“Karada yaşadığımız felaketlerin esas nedeni denizlerin tahribatı”

Küresel iklim değişikliği sonucunda afetler ve aşırı hava olayları giderek daha sık yaşanırken, uzmanlar, karadaki felaketlerin esas nedeninin, küresel ısınma ve insan eliyle denizlerin uğradığı tahribat olduğunu söylüyor.

İnsanlığın doğaya yönelik yıkım ve tahribatının karşılığı olan küresel iklim değişikliği sonucunda yangın, sel, taşkın, hortum, fırtına gibi afetler ve aşırı hava olayları da giderek daha sık yaşanır oldu. Dünyanın her köşesinde iklim krizinin etkileri daha şiddetli baş gösteriyor. Ancak uzmanlara göre esas tehlike karada değil denizde. Uzmanlar, karada yaşanan felaketlerin esas nedeninin, küresel ısınma ve insan eliyle denizlerin uğradığı tahribat olduğunu söylüyor.

Akdeniz Koruma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Zafer Kızılkaya, denizlerin tahribatı durmazsa daha ölümcül ve yıkıcı felaketler görülmeye devam edeceği görüşünde. VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Kızılkaya, “Şu anda biz karada yaşadığımız için sadece ağaçların yandığını görüyoruz, suların altında nelerin yandığını bizden başka gören yok. Dolayısıyla bizim için her şey orman, bitki örtüsü gibi geliyor. Halbuki o yangınların hepsine denizlerdeki etkiler sebep oluyor” dedi.

Your browser doesn’t support HTML5

“Karada yaşadığımız felaketlerin esas nedeni denizlerin tahribatı”

Kızılkaya, “Aslında karada görmüş olduğumuz bütün o iklim olaylarının sebebi denizden gelen ve gelmeyen rüzgarların yaratmış olduğu sonuçlar. Kara, kendi iklimini kendi içinde çok küçük ölçekte yaratabilir. Her tür iklim hareketi okyanuslardan geliyor. Okyanuslarsa dünya yüzeyinin yüzde 70’ini kapladığı için küresel ısınmanın etkisinin çoğunu kendi üzerine alıyor” diye konuştu.

“Türkiye çok dezavantajlı bir konumda”

Türkiye kıyılarının bulunduğu Doğu Akdeniz’in dünyadaki diğer sulardan dört kat fazla ısındığını belirten Kızılkaya, “Dolayısıyla biz burada çok dezavantajlı bir konumdayız. Yani kaçarı yok. Biz yarın öbür gün çok daha fazla sıcaklık dalgaları göreceğiz, çok çok daha fazla yangınlar olacak. Dolayısıyla mevcut bitki örtüsü bunu kaldıramayacak şekilde bir sıcaklık ve nem düşüşüne doğru gidiyoruz” dedi.

Denizlerde yaptıkları sıcaklık ölçümlerinin sonuçlarını aktaran Kızılkaya, “Türkiye’deki bütün özel çevre koruma bölgelerinde deniz kıyısında 0 ile 40 metre arasında her beş metrede ve her bir saatte senkronize olarak çalışan sıcaklık ölçerlerimiz var. 2015 yılından beri bunları sürekli gözlüyoruz ve korkunç olan sonuç, her yıl beş metre beş metre bu sıcaklık dalgası aşağı doğru gidiyor” şeklinde konuştu.

Küresel ısınmanın denizlerdeki sonuçları

Suların ısınmasının canlı yaşamının yok olması ve denizlerin en büyük oksijen kaynağı özelliğini yitirmesi anlamına geldiğini belirten Kızılkaya, “Sıcak toleransı olmayan balıklar zamanla kıyılarımızdan uzaklaşacak. Ama kaçamayan canlılar var. Bunlar, süngerlerimiz, Akdeniz mercanlarımız gibi omurgasız canlılar. Kaçamadıkları için sıcak su o seviyeye gelip orada kaldığı sürece küçülüyor ve yok oluyorlar. Bunların yerini Kızıldeniz veya Hint Okyanusu’ndan gelen, sıcak sularda daha rahat yaşayabilen yeni türler kaplamaya başlıyor. Yani resme uzun vadede baktığımızda Doğu Akdeniz tropikal bir deniz haline dönüşüyor. Siz ne yaparsanız yapın bu gerçekleşecek. Daha az yerel türünüz olacak, daha fazla tropikal türünüz olacak” dedi.

Kızılkaya, yağmur ormanlarından on kat fazla karbon depolayabilen ve Akdeniz’deki endemik bir tür olan deniz çayırlarının giderek yok olmasını da buna örnek gösterdi.

Dünyanın her köşesinde iklim krizinin etkileri daha şiddetli baş gösteriyor.

Daha uzak gelecekteyse küresel ısınma ile kutupların erimesinin Avrupa’da yeni bir buzul çağına yol açabileceğini ve Türkiye’nin ikliminin de tamamen değişebileceğini kaydeden Kızılkaya, su seviyesinin yükselmesiyle batma riski altında olan birçok ada ülkesinden de buna bağlı olarak göçün başladığına değindi.

