Türkiye’de yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçları Washington’da da ilgiyle bekleniyor.
Suriye ve Irak’ta yaşanan kriz ve buna bağlı olarak, cihatçı Irak ve Şam İslam Devleti adlı terör örgütünün bölgedeki yükselişi, aynı ittifakın içinde bulunan Türkiye ve Amerika arasında güçlü bir işbirliğini son derece gerekli hale getirmiş durumda.
Bununla birlikte Türkiye’deki demokrasi sorunu ve iç siyasetteki gelişmeler, Amerikalı uzman ve politikacıları düşündürüyor. Uzmanlar Amerika’nın ulusal çıkarlarının dış politikasını yönlendirmede önceliğe sahip olduğunun altını çizmekle birlikte, Türk demokrasisinin durumunun ikili ilişkileri etkileyip etkilememesi sorusuna yanıt arıyor.
Çok Partili Politikalar Merkezi’nin Washington’da düzenlediği bir oturumda konuşan Türkiye uzmanları, cumhurbaşkanının ilk kez halk tarafından seçiliyor olmasından dolayı bu seçimin büyük öneme sahip olduğunu belirtiyor. Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu’nun eski yetkililerinden Alan Makovsky’ye göre seçimi kim kazanırsa kazansın, Amerika’nın Türkiye’yle güçlü ikili ilişkilerini korumaya çalışacağını söyledi. Ancak Makovsky, geçen yılki Gezi Parkı olaylarının ikili ilişkilerde çok güçlü bir etki bıraktığını savundu.
Amerika’nın geçmişte Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarını İslam dünyasına bir model olarak gördüğünü ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu sayede ikili ilişkilerden yarar sağladığını kaydeden Makovsky, AKP iktidarına yönelik bu görüşün Gezi Parkı olaylarıyla birlikte sona erdiğini söyledi. Makovsky, “Amerika ve Türkiye arasındaki ‘model ilişkileri’ artık duymuyoruz. Başkan Obama, Erdoğan’ı güven ve dostluk ilişkileri paylaştığı beş lider arasında görüyordu. Bunlar artık tamamen bitti” diye konuştu.
Kongre’ye bağlı Raymond Ofis Binası’nda yapılan toplantıya katılan uzmanlar, Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi olasılığına ağırlık verdi ve bunun Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl etkileyebileceği üzerinde durdu. Makovsky, “Uzak bir ihtimal de olsa, eğer Sayın (Ekmeleddin) İhsanoğlu cumhurbaşkanı seçilirse, Beyaz Saray ve ABD Dışişleri Bakanlığı’nda toplu halde yas tutulacağını sanmıyorum. Ama Erdoğan kazanırsa da, ikili ilişkilerin korunması yönünde bir yol bulmamız gerekiyor” dedi.
‘Erdoğan Türk toplumunu kutuplaştırıyor’
Toplantıya katılan Özgürlük Evi (Freedom House) Avrasya Programları Direktörü Susan Corke, Başbakan Erdoğan’ın Ağustos’taki cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmasını, hatta bunu birinci turda başarmasını beklediklerini söyledi. Corke, Erdoğan’ın demokrasiyi seçimlerle bağdaştırdığını, güçler ayrılığı ilkesi ve demokratik kurumların kendisi için önemli olmadığını savundu. Corke, Cumhurbaşkanı olduktan sonra da konumunu güçlendirmeye çalışacağını söylediği Erdoğan’ın kendisini, “Türk devleti ve toplumunun eski yapılarını tersine çevirmeye çalışan bir devrime öncülük eden” biri olarak gördüğünü belirtti.
Başbakan Erdoğan’ı “acımasız, imajını korumaya çalışan ve muhalefete alerjisi olan” bir lider olarak tanımlayan Özgürlük Evi uzmanı Susan Corke, çalıştığı kuruluşun bu yıl çıkardığı basın özgürlüğü raporunda Türkiye’yi ‘özgür olmayan ülkeler’ sınıfına düşürmüş olmasını Erdoğan’ın “kişisel aldığını” savundu. Corke, eleştirileri kişisel aldığını söylediği Erdoğan’ın, cumhurbaşkanı olduktan sonra da tavrını sürdürmesini beklediğini kaydetti.
