10 Aralık İnsan Hakları Haftası başlarken Türkiye’de hak ihlalleri yine gündemde. Diyarbakır’da, İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Diyarbakır Barosu ve Diyarbakır Tabip Odası ortak bir basın açıklaması yaptı ve olağanüstü halin kalıcı hale geldiğini savundu.
Your browser doesn’t support HTML5
Bağlar İlçesi'ndeki Koşuyolu Parkı’nda biraraya gelen dört kurumun temsilcileri adına konuşan İHD Şube Başkanı Abdullah Zeytun, OHAL uygulamalarına dikkat çekti. Güvenlikçi politikaların hak ihlallerini arttırdığını savunan Zeytun, OHAL uygulamalarının olağan hale geldiğini söyledi.
Zeytun, “Temel hak ve özgürlükler, iktidarın otoriter politikaları ve siyasi vesayet altına girmiş yargının kararlarıyla adeta yok edilmeye çalışılmaktadır. Şiddet ve baskıya dayalı yöntemler ve politikalar uygulandıkça birçok alanda ihlallerin arttığı gözlemlenmektedir. Muhalif kesimlere yönelik, özellikle Kürt siyasetçi ve hak savunucularına yönelik baskı politikaları hız kesmeden devam etmektedir. Soruşturma ve kovuşturma yargılama sonucu beraat veya takipsizlik kararına rağmen eğitimciler kamu görevlerinden ihraç edilmiş, barış için yıllardır mücadele eden annelere ceza verilmiş, HDP’ye açılan kapatma davası bu politikanın son halkası olmuştur. OHAL uygulamaları, olağanüstü dönemlerde uygulanan istisnai bir yöntem olmaktan çıkmış ve artık devletin olağan uygulamaları haline gelmiştir” dedi.
Açıklamaya katılanların ortak görüşü Türkiye’de insan haklarının geriye doğru gittiği oldu. VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan katılımcılar, Türkiye’de son yıllarda yürütülen güvenlikçi politikaların insan haklarının gelişmesini engellediğini savundu.
Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren, özellikle son altı yıla işaret etti. Eren, 2015’ten sonra yürütülen sert politikaların hayata geçirilmesiyle, insan hakları alanında ciddi sorunlar yaşanmaya başladığına vurgu yaptı. Birçok temel hak alanında ihlal yaşandığını kaydeden Eren, “Özellikle 2015’ten sonra yeniden başlayan çatışmalı süreç ile birlikte maalesef Kürt meselesinin barış ve diyalogla çözülmesinden uzaklaşmamızdan itibaren güvenlikçi politika ile bakış açısı gelişti. Darbe girişiminden sonra da bu politikalar yaygınlaştı. Bu politikalarla birlikte temel hak ve özgürlükler alanında da çok ciddi kısıtlamalar başladı. En temel haklardan biri olan toplantı gösteri hakkından başlayıp, başlayıp ifade özgürlüğü hatta yaşamaları hakkına kadar ciddi ihlaller yaşanmaya başladı. Bu anlamda son 6 yıl özellikle Türkiye insan hakları ihlalleri konusunda ciddi bir sorun yaşıyor” diye konuştu.
Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Elif Turan da güvenlikçi politikaların sadece insan hakları alanında sorun yaratmadığına dikkat çekti. Turan, bu politikaların birçok alanda ihlalle yol açtığını savundu: “Güvenlikçi politikalar sadece insan sadece insan hakları alanında değil her alanda sorun teşkil ediyor. Bunu pandemi döneminde bile gördük. Sağlık sorunlarında bile güvenlikçi politikalarla yönetmeye çalıştılar. Maskenin takılmasını bile sağlık nedeniyle anlatmak yerine, yasaklarla, cezalarla yönetmeye çalışıyorlar. İnsan hakları alanında her geçen gün kötüye gidiyor. Kadın, çocuk hakları maalesef geriliyor, işkence yine her zamanki gibi devam ediyor” ifadelerini kullandı.
