olacağız. Bazen aşırı su talebi olan yerlerde kişi başına düşen su miktarı 1,000 kilograma da düşebiliyor. Yani büyük illerimiz aslında sürekli su stresi yaşıyor. Bazı kurak periyotlarda da su fakiri haline dönüşüyor” ifadelerini kullandı.
Suyun yüzde 77’si tarımsal sulamada kullanılıyor
Büyük kentlerde yaşanan su kıtlığı, evlerde harcanan suyun tasarruf edilmesine yönelik çağrıları arttırdı. Ancak suyun en çok tarımda kullanıldığını hatırlatan Kadıoğlu, tarımda yapılacak yüzde 10 tasarrufun dahi kentleri çok rahatlatacağını ifade etti.
Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü 2019 verilerine göre, Türkiye’de yıllık tüketilebilir yerüstü ve yeraltı su potansiyeli toplamı 112 milyar metreküp. Toplam su potansiyelinin 57 milyar metreküpü kullanılıyor. Bunun da yüzde 77’si olan 44 milyar metreküpü tarımsal sulamada, 13 milyar metreküpü yani yüzde 23’ü içme, kullanma ve sanayi suyu olarak tüketiliyor. Tarımsal sulamanın dünyadaki payının Türkiye’nin çok altında olduğunu söyleyen Türkiye Sulama Kooperatifleri Merkez Birliği Başkanı Halis Uysal, “Bu dış ülkelerde yüzde 40-43 civarında. Biz Türkiye genelinde kooperatiflerin yaptığı damla sulamasına geçtik. Fakat halen vahşi sulama yapılıyor. Vahşi sulamada doğrudan doğruya çıktığı gibi salıyorsun suyu. Açıyorsun kanalı, istediğin kadar salıp gidiyor” dedi. VOA Türkçe’ye konuşan Uysal, Türkiye’de tarımsal sulamada israfa yol açan vahşi sulama yönteminin halen yaygın olduğunu da sözlerine ekledi.
2019’da damla sulamayla sulanan alanlar geriledi
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2019-2023 yılları arasını kapsayan Ulusal Su Planı’nda tarım sektöründe sulamada kaybın önüne geçilmesi için basınçlı sulama sistemlerine geçişin hızlandırılması hedefleniyor. Damla sulama, yağmurlama sulama, pivot sulama, tamburlu sulama, tarımda vahşi sulamanın yerini alması hedeflenen bazı modern sulama teknolojileri. Ancak DSİ’nin son açıkladığı veriler de henüz tarımda israfı önleyen damla sulama sisteminin yaygınlaşmadığını ortaya koyuyor. 2018 yılında damla sulama yöntemiyle sulanan alan yüzde 17,4 iken 2019 yılında yüzde 16,9’a geriledi.
Vahşi sulama yönteminin toprak ve ürün verimliliğini düşürerek çoraklaşmaya da yol açtığını söyleyen Uysal, “Vahşi sulamanın vahşi tehlikeleri de var. Bu suyu salıp suladığında, toprağın humusunu alıp götürüp depo ediyor. İçindeki materyalleri alıp depo ediyor, toprağı çoraklaştırıyor. İsrail’e gittim, damlama sulamayı orada gördüm. Toprağın ne kadar su istediğini ölçüp o kadar su veriliyor. Bizde bu yok. Salma suyu salıyorsun. ‘Kaymak’ deriz biz, toprağın arasını kapatıyor. Toprak havalanmadı, güneş görmedi mi gelişemez. O yüzden biz arasını sürüyoruz. Tam gelişmeye kalkıyor. Bir daha suluyorsun, yine kapanıyor” dedi.
“Çiftçiler sulama konusunda eğitim ve maddi destek bekliyor”
Çiftçilerin sulama konusunda bilinçlenmeye ihtiyacı olduğunu kaydeden Uysal, 562 bin 950 dekar arazinin suya kavuştuğu Güneydoğu Anadolu Projesi’ni (GAP) hatırlatarak “Ben Urfa’ya gittim. Orada GAP barajı var. Çiftçiler ‘Çok su geldi, çok ürün olacak dedik. Ama tersi oldu. Ne olur eğitim getirin. Bizi damlamaya kavuşturun’ diye yalvardılar. Bakanlıktan da damla sulama konusunda çalışmalar ve teşvikler bekliyoruz. O çıkarsa rahatlarız. Bir an önce damla sulamaya geçilmesi lazım. Bu vahşi sulamadan vazgeçilmesi lazım” diye konuştu.