Erdoğan’ın ayrıca “stres altındayken seçmenlerini kutuplaştırdığını” savunan Susan Corke, “[Erdoğan] ülkesi için en iyisini arayıp bulmak yerine, acımasızca gücünü artırma ve Türk toplumunu fay hatları üzerinden kutuplaştırma yoluma gitti” diye konuştu. Erdoğan’ın kutuplaştırma politikasının Türkiye için son derece tehlikeli sonuçlar doğurabileceği uyarısında bulunan Susan Corke Başbakan’ı, Türk toplumunu, “laik-islamcı, muhafazakar-solcu, milliyetçi-Kürtçü ve en tehlikelisi Sünni-Alevi” çizgisinde bölmeye çalışmakla suçladı.
Gezi olayları ve yolsuzluk iddialarına rağmen Başbakan Erdoğan’ın liderlik tavrında bir değişikliğe gitmediğini söyleyen Susan Corke, tüm bu olaylara rağmen parti içinden kendisine yönelik muhalif bir ses çıkmadığını, birkaç defa bunu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yapma şansı olmasına rağmen, bu adımları atmaya yanaşmadığını belirtti. Özgürlük Evi uzmanı Susan Corke, “Cumhurbaşkanı Gül bir anlamda, varlık gösteremeyen önemsiz bir kişi haline geldi” diye konuştu.
‘Dindar Kemalist, Sahte Devrimci Mesih’
Toplantıya katılan bir diğer uzman olan Amerika İlerleme Merkezi’nden Michael Werz’e göreyse Türk toplumu “kitlesel bir dönüşüm sürecinden” geçiyor. Başbakan Erdoğan’ın “dindar, sömürgeci karşıtı ve milliyetçi söylemle” Türk toplumunun yarısını arkasına aldığını, “Mesih tarzı kurtarıcı edası ve sahte devrimci unsurlarla güçlü bir anlatım tarzı oluşturduğunu” kaydeden Werz, Başbakan’ın “bir tür dindar bir Kemalizm” oluşturduğunu ve bunun Türkiye’deki dönüşüm sürecine yansıdığını söyledi. Geçen hafta Cumhurbaşkanlığı’na adaylık konuşmasında Erdoğan’ın dini unsurları kullandığını hatırlatan Werz, AKP seçmen kitlesinin Erdoğan’ın bu söylemlerine destek verdiğini söyledi. Alman uzman, Türkiye’de yıllardır kendini dışlanmış hisseden bu kitlenin “Artık sıra bizde” diye düşündüğünü savundu.
Başbakan Erdoğan’ın Başkan Barack Obama’yla yakın ilişkisinin önceki yıllarda kendisine önemli iç politika kazanımları sağladığını belirten Michael Werz, Türkiye’nin bir geçiş süreci yaşadığını, Amerika’nın da Türkiye’yle ilişkilerinde bu geçiş sürecini dikkate alması gerektiğini vurguladı. Türk halkının nasıl bir toplum içinde yaşaması gerektiğine halkın kendisinin karar vereceğini ve Amerika’nın buna karışamayacağını söyleyen Werz, bununla birlikte Türkiye’deki yönetim ve demokrasiyle ilgili olarak Amerika’nın görüş bildirebileceğini savundu. Michael Werz, Türkiye’yle bu yönde diyalog sürdürmenin en iyi araçlarından birinin NATO olduğunun altını çizerken, Türkiye’nin ittifakın güvenlik garantisine ihtiyaç duyduğunu, Batı’nın da bölgesel güvenlik durumunun Suriye ve Irak’ta yaşananlara paralel olarak bozulmasını istemeyeceğini kaydetti.
‘Başkanlık sistemi olmayabilir’
Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’yi parlamenter sistemden başkanlık sistemine çevirmeyi amaçladığını vurgulayan Alan Makovsky de, bunun Fransa’daki gibi mi yoksa Rusya’daki gibi mi bir sistem olacağı yönünde farklı görüşler olduğunu belirtti. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması durumunda 2015 Genel Seçimleri’nde AKP’nin önemli bir çoğunluk elde etmesi yönünde beklentisi olduğunu, bunun ardından da başkanlık sistemi için anayasa değişikliği planları yaptığını savunan Makovsky, bununla birlikte bu planların başarıya ulaşmasını beklemediğini, Türkiye’de parlamenter sistemin daha yerleşik hale geldiğini savundu. Makovsky, zaten yürürlükteki 1982 anayasasının cumhurbaşkanına geniş yetkiler tanıdığını ve Erdoğan’ın bu yetkileri kullanmak için anayasa değişikliğine ihtiyacı olmadığının altını çizerken, geçmişte başkanlık sistemini savunan diğer cumhurbaşkanlarının tek farkının, bu yetkileri kullanmamayı tercih etmeleri olduğunu belirtti.