Almanya yıllardır ülkedeki göçmen ve yabancıların maruz kaldığı ırkçı saldırılarla gündeme geliyor. Bunlar arasında en çok gündemi belirleyense 2000 ve 2007 yılları arasında 8'i Türk, en az 10 kişinin Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) adlı ırkçı bir terör örgütü tarafından öldürüldüğünün ortaya çıkması oldu.
Bu cinayetlerin kim ya da kimler tarafından işlendiği uzun süre karanlıkta kalmış, Alman medyası 2000'li yıllarda cinayetlerin arkasında Kürt mafyasının ya da Türk çetelerin olduğunu öne süren haberler yapmıştı.
Polis de yıllarca suçluyu öldürülenlerin çevresinde aramış, olayların arkasında haraç mafyasının olduğunu öne sürmüştü. Ancak daha sonra NSU üyeleri olduğu anlaşılan Uwe Mundlos ve Uwe Bönhardt, 4 Kasım 2011’de Almanya’nın doğusundaki Eisenach kentinde bir bankayı soyduktan sonra bir karavanda ölü bulundu. İki soyguncunun kaldığı evde yapılan aramalar sonrasında o zamana kadar nedeni bir türlü anlaşılmayan seri cinayetlerle ilgili bilgiler ifşa olmaya başladı. Evde ele geçen deliller sonrasında NSU örgütü adeta tesadüfen ortaya çıkarken hücrenin sağ kalan üyesi, Beate Zschaepe’nin karavandaki yangından dört gün sonra teslim olmasıyla işin gerçeği anlaşıldı. Almanya’nın yakın tarihine geçen bu olayın, seri cinayetler halinde insanları infaz eden ve ayrıca Köln kentinde iki yere bombalı saldırı düzenleyenlerin, ırkçı Neonazi’ler olduğunun açığa çıkmasının üzerinden on yıl geçti.
Örgütle ilgili ayrıntıların kamuoyuna yansımasından sonra Federal Meclis’te, 2012 yılının Ocak ayında, NSU Araştırma Komisyonu kuruldu. Komisyon yaklaşık 16 ay süreyle yaptığı çalışmayla, 1357 sayfalık bir rapor hazırladı. Raporda, örgütlenmenin devletin istihbarat elemanları tarafından yıllardır bilindiği ve muhbirler aracılığıyla, planlanan suikastlardan haberdar olunduğu iddiaları ortaya atıldı. Bu bağlamda Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın sahip olduğu bilgileri gözardı etmesi, diğer emniyet kurumlarıyla paylaşmaması, çok sayıda dosyanın yok edilmesi ve bilgisayarlardan silinmesi, son olaydaki gibi muhbirlik yapan şahısların cinayetlerle bağlantılarının ortaya çıkması, seri cinayetlerde istihbarat teşkilatının rolünü tartışılır hale getirdi. İstihbaratın NSU’yu kuruluşundan sonra takibe aldığı, cinayetleri engellemediği ve eylemleri örttüğü iddialarının gündeme gelmesinden sonra Anayasa Koruma Örgütü'nün, üst düzey bir kaç yetkilisi istifa etti.
Your browser doesn’t support HTML5
Dava 2013 yılında başladı
6 Mayıs 2013’te başlayan ve Beate Zschaepe'nin yanı sıra 4 sanığın daha yargılandığı NSU davasında 430'u aşkın duruşma yapıldı, 800’e yakın tanık ve onlarca bilirkişi dinlendi. Kurban yakınları güvenlik birimlerinin kendilerini nasıl mağdur ettiklerini ve NSU’yu görmezden geldiğini mahkeme karşısında isyan ederek anlattı. Mahkeme sürecinde istihbarat örgütlerinin oynadığı rolün üzerine gidilmezken Alman kamuoyunda, "Yüzyılın Davası" olarak adlandırılan NSU davasında, Zschäpe ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Tutuklu diğer sanıklar, dava bittikten sonra serbest bırakıldı. Bazı dosyalara konulan 30 yıllık gizlilik süresinin yanısıra, Federal Savcılık’ın, cinayetleri işleyenlerle onları destekleyenler arasında bağ kurmanın "kurbanları ve halkı tedirgin edeceğini" belirterek olayların arkasındaki isimlerin kim olduğu sorusu yanıtlanmadan dava kapandı.