Bakanlık, 2016-2019 yılları arasında yeni sulama sistemine geçmek isteyen çiftçilere hibe desteğinde bulunuyordu. Destek tutarı, sulama sistemine yapılacak yatırımın yüzde 50’sini kapsıyordu. Bu yönde yeniden destek uygulanması gerektiğini kaydeden Uysal, hibenin de arttırılmasını istedi. Önceden uygulanan desteklerde, kalan yatırım tutarının büyüklüğünün ve KDV ödemesinin çiftçiye ait olmasının ekonomik olarak geçişi zorlaştırdığını ve yatırım maliyeti daha düşük olan vahşi sulamaya kaçışa yol açtığını belirtti.
Tarımsal faaliyetleri yapmaya imkân vermeyecek biçimde parçalanmış, dağılmış, bozuk şekilli parsellerin birleştirilmesi anlamına gelen arazi topluluştırmasının da sulamadaki israfın önüne geçeceğini vurgulayan Uysal, “Ben 1970’te Akhisar Beyoba köyünde ilk sulama kooperatifini kurdum. Arazi toplulaştırması yaptım, kanallarını getirdim. Ben şimdi orayı 32 kuyuyla sulayabiliyorum. Peki ben bunu yapmamış olsaydım, 1.000 küsur parsel ne yapacaktı, üç-beş parsel bir araya gelip kuyu açacaktı. Her taraf kuyu dolacaktı” diye konuştu.
2021’de 51 baraj, 39 gölet yapılacak
Bakanlık, 2021 yılını su ve sulama yatırımlarında “hamle yılı” ilan etti. Tarımsal sulamada hibe projelerine ayrılan kaynak hakkında açıklama yapan Bakan Bekir Pakdemirli, tarım sektörü yatırımlarında bu yıl en fazla ödeneğin 8,5 milyar lirayla sulama alanına tahsis edildiğini açıkladı. Pakdemirli, yeni baraj ve gölet projelerinin inşa edileceğinin de bilgisini verdi. 2021 yılında 51 baraj ve 39 gölet olmak üzere toplam 90 depolama tesisi daha bitirerek, depolama sayısını 1617’ye, kapasitesini ise 180 milyar metreküpe ulaştıracaklarını ifade etti. Pakdemirli, sulama tesisi sayısının 3 bin 313’e, sulamaya açılan tarım alanının 6,9 milyon hektara çıkarılacağını, temin edilen içme suyu miktarının da 4,7 milyar metreküpten 4,8 milyar metreküpe çıkaracaklarını belirtti.
“Yeni baraj ve göletler gündelik çözümden ileri gitmez”
Peki yeni baraj ve göletlerin yapılması su kıtlığı sorununa çare olabilir mi? Kadıoğlu, suyun yönetiminde talebin planlanarak israfın azaltılması yerine arzın arttırılmasının gündelik bir çözümden ileri gitmeyeceğini söyledi. Kadıoğlu, “Zaten Türkiye’nin ezberi o. Türkiye yapısal önlemlerle gidiyor. Yani ‘su mu lazım, o zaman boruları döşeyelim abi’ şeklinde talebi sürekli karşılamaya çalışan bir yaklaşım var. Talep ve arz dengesini kurmakla ilgili bir yaklaşım yok. Zaten küresel iklim değişikliği buharlaşmayı arttırıyor, sıcaklık da artıyor. Yağışlar azalıyor. Bu açık barajlarda, göllerde su toplamak eskisi kadar verimli değil. Barajların, göllerin de havzalarında yerleşim yerleri gelişmeye başlamış durumda. Yağan yağmurlar da barajlara, göllere gidemiyor. Sürdürülebilir değil bunlar” dedi. Kadıoğlu, su ihtiyacı olan bölgelerin çevresinde baraj yapılacak alanlar azaldığı için uzak mesafelerden borularla suyun taşınmasının da elektrik, enerji ve bakım maliyetini arttırdığını söyledi.
