Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), iktidarın insanların yaşam tarzına yaptığı müdahaleyle, kitaba, müziğe, tiyatro ve sinemaya uyguladığı sansürün, toplumsal hayatı nasıl etkilediğine dikkat çekmek için ‘Sansürlü Hayat Toplantısı’ düzenledi.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Cağaloğlu’nda bulunan merkez binasındaki Burhan Felek Konferans Salonu’nda gerçekleşen toplantıya, Türkiye Yazarlar Sendikası, PEN Yazarlar Derneği ve Türkiye Yayıncılar Birliği’nden temsilciler de konuşmacı olarak katıldı.
Your browser doesn’t support HTML5
“Bütün yaşantımızı içine alan bir sansür iklimi var”
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto toplantıda yaptığı konuşmada, “Bütün yaşantımızı içine alan sansür ikliminden söz ediyoruz. Yalnız gazeteleri, yazarları değil, şarkıcıyı, tiyatro eserlerini, sinemayı kapsayan sansürden söz ediyoruz. Sansür sadece haberi, kitabı, sinemayı, sanatı etkilemiyor. Bunun dışında giyimimize, yaşam biçimimize kadar dayatılan bir sansür söz konusu. Buna karşı çıkıyoruz elbette. Bu karşı çıkış, her zaman dayanışma içinde olmayabiliyor maalesef. Bir grubun sesi çıkıyor, bir grubun sesi çıkmıyor. Dayanışmayı genişletmemiz gerekiyor. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti olarak bu toplantıyı düzenlediğimiz derneklerle biz dayanışmayı sürdürüyoruz” ifadelerini kullandı.
“Kamunun izin verdiği biçimde ürün üretebilenler alanda kaldı”
Toplantıya bazı yazarlar ve sanatçılar da destek verdi. Katılımcılar arasında yer alan oyuncu ve eğitimci Tilbe Saran, VOA Türkçe’ye yaptığı özel açıklamada şunları söyledi: “Bu iktidar birtakım umutlar vaat ederek gelmişti. Giderek o vaatlerden çok uzakta bir hayat önerisi sunmaya başladı. Sanat yaparak var olabilmeye devam edebilmek için o ortaklığa ister istemez bir yerinden bulaşıldı. COVID-19 salgınından sonra da özellikle tiyatro alanında çok büyük bir daralma yaşanıyor. Çünkü mekanlar desteksiz bırakıldığı için kamu tarafından desteklenmediği, desteklenmesi için yapılması gereken bir takım vergi düzenlemeleri kasıtlı yapılmadığı için insanların sazını sözünü söyleyebileceği mekanlar ortadan kalkmaya başladı. Dolayısıyla sadece kamunun desteğinde, dolayısıyla da kamunun izin verdiği konulara, kamunun izin verdiği biçimde ürün üretebilenler bu alanda kaldı. Tek tip renksiz ve aslında sanatın özüne aykırı bir durumdayız. Şu anda tiyatrolarda, sinemalarda ve yazın hayatında da benzer sıkıntılarda ortaklaşıyoruz.”
“Bir ülkede düşünce ve ifade özgürlüğü yoksa o ülkede insan hak ve özgürlükleri de olmaz”
Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Başkanı Adnan Özyalçıner de yaptığı konuşmada, bir ülkede düşünce ve ifade özgürlüğü yoksa o ülkede insan hak ve özgürlüklerinin de olmayacağını söyledi. Özyalçıner, sözlerinin devamında şu ifadeleri kullandı:
“Anayasamıza göre herkesin düşüncesini serbestçe ifade edebileceği ülkemizde şarkılarımızı söyleyemiyor, söylenenleri dinleyemiyoruz. Öte yandan çıkarılmak istenen dezenformasyon yasası ile sosyal medya da sansürleniyor. Sözlü, yazılı basınımızla birlikte, hapishane tehditleri Demokles’in kılıcı olarak başımızın üstünde sallanıyor. Öyle anlaşılıyor ki müzik tiyatro, sinema, basın, sanat, edebiyat, söz ve yazma özgürlüğünden yana olan herkes susturulmak isteniyor. Şarkısız, türküsüz, kör, sağır dilsiz olarak. Bir baştan öbür başa bütün hayatımız sansür altındadır. Yapmamız gereken, saçını süpürge eden kadınların estirdikleri özgürlük rüzgarı gibi bizim de söz ve yazı gücümüzü sonuna kadar kullanarak düşünce ve ifade özgürlüğü bayrağını daha da yükseltmektir.”
Kültür sanat yazarı Şenay Aydemir, toplantıda yaptığı konuşmada sinema sektöründe iktidarın politikalarına teslim olan, destek alabilmek için iktidarın istediği gibi film yapan şirketleri eleştirdi. Aydemir şu konulara dikkat çekti:
“Sinemada kendine iyi bakan üstatlar piyasası vardı. O üstatlar dönemlerinde risk almayı bilmiyorlar mıydı? 1982’de darbe koşullarında Yol filmi çekildi bu ülkede. Şimdi liberalleşmeye hepimizin çok alıştığımızı düşünüyorum ve konfor alanını bırakmayı göze alamıyoruz. Hükümetle kavga etmediğimiz için herhangi bir sorun yaşamadan, çok iyi sosyal haklar varmış gibi, gelir düzeyimiz daha da iyileşmiş gibi yapmadık mı günümüze kadar? Onun için bugün buralardayız. Sinemadaki sansüre iktidar sektörü de ortak ediyor. Geziye destek veren yönetmenlerin üstü çizildi. Onlarla kimse çalışmıyor. Son altı yıldır iktidarın başını ağrıtan film çekilmiyor. Sektör de bilerek bilmeyerek bu sürecin parçası. Tek bir şirket sinema salonlarının yüzde 50’sini kontrol ediyor. Dağıtım pazarının yüzde 30’nun sahibi. Kapitalist ülkelerde bile bu böyle değil. Rekabetin korunmasına çalışılıyor. Dijitalde de durum farklı değil. Orada da beş yapım şirketi var. Hepsi aynı şirketlerle çalışıyor. İktidar dijitaldeki filmlerin karakterlerinin çıkarılmasını talep ediyor, yapım şirketleri de kabul edebiliyor. Ekmek parası diye seslerini çıkarmıyorlar.“