Kendilerini önceleri “cemaat”, ardından “hizmet hareketi” olarak tanımlayan 17-25 Aralık 2013’teki operasyonlardan sonra iktidar tarafından “FETÖ” olarak adlandırılan oluşumun kurucusu Fethullah Gülen, ABD’nin Pennsylvania eyaletinde öldü.
15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin arkasında olduğu iddia edilen Gülen’in ölümünün ardından Türkiye’den çok sert tepkiler geldi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Milletin çocuklarını hizmet diyerek, himmet diyerek mankurtlaştıranların sonu, tarihteki diğer insan kılıklı iblisler gibi onursuz bir ölüm olmuştur” dedi.
MHP lideri Devlet Bahçeli ise “Dileğim Allah’ın azabıyla kahrolması, hıyanetini, müşrik ve münafık emellere hizmetinin bedellerini tek tek ödemesi, cehennemde ebediyen yanmasıdır. Bu teröristin Türkiye’de gömüleceği bir toprak yoktur” diye konuştu.
İlgili Haberler 15 Temmuz darbe girişiminden sorumlu tutulan Fethullah Gülen öldüFethullah Gülen kimdi?
1941 yılında Erzurum’un Pasinler ilçesinde doğan Gülen, 1959’da Nurcu kimliğiyle bilinen Erzurumlu Kırkıncı Hoca’nın daveti ile gittiği sohbette talebelerinden etkilenerek Bediüzzaman Said-i Nursi’nin kurduğu Nur cemaatine katıldı.
İki sene imamlık yaptıktan sonra askere giden Gülen, döndüğünde görev yaptığı Edirne, Kırklareli’den sonra dönemin Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagör’ün tayiniyle İzmir Kestanepazarı Camisi’ne atandı. Gülen, İzmir’de Nursi’nin 1960 yılındaki ölümü sonrası ağırlıklı olarak Yazıcılar-Okuyucular olarak ikiye bölünen cemaatin Yazıcılar grubuyla yakınlaştı.
İlk ışık evi, ilk dershane, ilk dergi
Ancak güçlü vaizlik yeteneğiyle zaman içinde kendi küçük cemaatini oluşturmaya başlayan Gülen, her ne kadar cemaat içinde dershane kurulmasına karşı çıksa da 1966’da ilk “ışık evini”, 1977’de sonradan cemaatin en prestijli okulu olacak Yamanlar Koleji’nin nüvesi olan ilk dershanesini kurdu.
“Işık evleri”, Fethullahçıların 1979’da kurduğu Sızıntı dergisinin 1992 yılının Ocak ayındaki bir nüshasında, “Işık süvarilerinin kışlaları, hak erlerinin gözlerini ilim ve marifetle açıp kapayan kudsilerin varidat iklimleridir. Işık evleri, gelmiş geçmiş mukaddes binaların en veludu, en doğurganıdır. Bu itibarladır ki ışık evlerin çoğalıp gelişmesi, tasavvurlar üstü ve hendesidir” diye tanımlanacaktı.
Ahmet Şık: “Gülen’in amacı devleti ele geçirmekti”
Gülen cemaatinin polis teşkilatındaki gücünü anlattığı “İmamın Ordusu” kitabı yayına hazırlanırken tutuklanan gazeteci kökenli Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekili Ahmet Şık, Gülen’in cemaatini oluşturur oluşturmaz ışık evi, dershane gibi olanaklarla yoksul, çalışkan ve zeki gençlere yönelerek “altın nesil” oluşturma çabasının arkasında devleti ele geçirme amacı olduğunu söylüyor.
Your browser doesn’t support HTML5
VOA Türkçe’nin konuştuğu Şık, Gülen’i anlatırken şunları dile getirdi:
“Fethullah Gülen, taraftarları ve sevenleri tarafından bir dini lider olarak niteleniyor ama o dini saikleri de olan ve bunu kamusal alanda kullanan bir çetenin yöneticisiydi. Dini lider olarak yürüyor ama çıkışı Komünizmle Mücadele Dernekleri. Toplumu örgütlemek için Soğuk Savaş yıllarında ‘komünizm tehlikesine karşı’ ABD öncülüğündeki NATO'nun kurdurduğu bir yeraltı teşkilatının görünen uzantısıdır. 1960'tan itibaren iktidar olmuş ve olamamış siyasetteki neredeyse tüm figürler bu yapıyı destekledi, korudu, kolladı, palazlandırdı. Fethullah Gülen ve cemaatinin nihai hedefi neydi derseniz, devleti tüm katmanlarıyla ele geçirmekti.”