TİHV Diyarbakır Temsilcisi Murat Aba ise güvenlikçi politikaların dünyanın hiçbir yerinde sonuç vermediğini ifade etti. Aba, “Türkiye'de şöyle bir yanılsama var, özgürlük ve güvenlik meselesi. Güvenlikçi politikalarda her zaman sözün değeri kalmaz, ifade etmenin değeri kalmaz. Biz de tam da bu nedenle sözünü söylemeye devam ediyoruz çünkü güvenlikçi politika hiçbir yerde sonuç vermemiştir. Elinde çekiç olan her şeyi çivi olarak görür ya, biraz da böyle bir şey maalesef. Güvenlikçi politikalarda da herkesi öteki görürsünüz, karşı sözü olan, sorunu belirten herkesi öteki olarak nitelendirirsiniz” şeklinde konuştu.
“Toplumun muhalif sesleri susturulmaya çalışılıyor’’
Gaziantep Barosu üyeleri de bir açıklama yaparak Türkiye’deki ekonomik, sağlık ve hukuki anlamdaki sorunlara dikkat çekti.
Gaziantep Barosu adına basın açıklamasını yapan İnsan Hakları Merkezi üyesi Avukat Aysu Berfin Çelik, Türkiye’de artık ‘anayasal hukuk devleti’ ilkesinin hiçe sayıldığını belirterek, “Ülkemizde gelinen şu son noktada, fikir ve vicdan özgürlüğü neredeyse tamamen ortadan kaldırılmaya, toplumun muhalif olan bütün sesleri susturulmaya çalışılmaktadır’’ dedi.
Your browser doesn’t support HTML5
AİHM’in Kavala ve Demirtaş kararları
"İnsan Hakları Bildirgesi imzacısı devletlerin temel gayesinin korkudan ve yoksulluktan kurtulmuş insanlar için özgürlüğe sahip olacakları bir dünya inşa etmek olduğuna" dikkat çeken Çelik, “Bilindiği gibi yaşam hakkından sonra en değerli insan haklarından olan ‘fikir ve vicdan özgürlüğü hakkı’ AİHM’in ‘Handyside Kararı’nda dendiği gibi; düşünce toplumun bir kesimi için şok edici olabilir, rahatsız edebilir ve hatta saldırgan algılanabilir. Bu düşüncelerin ifade edilmesi özgürlüğü ve hakkı çoğulcu, hoşgörülü demokratik bir toplumun gerekliliğidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, ‘devletin imzalamış olduğu temel hak ve özgürlüklerle ilgili uluslararası antlaşmalar iç hukuk kanunlarla çatıştığında uluslararası sözleşme hükümleri uygulanır’ demektedir. AİHM tarafından Osman Kavala ve Demirtaş hakkında verilmiş olan güncel ihlal kararlarına karşı ulusal mahkemelerce verilen uymama kararları, bu kişilerden bağımsız olarak, ‘anayasal hukuk devleti’ ilkesini hiçe saymaktadır’’ ifadelerini kullandı.
“Basın yayın organları belli bir ideolojinin tekeline geçti’’
Hak ihlallerine karşı cezasızlık politikası güdülürken, birçok noktada ise halkın iradesinin yok sayıldığını söyleyen Avukat Çelik, “Ülkemizde gelinen şu son noktada, fikir ve vicdan özgürlüğü nerdeyse tamamen ortadan kaldırılmaya, toplumun muhalif olan bütün sesleri susturulmaya çalışılmaktadır. Halı hazırda cezaevleri akademisyenler, basın emekçileri, aktivist ve siyasilerle dolup taşmıştır. Dil, din ve cinsiyet üzerinden yaşatılan hak ihlallerine karşı ciddi bir cezasızlık politikası güdülmektedir. Demokrasi sadece bir kelimeden ibaret kalmış olup, halkın iradesi yok sayılarak neredeyse 100'den fazla Belediyeye kayyum atanmış ve yine halkın seçmiş olduğu vekilleri, hiçbir hukuki temeli olmayan despotik kararlarla tutuklanmıştır. Basın ve yayın organları belli bir ideolojiye sahip kişilerin tekeline geçirilmiş olup, muhalif olan hiçbir yayına izin, hatta varlığını sürdürme hakkı verilmemektir’’ diye konuştu.
