Amerika’nın Sesi Haber Merkezi’nden Jim Malone, bazı Cumhuriyetçi senatörlerin İranlı liderlere mektup göndermesine yol açan siyasi baskıları ve Amerikan dış politikasıyla ilgili anayasal kuralları değerlendirdi. Malone’a ilk sorumuz, Kongre üyelerinin siyasi konuları ele almak için yabancı yetkililerle doğrudan iletişim kurması ne ölçüde olağandışı olduğu.
Malone, “Senato’daki Cumhuriyetçiler’in Amerika’nın politikasını değiştirmek için yabancı bir hükümetle doğrudan iletişime geçmesi, daha önce görülmüş bir durum değil. Geçmişte bunun örneği yok. Washington’da eski bir deyiş vardır: ‘Siyaset, suyun kenarında durur’ denir. Ancak son yıllarda bu deyişin artık geçerli olmadığına tanık oluyoruz. Dış politika, Demokrat ve Cumhuriyetçi Parti arasındaki keskin siyasi bölünmeden nasibini alıyor. Son yıllarda Demokrat Parti başkanlık seçimlerinde, Cumhuriyetçi Parti ise Kongre seçimlerinde başarılı oluyor. Yakın gelecekte de bu eğilimin devam edeceğini düşünüyorum” şeklinde konuşuyor.
Kongre’nin Amerikan dış politikasındaki rolü nedir? Jim Malone’a göre, dış politikayı yürütmek başkanla kongre arasında paylaşılan bir sorumluluk:
“Tarihe baktığımızda dış siyasetin idaresinin Başkan ve Kongre arasında paylaşılan bir sorumluluk olduğunu görüyoruz. Dış siyaseti genellikle başkan yönlendirir. Uygulanacak politikalara öncülük eder. Ancak bu siyasi uygulamalar Kongre’nin değerlendirmesine de açıktır. Kongre, dış siyasete ilişkin mali konularda da söz sahibidir. Senato, yabancı ülkelerle yapılan siyasi ve ticari anlaşmaları onaylar. Yıllar içinde Amerikan dış siyasetinde Başkan’ın mı yoksa Kongre’nin mi daha çok ağırlığı olması gerektiğine ilişkin görüşlerin sürekli yön değiştirdiğini görüyoruz. Bazen savaşlardan sonra Kongre’nin liderliği üstlendiğine tanık olduk. Bunun bir örneğini Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Senato’nun Milletler Cemiyeti Anlaşması’nı reddetmesiyle yaşadık. Ayrıca Kongre 1970’lerde Vietnam Savaşı’ndan sonra Savaş Gücü Yasası’nı çıkardı. Bu şekilde başkanların tek taraflı olarak savaş kararı alması zorlaştı.”
Kongre’nin iki kanadında da Cumhuriyetçiler çoğunlukta. Hem Temsilciler Meclisi’nde hem de Senato’da kontrolu ele geçirdi son seçimlerde Cumhuriyetçiler. Bu durumda Kongre’nin dış siyasette daha etkili bir rol oynamasını beklemeli miyiz?”
Malone, “Cumhuriyetçi siyasetçiler İran’ın nükleer faaliyetlerinin kısıtlanmasıyla ilgili müzakereleri bir iç siyaset meselesi haline getirmeye başladı. Bu durum, 2016 başkanlık seçimleri yaklaştıkça daha da geçerli olmaya başlayacak. Cumhuriyetçi Parti,Demakrat Partili Barack Obama’nın başkanlık koltuğunda geçirdiği sekiz yıldan sonra Beyaz Saray’ı yeniden ele geçirmek istiyor. Son yıllarda Kongre’deki Cumhuriyetçiler ve Başkan Obama arasındaki güven duygusunun giderek azaldığına tanık oluyoruz. Başkan Obama’nın geriye kalan son iki yılında bu durumun daha da ön plana çıktığını göreceğiz. Bence Cumhuriyetçi Partililer Başkan Obama’nın dış siyaset sicilini daha da sert şekilde eleştirmeye başlayacak. Özellikle de İran’la yapılan müzakereleri öne sürerek Amerikan dış politikasının yönünü değiştirmek gerektiğini savunacaklar” şeklinde konuşuyor.
Amerika’nın Sesi Haber Merkezi’nden Jim Malone’a göre, dış siyaset, Washington’daki bu derin siyasi bölünmenin etkisi altına girmiş görünüyor. Demokrat ve Cumhuriyetçi Partlililer arasında özellikle son yirmi yıldır iyice belirginleşen bu keskin kutuplaşma, sadece Amerikan Hükümeti’nin rolünün ne olması gerektiğini değil, aynı zamanda Amerika’nın diğer ülkelerle ilişkilerini de etkiliyor.