12 Eylül ve Fethullah Gülen ilişkisi
“12 Mart, bir ihtilal ve darbe değildir, hükümeti belli konularda uyaran bir ikazdır” sözleriyle bir süre tutuklu kaldığı 12 Mart Muhtırası dönemini olumlayan Fethullah Gülen’in 12 Eylül’e bakışı da pozitifti.
Gülen, 12 Eylül döneminde ismi arananlar listesinde olduğu halde sadece bir kez 1986’da gözaltına alındı. O sefer de bizzat Başbakan Turgut Özal’ın devreye girmesiyle serbest bırakıldı. Gülen, o dönem özellikle teyp kasetleri aracılığıyla propaganda yapmayı sürdürdü.
Gülen, askeri darbe için 1995’te İnterstar televizyonunda katıldığı bir programda, “Türkiye bir ejderin ağzına atılmış olabilirdi. Ve şimdi biz Asya'daki o devletler gibi perişan, derbeder, yıkık dökük Rusya'nın vesayetinde bir hale gelebilirdik” diyerek destek konuşması yaptı.
Turgut Özal döneminde Gülen cemaati büyümeye devam etti
Cemaat, Turgut Özal’in başbakanlığı döneminde çıkartılan bir yasayla özel okullar kurmaya başladı. Aynı yıl, 1986’da kurulan Zaman gazetesi de Gülen’in kontrolündeydi. Gazete, sonraki yıllarda da Fethullahçıların en önemli merkezlerinden biri olacaktı.
Özal’ın cumhurbaşkanı olmasından sonra başbakanlığa gelen Yıldırım Akbulut’u parti kongresinde deviren Mesut Yılmaz’ın “ANAP’ın tarikat ve cemaatlere ihtiyacı yok” açıklaması, Gülen ile iktidar partisi arasında bağları bütünüyle kopardı.
17-25 Aralık krizinden sonra dönemin başbakanı Erdoğan’a, “Allah evlerine ateş salsın” diyerek beddua edecek olan Gülen, Yılmaz’ın çıkışı sonrası da özellikle kendisine yakın bürokratların görevlerinden el çektirilmeleriyle birlikte Özal için “Bundan sonra kopacak kıyamet senin kıyametin olacaktır” diye beddua etti.
Cemaat 1980’lerin ikinci yarısından itibaren asker ve poliste örgütlenmeye başladı
Bu yıllar aynı zamanda cemaatin asker ve poliste de etkinlik göstermeye başladığı yıllardı. Sonradan Genelkurmay Başkanı olacak Yaşar Büyükanıt’ın Kuleli Askeri Lisesi Komutanı olduğu 1986 yılında 250 öğrencinin Türkçe sorularının tamamına doğru yanıt vermesi sonrası yapılan soruşturmada cemaatle bağı olduğunu kabul eden öğrenciler kalmaya devam ederken reddettiği halde ilişkisi ortaya çıkanlar okuldan atıldı.
1991 seçimlerinden sonra iş başına gelen DYP-SHP hükümetinin ilk Emniyet Genel Müdürü Ünal Erkan, Polis Akademisi’ndeki kura çekiminde Gülen cemaatinin hile yaptığını fark etti. Cemaat iki farklı torba kullanılmasını sağlayarak kendine sadık polislerin istihbarat, kaçakçılık, personel ve Polis Akademisi gibi kritik birimlere atanmasını sağlıyordu. Bunu fark eden Erkan, birkaç ay sonra Olağanüstü Hal Bölge Valiliğine atandı.
Dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Tuncer Meriç'in imzasıyla 1992 yılının Mart ayında yayınlanan 4 sayfalık bir raporda, şunlar deniyordu:
“Şeriat düzenini getirmeyi amaçlayan illegal ‘Fethullah Hoca'nın Talebeleri’ adlı örgütün, tüm Türkiye genelinde olduğu gibi teşkilatımız içinde de örgütlendiği, özellikle hareket noktası olarak seçtiği Polis Kolejleri, Polis Akademisi ve Polis Okulları içindeki faaliyetlerini Teftiş Kurulu'ndan gelen yazıya bağlı olarak askıya aldıkları, buna rağmen sempatizan kadroları ile bağlarını zayıflatmamak için toplantı ve çalışmalarını yoğun olarak sürdürdükleri ve illegaliteye son derece bağlı kaldıkları gözlenmiştir.”
Bu rapora rağmen Gülencilerin gücü devlette artmaya devam etti.
Sonradan burada para bulundurulması FETÖ’cü olmanın kanıtı olacak Bank Asya’nın 1996 yılındaki açılışında dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ile birlikte dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, sonradan Cumhurbaşkanı olacak Devlet Bakanı Abdullah Gül de vardı.