Devletin eldeki mevcut suyu en iyi şekilde yönetmeye odaklanması gerektiğini vurgulayan Kadıoğlu, “Kuraklık izlemeyi doğru yapmamız lazım. Su seviyesi, yağan yağmur, yağacak yağmur, topraktaki nem gibi bütün kuraklık parametrelerini tek elden takip edecek birimler kurulması lazım. İkincisi, Türkiye’de kentlerin bir su bütçesi yok. Her belediye, her idare bir mali bütçe yapıyor. Sonra o bütçeye göre tedbir alıyor. Kentlerde de her yıl değişen bir su bütçesi yapılması lazım. Üçüncüsü, su bütçesindeki açıklara zamanında müdahale edecek tedbirleri almak için kuraklıkla mücadele planlarımız yok. Bu planları bizim çok önceden, kuraklık olmadığı zamanlarda oturup suyu kullanan bütün paydaşlarla hazırlamamız gerekiyor. Dördüncüsü yağmur suyu hasadı yok Türkiye’de. Türkiye’de yağan yağmurlar, çatılardan toplanan sular borularla yollara veriliyor” diye konuştu.
“Tarımda yanlış ürün planlaması da suyu israf ediyor”
Suyun israfına yol açan tek neden tarımdaki sulama yöntemi değil. Su kaynaklarına göre tarım ürünü planlaması yapılmamasının da israfı arttırdığına dikkat çeken Kadıoğlu, “İsteyen istediği yere istediği tarım ürününü ekebiliyor. Hiç su olmayan yerlerde tropikal bitkiler ekilmeye başlandı. Bakıyorsunuz, Konya’da su yok. Konya Türkiye’nin en kurak bölgesi. Ama yonca, şeker pancarı gibi ekonomik değeri yüksek ayrıca suyu çok fazla tüketen ürünler ekiliyor. Bir bakıyorsunuz kivi, avokado gibi ürünler hiç su olmayan yerlerde yetiştirilmeye çalışılıyor. Bütün su onlara harcanıyor. Eğer normal su yoksa yeraltı suları tüketiliyor. Bugün yeraltı suları Konya’da yaklaşık 400 metre çekilmiş durumda aşağı doğru” diye konuştu.
Suyun kontrol altına alınarak çiftçinin isteğine bırakılmaması gerektiğini kaydeden Uysal da “Bizde çiftçi arayış içinde. Bir tarım politikası yok. Hangi mahsul para etti, onu ekiyor. Öyle olmayacak. Suyu zapturapt altına alacaksın. Türkiye’de milli su konseyi kurulmalıdır. İlgili birimler bir araya gelecek. Her yıl bölge bazında su miktarını çıkaracak. Arazi toplulaştırmasını yapacak. Ne kadar suyun var? O suya göre ürün deseni seçeceksin. Ürüne göre su değil” dedi.
“İki dilim ekmeği çöpe attığımızda 1,5 ton suyu da çöpe atıyoruz”
Tarımda kullanılan suyun israfını azaltmak için çiftçilerin yanı sıra vatandaşlara da görev düşüyor. Toplumda ‘sanal su’ konusunda farkındalığın arttırılmasını isteyen Kadıoğlu, “Tarıma giden su bizim önümüze ekmek, pirinç, et olarak geliyor. Biz iki dilim ekmeği çöpe attığımız zaman 1,5 ton suyu çöpe attığımızın farkında değiliz. Yani sanal suyu bilmiyor insanlarımız. Bir hamburger yaklaşık 2,5 ton su eder. Bunun yerine bir tabak kuru fasulye ya da taze fasulye çok daha az su anlamına geliyor. Yani su tasarrufu bir yaşam tarzı” diye konuştu.
Türkiye’nin tarım ürünü dış ticaretinde su açığı verdiğini sözlerine ekleyen Kadıoğlu, ihracatta bu yönde strateji geliştirilemediğini de söyledi: “Biz daha çok bedava su veriyoruz tarım ürünlerini satarak. Yani bir kilogram pamuk sattığımız zaman dışarıya ya da bir t-shirt sattığımız zaman çok ucuza satılıyor bu ürünler aslında. Tonlarca suyu da bedavaya veriyoruz. Türkiye bir kilogram pamuk ihraç ettiği zaman 12 ton suyu bedavaya veriyor yanında. Türkiye’de yöneticilerimiz ve vatandaşımız bunun da farkında değil henüz.”