Gazeteci Yücel: “Tarihi bir fırsat kaçırıldı”
NSU davasını belgesel bir kitap haline getiren gazeteci-yazar Yücel Özdemir, NSU davasının İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana varlığını sürdüren Neonazi gruplarla, istihbarat arasındaki bağı ortaya çıkarma şansını sunduğunu, ancak Almanya’nın geçmişiyle hesaplaşmaya yanaşmadığını ve tarihi bir fırsatı kaçırdığını savunuyor: "Almanya’nın bunu kabul ederek bir soruşturma sürdürmesi, bir bakıma cinayetlerin istihbarat tarafından işlendiği ya da göz yumulduğu anlamına gelecekti, ki bu olandan çok daha büyük bir skandal olacaktı. Bunu önlemek için istihbaratın rolü hep arka plana itildi. Dava sırasında da gündeme getirilmedi. Cinayetlerin üç kişi tarafından planlanarak işlendiği tezi sonuna kadar görüldü. Gerçek anlamda sonuçların çıkarılması için istihbarat ve polisten başlayarak, her alanda devletin ırkçı düşüncelere sahip kişilerden arındırılması gerekiyordu."
Merkel’den özür
Oysa Başbakan Angela Merkel, 2 Kasım 2011’de, NSU ortaya çıkarıldıktan sonra cinayetlerin tümüyle aydınlatılması için hükümetin elinden gelen her şeyi yapacağını ve gerekirse güvenlik birimlerinin yapısının değiştirileceğini açıklamış, daha önce de cinayetlerden ve öldürülenlerin ailelerinden şüphe duyulmuş olması sebebiyle özür dilemişti.
Aşırı sağcıların işledikleri suçlar azalmadı
NSU’nun ortaya çıkmasından sonraki süreçte, bir türlü alınmayan önlemler ve atılamayan adımlar ırkçı, Yahudi ve Müslüman düşmanı saldırıların her yıl daha da artmasını beraberinde getirdi. Özellikle Türkiye’den gelen göçmenler, ülkede tedirgin halde yaşamaya devam etmek zorunda kaldı. İstihbarat, polis ve ordu içinde ortaya çıkan ırkçı örgütlenmeler yoğun tartışmalara neden olurken aşırı sağcılar, rekor sayıyla 2016’da 23 bin 555 suç işledi. Aşırı sağcıların işledikleri suçlar 2020’de 23 bin 80 oldu. Ülkedeki ırkçı saldırılarda, 1990’dan bu yana 200’ün üstünde kişi yaşamını yitirdi. Son iki yılda Halle kentinde ırkçı terörist Stephan Balliet’in bir sinagoga saldırı düzenlemeye çalışması, bunu başaramayınca sokakta ve döner restoranında 2 kişiyi katletmesi ve son olarak Tobias Rathjen adlı ırkçı teröristin Hanau kentinde 9 göçmeni öldürmesi gibi olaylar kayıtlara geçti.
İçişleri Bakanı Horst Seehofer‘in, ülkedeki en büyük tehdidin aşırı sağdan geldiğini ifade etmesi, Başbakan Angela Merkel‘in de ırkçılığın bir zehir olduğunu, bunun da Alman toplumunda bulunduğunu belirtmesi, NSU’nun ortaya çıkarılmasından 10 yıl sonra, aşırı sağ ve ırkçılıkla mücadelenin daha çok uzun süreceğini kanıtlayan itiraflar olarak algılanıyor.