Gülen, Necmettin Erbakan’ın başbakanlığını yaptığı Refahyol hükümetinin sonunu getirecek 28 Şubat Muhtırası’ndan bir ay sonra Samanyolu TV’ye verdiği röportajda, “Ülkemiz kriz içinde. Bu krizi gücü temsil edenler önlemelidir. ‘Bu hükümeti değiştirin’ demek daha demokratik olur. Askeriye ‘muhtıra verdi’ diye suçlanmak isteniyor. Askerler isteselerdi ‘Bu, böyle olacak’ diyebilirlerdi. Oturup onlarla meseleyi altı saat mülahaza etmezlerdi” diyerek askerlere destek verdi.
Hatta Gülen’in o süreçte okullarını devlete devretmeye hazır olduğu belirtiliyordu.
Ahmet Şık: “İstihbarat ve yargıda örgütlenmek demek devletin bütün katmanlarını ‘örümcek ağı’ gibi sarıp orayı ele geçirmek anlamına geliyor”
Aynı dönemde 1997 yılında Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve yardımcısı Orhan Ak, emniyetteki Fetullahçılar hakkında bir rapor hazırladı. Ancak bu çalışmayı yaparken “Telekulak” adı verilen yasadışı dinleme yapıldığı ortaya çıkınca görevden alındılar.
Gülen, iki sene sonra 1999’da yayınladığı kasetlerde “Altın Nesil” ifadelerinin bir davaya dönüşmesi sonrası Türkiye’yi terk ederek ABD’ye yerleşti.
Ahmet Şık, “Ortaya saçılan kasetlerin de söylediği şey şuydu. ‘Ülkede örgütlenin, adliyede örgütlenin’. Böyle bir muazzam bir örgüt kurmak, bu örgütü yönetmek aynı zamanda bir beceridir, bir zekadır. Ülkede ve adliyede örgütlenmek, yani güvenlik bürokrasisi ve onunla ilintili olarak istihbarat ve yargıda örgütlenmek demek devletin bütün katmanlarını ‘örümcek ağı’ gibi sarıp orayı ele geçirmek anlamına geliyor” diye konuştu.
Dönemin Devlet Güvenlik Savcısı Nuh Mete Yüksel, Fethullah Gülen hakkında “Anayasal sistemi şeriat lehine dönüştürmek” iddiasıyla 10 yıla kadar hapsini isteyen bir dava açtı. Dava sürerken bir seks kasedi çıkan Yüksel görevinden istifa etti. 2000 yılında “Rahşan Affı” adı verilen düzenlemeyle de yargılama beş yıl süreyle ertelendi.
Fethullahçıların AK Parti yılları: Önce barış sonra savaş
3 Kasım 2002’de yapılan erken seçimden birinci çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi ile işbirliğini güçlendiren Gülen Cemaati’ne bağlı olduğu sonradan ortaya çıkacak savcılar aracılığıyla 2007-2011 yılları arasında Ergenekon, Balyoz, KCK, Devrimci Karargah, Şike Kumpas olarak anılan davalar açıldı.
Gülen’in “Mezardakiler de keşke oy kullanabilselerdi” dediği 2010 referandumundan sonra özellikle yargıdaki gücünü arttıran cemaat, 7 Şubat 2012’de dönemin MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasıyla ortaya çıkan “MİT Krizi” sonrası hükümetle bağını koparmaya başladı. Erdoğan’ın Kürt sorununda yasadışı yeni bir süreç başlatmakla suçladıkları dönemin MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski MİT Müsteşarı Emre Taner ve eski MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’in savcılığa ifadeye çağrılmalarına karşı çıkması aradaki gerginliği arttırdı.
Ardından Fethullahçılara ait dershanelerin kapatılması iki ortağın arasını iyice bozdu. Kriz İstanbul polisinin 17-25 Aralık operasyonları ile ayyuka çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen ses kayıtları dijital ortamlarda yayınlanırken aralarında Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın da bulunduğu çok sayıda aile üyesi, yakını ve partili hakkında çıkartılan gözaltı kararları savcıların görevden alınmasıyla kaldırıldı.
Erdoğan, 2014 seçimlerine gidilirken Gülen’i “Feto”, Gülen cemaatini ise “FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü) diye nitelemeye başladı. Gülencilere bağlı olduğu savıyla birçok polis müdürü bu dönemde tutuklandı.
Süreç Gülen’e bağlı olduğu iddia edilen Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının darbeye kalkıştığı 15 Temmuz 2016’ya kadar devam etti. Darbe girişimi sonrasında devlette gücünü büyük ölçüde kaybeden Gülen cemaatinin birçok üyesi Avrupa ülkeleri ve ABD’ye gitti.
Ruşen Çakır: “Bu siyasileşmiş yapının karizmatik bir siyasi lider olmadan yola devam edebilmesi çok zor”
Şimdi Gülen’in ölümü sonrasında ne olacak?
