İzmir’de Halkların Köprüsü Derneği tarafından düzenlenen 2’nci Uluslararası Mülteci Film Festivali başladı. Corona virüsü salgını nedeniyle iki yıldır yapılamayan etkinlik, mülteci düşmanlığına ve nefret söylemine karşı dayanışmayı büyütmeyi amaçlıyor. 12-16 Nisan tarihleri arasındaki festivalde mülteci hikayelerinin anlatıldığı film gösterimleri, film ekipleriyle söyleşiler, panel, atölye, sergi ve tiyatro gösterisi gibi etkinlikler İzmirliler'le buluşacak.
Your browser doesn’t support HTML5
Festivalin açılış töreni Fransız Kültür Merkezi’nde yapıldı. Törende konuşan Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Nuray Pehlivan, “Hem ülkemizde hem de yaşadıkları diğer ülkelerde mültecilerin yaşadıkları zorluklar giderek katlanıyor. Bu zorunlu göç yolculuğuna çıkan her bir insanın bambaşka hikayeleri var. Bizler insan hakları mücadelesi dahilinde kamusal dostluğu yaymak için çalışırken bu çabamızı her daim dayanışmayla ördük. Yürüttüğümüz bu hak mücadelesinde kültürel ve sanatsal faaliyetleri dayanışmamıza dahil etmenin yollarını aradık. Sinema bize bu anlamda büyük bir olanak sunuyor. Bu olanağı halklar arası dostluğu kurma sorumluluğumuzun bir parçası olarak görüyoruz. İşte Mülteci Film Festivali de Halkların Köprüsü için bu hikayeleri görünür kılmanın ve halkları buluşturabilmenin bir aracı oldu” dedi.
Festivalin açılışında Halkların Korosu da bir konser verdi. Konserde, Türkçe, Kürtçe, Lazca, Zazaca, Yunanca gibi farklı dillerde şarkılar seslendirildi.
“Filmler mültecilerle empati geliştirmek için bir alan yaratıyor”
VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan festival direktörü Ufuk Tambaş, festivalin mültecilerle sosyal teması arttırmayı ve önyargıları yıkmayı amaçladığını anlattı: “2019 yılında bir film festivali düzenlenmesinin iyi olacağını düşündük. Çünkü filmler, hikayeler aracılığıyla aslında mültecilerle sosyal bir temasta bulunma olanağı olmayan ya da belli konularda belli önyargılarla hareket eden insanların mültecilerin hikayelerine temas edebilecekleri ve belki bu sayede empati geliştirebilecekleri bir alan yaratılıyor. Festivalde filmler dışında özellikle yönetmenleri davet ediyoruz. Onlar da kendi kişisel deneyimlerini izleyicilere aktarıyorlar. Hem film sürecini hem de filmi çekerken mültecilerle yaşadıkları ilişkilerini anlatıyorlar.”
Festivalin iki yılda izleyicilerden olumlu tepkiler aldığını söyleyen Tambaş, etkinlikleri mültecilerin yaşadığı alanlara taşıdıklarını da belirtti: “Sadece Türkiye’de değil başka ülkelerde de ya da iç göç durumlarında bile bir tür gettolaşma oluyor. Birbirini tanıyan insanlar kendi kültürleri ve dillerini konuşan insanlarla bir arada yaşıyor. İzmir’de de mültecilerin yoğunlaştığı böyle alanlar var. Biz de sergi alanlarını Basmane’de açarken bunu gözettik. Onların nüfus olarak yoğun yaşadığı bir yer.”
35’i kısa metraj, 14’ü uzun metraj film beyaz perdede
Festival, Hindistan, Fransa, Almanya ve İtalya gibi farklı ülkelerden, göç ve mülteci hikayeleri anlatan ya da mülteciler tarafından çekilmiş 35’i kısa metraj, 14’ü uzun metraj kurmaca, belgesel ve animasyon filme ev sahipliği yapıyor. Tüm etkinliklerin ücretsiz olduğu festivalde film gösterimleri ve film ekipleriyle söyleşiler Fransız Kültür Merkezi’nde, sergi ve atölye etkinlikleri Tarihi Bıçakçı Han’da ziyaretçilere açık olacak.
Festivalde ayrıca Cem Terzi moderatörlüğünde "Soykırımdan Hayatta Kalmak" başlığıyla Zülfü Livaneli, Natia Navrouzov, Farida Falıt Jrdo ve Ameena Qasım Khalaf'ın katılımıyla 13 Nisan’da bir panel düzenlenecek. Fransız Kültür Merkezi sergi salonunda, Christian Alexander Rogler’in ‘Yaşamak İstiyordum/I Wanted to Live’ isimli filminin sürekli gösterimi de festival boyunca izlenebilecek. 1993 yılından günümüze Avrupa sınırlarında hayatını kaybetmiş 35 bin 597 mültecinin isimleri, ölüm yeri, nedeni ve tarihlerinin bilgisini aktaran film, video enstalasyon şeklinde izleyicilerle buluşacak.
“Kimliksizliğin hikayesini anlatmaya çalıştım”
Festivalde yer alan yapımlardan biri de “Kimlik” adlı kısa metraj film. Filmin yönetmeni ve Dokuz Eylül Üniversitesi öğrencisi Gözde Sezer, VOA Türkçe’ye konuştu. Suriye’deki savaştan kaçarak yurtlarını terk etmek zorunda kalan Halid ve eşi Yasmin’in Türkiye’de kimlik edinme sürecini filminde anlattığını kaydeden Sezer, “Suriyeliler için burada geçici koruma kimliği geçerli. O kimliği alamadıkları sürece burada bazı temel haklara ulaşamıyorlar ne yazık ki. Bu yüzden de kimlik onlar için çok önemli bir mesele. Kimlik ve statü onlar için çok önemli. Ben de aslında bu kimliksizliğin hikayesini anlatmaya çalıştım. Her şeyini bırakıp gelen insanlar ellerinde sırf bir kimlik, bir belge olmadığı için ne okula gidebiliyorlar ne sağlık hizmetlerinden yeteri kadar faydalanabiliyorlar ne iş bulabiliyorlar ne de iş bulsalar bile sigortalı çalışabiliyorlar. Bu kimliksizliğin yarattığı travmalar beni çok etkiliyor. Hikaye olarak bu yüzden bunu tercih ettim” dedi.