“Akdeniz’de balık türlerinin yüzde 90’ını aşırı avcılıktan dolayı bitirmiş bulunuyoruz”

Ancak denizlerdeki tahribatın tek nedeni küresel ısınma değil. İnsan eliyle verilen zararın boyutu da küresel ısınmanın sonuçlarına çarpan etkisi yapıyor. Akdeniz’deki balık türlerinin yüzde 90’ının aşırı avcılık sonucunda tükendiğini örnek veren Kızılkaya, “Buna bir de iklimle ilgili balıkların yaşadığı termal stres, sıcaklık stresi, sıcaklık değiştiği için üreme dönemlerinin değişmesini koyun. Örneğin; Karadeniz çok ciddi ısınmaya başladı. Hamsi ne olacak? Hamsinin üreme potansiyeli, üreme dönemi nasıl kayacak? Bir beş sene içerisinde çok büyük değişiklikleri göreceğiz. Bu bir domino taşı gibi. Sıcaklık oradan etki ediyor, aşırı balıkçılık buradan etki ediyor. Yasa dışı balıkçılık oradan etki ediyor. Korumuyorsunuz ve bunların hepsi zincirleme olarak birbirlerine çarpan etkisi yapıyor” dedi.

“Aşırı avcılığın önüne geçilmeli"

İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Erhan Irmak ise küresel iklim değişikliğinin denizlere insan eliyle verilen zarar karşısında günah keçisi ilan edildiğini savunuyor. VOA Türkçe’ye değerlendirmede bulunan Irmak, “Denizi etkileyen insan kaynaklı birçok faktörler var. Bunlar, aşırı avcılık, kirlilik ve habitat kayıpları. Bizim yapmamız gereken şu aşamada aşırı avcılığın önüne geçmek. Şu anki su ürünleri avcılığını düzenleyen tebliğe göre, herhangi bir kota uygulaması yok. Sadece bildiğimiz kadarıyla orkinos balığında bir kotamız var. Onun haricinde diğer balıklarda kota yok. Bir de sezonsal bir kotamız var, o iyi bir uygulama. Ama yeterli gelmediği ortada. Yani bizim su ürünleri avcılığını düzenleyen tebliği iyileştirme yoluna gitmemiz şart” şeklinde konuştu.

Irmak, Türkiye balıkçılığı açısından en ekonomik iki tür olan lüfer ve palamut balığının da hem aşırı avcılık hem de denizin iklim değişikliğinin etkisiyle ısınması sonucunda dönem dönem tehlike altına girdiğini kaydetti.

“Denizleri korumalıyız ki fayda görebilelim”

Balıkların denizlerin ekosistemi açısından önemini vurgulayan Irmak, “Su ürünleri sektöründe ticari olarak görünen yüzümüz balıklar. Ama balıkların ekosistem açısından da önemleri çok büyük. Çünkü canlılar birbirleri üzerinden besleniyor. Denizlerdeki birçok organizmanın sayısını kontrol altında tutuyorlar. Bazı organizmaların artışı, deniz analarının son dönemdeki artışı gibi büyük problemler getirebilir” dedi.

Irmak, “Bizim yapmamız gereken, burada önemli olan ‘koruma-fayda’ ilişkisi. Eğer biz denizden tekrar faydalanmak istiyorsak, yeterince verim almak istiyorsak, balıkçılığımızın sürmesini devam etmesini istiyorsak mutlaka koruma yoluna gitmeliyiz. Ancak bu şekilde denizden faydalanma şansı bulabiliriz” diye konuştu.

“Akdeniz’de deniz koruma alanları çok az”

Akdeniz Koruma Derneği Başkanı Zafer Kızılkaya ise hem iklim değişikliğinin etkilerine hem de insan tahribatına karşı Türkiye’deki deniz koruma alanlarının arttırılması çağrısında bulundu. Kızılkaya, “2010 yılından beri devletimizin ilan ettiği balıkçılığa kapalı koruma alanları var. İngiltere tarafından da 30x30 kampanyası başlatıldı. 2030 yılına kadar denize kıyısı olan ülkeler kıyılarının yüzde 30’unu deniz koruma alanı olarak ilan edecek. Bu ilan edilen yüzde 30 içerisinde de yüzde 10’luk mutlak bir koruma alanı olacak. Bizi bırakın, Akdeniz’de bile rakam daha yüzde 7-8’lerde. Tam koruma alanı binde 1’lerde. O kadar düşük ki. Akdeniz’de deniz koruma alanları çok az. Bunların sayısını, özellikle tam korunan ve her türlü balıkçılığa kapalı alanların sayısını arttırmalıyız. Orada ne yapıyorsunuz; denizin bağışıklığını güçlendiriyorsunuz” dedi.