Yıllarca bu cemaati yakından takip eden gazeteci Ruşen Çakır, Fethullahçılığın cemaat olmaktan uzaklaştığını söylüyor.
“Uzun bir süredir Fethullahçılık dini bir yapılanma olmaktan da çıktı. Daha çok siyasi bir yapılanma olarak kaldı” diyen Çakır şöyle devam etti:
“Geride bir tek Fethullah Gülen kalmıştı. Artık Fethullah Gülen de yok. Sonuçta bu siyasileşmiş yapının karizmatik bir siyasi lider olmadan yola devam edebilmesi çok zor. Muhakkak etmeyi deneyecektir. Hala elde büyük imkanlar var. Bir heyet oluşacağa benziyor. Ama bu heyet var olanı elinde tutmaya çalışmaktan başka bir şey yapamaz. Yeni katılımlar olamaz, var olanın hepsini elinde tutamaz. Birçok kişi Fethullah Gülen’in ölümünü vesile edip alıp başlarını gideceklerdir. Belki birtakım fraksiyonlar ortaya çıkacaktır. Artık eskisi gibi bir Fethullahçılık hareketinden, küresel bir hareketten bahsetme imkânımız azalıyor.”
Gökhan Bacık: “Hareket meşruiyetini kaybetti Türkiye’de. Finansmanını var eden buradaki tabanıydı”
Bir dönem Gülen cemaatine ait eğitim kurumlarında çalışan Çek Cumhuriyeti Palacký Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Avrupa Çalışmaları Bölümü Öğretim Üyesi Gökhan Bacık, Gülen cemaatinin yeniden Türkiye’de etkili olmasının imkansız olduğunu ifade etti.
Your browser doesn’t support HTML5
VOA Türkçe’nin konuştuğu Dr. Bacık, şunları söyledi:
“Türkiye’deki bütün hareketler lider merkezlidir. Üstelik bu dini bir hareket olduğu için liderlik kavramı daha baskın. Öyle olduğu için, hareket için bir kriz bu. 15 Temmuz oldu, arkasından 8 sene geçti. Gülen dahil yönetici elitleri büyük bir itibar kaybetti. Hareket ciddi sorunlarla karşı karşıya. Türkiye’de büyük baskı altında tabanı. Hareketin sorunu artık lider sorunu değil. Meşruiyet sorunu var, tabanıyla girdiği duygusal kriz var. Türkiye’deki kamuoyuyla artık duygusal bağını kaybetmiş bir yapı. Hareket meşruiyetini kaybetti Türkiye’de. Finansmanını var eden buradaki tabanıydı. Hiçbir hareket küçülürken ana tabanını kaybettikten sonra finans üretemez”
“Liderlik için Cevdet Türkyolu ve Mustafa Özcan’ın ismi geçiyor, Fethullahçıları hafife almamak lazım”
Ahmet Şık, Türkiye’nin artık FETÖ olarak tanımladığı Gülen cemaatinin geleceği konusunda Ruşen Çakır ve Gökhan Bacık’tan daha farklı düşünüyor. “Bir liderlik kavgası olacak mı?” sorusunu yanıtlayan Şık, şunları söyledi:
“Muhtemelen olacaktır. Ama yakın gelecekte değil. Fethullah Gülen'in en tepesinde bulunduğu bir konsey vardı. Yine o konsey bütün cemaati yönetmeye devam edecek. Zaman içerisinde muhtemelen o yapının içerisinde, o yönetim mekanizmasının içerisinde birileri daha fazla söz sahibi olmak isteyecektir. Buna ilişkin bir liderlik kavgası olacaktır ama kendi içerisinde kalacağını düşünüyorum. Şu aşamada ben örgütün dağılacağını düşünmüyorum. Liderlik için bazı isimler geçiyor. Cevdet Türkyolu ya da Mustafa Özcan gibi. Kamusal alana bu kavgayı taşıdıkları anda cemaatin tabanını kaybeder bu insanlar. Diasporaya yayılmış Fethullahçıları da öyle hafife almamak lazım.”
Ahmet Şık, Gülen cemaatinin devlette boşalttığı kadroları Menzil, İsmailağa, Kurdoğlu, İskenderpaşa gibi dini yapıların doldurduğunu söyledikten sonra şunu ekledi:
“Ama bunların Fethullahçılarla aralarında çok temel bir fark var. Fethullahçılığın bir ideolojisi, bir hedefi vardı. Fethullahçılardan doğan boşluğun yerine ikame edilen tarikat ve cemaatlerin herhangi bir siyasal davası yok. Tek davaları var. Devletin rantının en çok kendilerine gelmesi.”