“Hak savunucuları olarak onurlu mücadelemizi sürdüreceğiz’’
Devletin, çocuğu, kadını ve dezavantajlı grupları korumak için politika üretmesinin yaşam hakkının bir gereği olduğuna vurgu yapan Avukat Çelik, sözlerinin devamında şu ifadelere yer verdi: “Hak ihlalleri almış başını gitmektedir. Toplumdaki bireylerin, yargının bağımsız olduğuna dair inancı kalmamıştır. İnsan haklarını korumaya ve geliştirmeye yönelik imzalamış olduğumuz uluslararası sözleşmeler iç hukukumuzda uygulanmamaktadır. Zaten yürütmenin başında bulunanlar, uluslararası mahkeme kararlarına uymayacaklarını açıkça ifade etmektedir. Anayasa madde 90 açıkça ihlal edilmektedir. Ne vahimdir ki, çocuk istismarları ve kadın cinayetleri almış başını giderken uygulanan adeta cezasızlık siyaseti vicdanları derinden yaralamaktadır. Yanlış ekonomik politikalar yüzünden halk açlık sınırının altında bir gelirle hayatını idame etmeye mecbur bırakılmaktadır. Dahası sağlık konusunda gereken destek verilmediği için birçok SMA hastası çocuk adeta ölüme terk edilmektedir. Bu durum açıkça yaşam hakkı ihlalidir. Devletin; çocuğu, kadını ve dezavantajlı grupları korumak için politika üretmesi yaşam hakkı başta olmak üzere temel insan haklarının bir gereğidir. Mevcut tablo ise bu açıdan umutsuzdur. Tüm bunlara rağmen; ‘sözde değil, özde insan haklarının uygulandığı bir dünya düzeni kurana kadar insan haklarının savunulması ve sürekli kılınması’ hususunda hak savunucuları biz avukatlar olarak haklı ve onurlu mücadelemizi etkili, azimli ve kararlı biçimde sürdürecek, tek sesliliğe karşı, ayrımcı politikalara karşı, taraflı yargıya ve insan haklarını tanımayan yürütme erkine karşı temel hak ve özgürleri savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz."
Gaziantep Adliyesi önünde gerçekleşen basın açıklamasına Gaziantep Barosu İnsan Hakları Merkezi Üyesi avukatlar katıldı.
TİHV’den ifade özgürlüğü raporu
Bu arada Türkiye İnsan Hakları Vakfı “Kuşatma Altındaki Yurttaşlık Alanı- Susturma, Baskılama ve Suçlulaştırma Pratikleri” başlığıyla bir rapor yayınladı. 2015-2019 yılları arasındaki beş yıllık dönemde hak ve özgürlükleri alanında yaşanan gelişmelere yer verilen raporda, Türkiye’nin 2010 anayasa referandumundan itibaren tedricen anayasızlaştırıldığı, 2017 anayasa değişikliği ile kuvvetler ayrılığı ve parlamenter rejimin fiilen ortadan kaldırıldığı ifade edildi.
Raporda “İfade özgürlüğü ihlalleri” başlığı altında yer verilen bilgilere göre 2015-2019 yılları arasında 6 bin 479 kişi gözaltına alındı, 2 bin 801 kişi tutuklandı, bin 372 dava açıldı, 727 kişiye 27 bin 448 ay hapis cezası verildi, 184 yayın kuruluşu kapatıldı, 137 kişi yaralandı, 5 gazeteci öldürüldü.
“Toplantı ve gösteri özgürlüğü ihlalleri “başlığında ise “2015-2019 yılları arasında 20 bin 071 kişi gözaltına alındı, 662 kişi tutuklandı, 4bin 907 kişiye ceza davası açıldı, 999 kişiye toplam 13 bin 370 ay hapis cezası verildi, 4 bin 450 kişi kolluk güçlerinin fiziksel şiddetine maruz kaldı, bin 022 kişi bombalı sivil şiddet saldırılarında yaralandı, 19 kişi kolluk güçlerinin müdahalesi sonucu öldü, 141 kişi bombalı sivil şiddet saldırıları sonucu öldü“ bilgileri yer aldı.
Raporun “Toplantı ve örgütlenme özgürlüğü ihlalleri” başlığı altında ise 5 yılda 15 bin 70 kişinin gözaltına alındığı, 2 bin 709 kişinin tutuklandığı, 551 kişiye toplam 32 bin 523 ay hapis cezası verildiği, bin 788 örgütün kapatıldığı, 127 belediye başkanının yerine kayyım atandığı, 120 belediye başkanının tutuklandığı, 11 milletvekilinin vekilliğinin düşürüldüğü, 17 milletvekilinin tutuklandığı bilgilerine yer verildi.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin kabul edildiği gün olan 10 Aralık, 1948'den bu yana Dünya’da İnsan Hakları Günü olarak kutlanıyor.