Memento, Insomnia, Inception, Interstellar, Dark Night Trilojisi ve daha birçok filmin yönetmeni Christopher Nolan'ın “atom bombasının babası” olarak bilinen Amerikalı nükleer fizikçi Robert Oppenheimer'ı konu alan ve uzun zamandır merakla beklenen filmi Oppenheimer, nihayet vizyona giriyor. Film, Kuzey Kore'nin füze denemeleri, İran'ın nükleer silah elde etme çabaları ve Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin'in Ukrayna savaşında nükleer silah kullanılabileceğine ilişkin imalarının kaygı yarattığı bir dönemde beyazperde tutkunlarıyla buluşuyor.
Julius Robert Oppenheimer'ı “Şimdiye kadar yaşamış en önemli insan” olarak tanımlayan Christopher Nolan, CBS televizyonuna verdiği bir röportajında ünlü fizikçi için, “Atom enerjisini ortaya çıkararak bize daha önce hiç sahip olmadığımız, kendi kendimizi yok etme gücünü verdi. Bu da insanlığın denklemini değiştirdi. Oppenheimer'in hayat hikayesinden ve Manhattan Projesi'ndeki yerinden daha dramatik bir öykü bilmiyorum” ifadesini kullanıyor. Filmde Robert Oppenheimer'ı, Peaky Blinders dizisinden ve Nolan'ın başka projelerinden tanıdığımız İrlandalı aktör Cillian Murphy canlandırıyor.
“Amerikalı Promete”
Filmin senaryosu, biyografi yazarı Kai Bird'ün Martin J. Sherwin ile ortaklaşa kaleme aldığı ve 2006 yılında En İyi Biyografi ya da Otobiyografi dalında Pulitzer Ödülü'ne layık görülen American Prometheus: The Triumph and Tragedy of J. Robert Oppenheimer (Amerikalı Promete: J. Robert Oppenheimer'ın Zafer ve Trajedisi) adlı kitabını temel alıyor. Bird ve Sherwin'in Oppenheimer'ın hayatı ve kariyerini konu alan biyografi için seçtikleri “Amerikalı Promete” başlığı, Yunan mitolojisine atıfta bulunuyor.
Tıpkı ateşi tanrılardan çalıp insanlığa veren, sonra da en büyük tanrı Zeus'u Kafkas Dağı'nda zincire vurup sonsuza kadar işkenceye mahkum ettiği mitolojik figür Promete gibi Oppenheimer da Bird ve Sherwin'e göre hem atom enerjisinin kudretini ortaya çıkararak bilim ve teknolojide çığır açtı hem de Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarını, yani yıkıcı bir gücü var etti.
Ama Promete gibi Oppenheimer da Amerika'nın eline atomun gücünü vermesine rağmen daha sonra hidrojen bombası yapımına karşı çıktığı için “vatan haini” olarak suçlanıp cezalandırılmış, komünizm sempatizanı olduğu iddialarıyla kamuoyu önünde küçük düşürülüp utandırılmış ve ABD Atom Enerjisi Komisyonu, Oppenheimer'ın güvenlik erişimi yetkilerini iptal etmişti.
1967 yılında gırtlak kanseri nedeniyle 62 yaşında hayatını kaybeden Oppenheimer hakkındaki bu karar ise Başkan Joe Biden'ın Enerji Bakanı Jennifer Granholm tarafından neredeyse 70 yıl sonra, 16 Aralık 2022'de geri çevrildi.
Atom Enerjisi Komisyonu'nun 1954 yılında Oppenheimer'ın yetkilerini “hatalı bir süreç” sonucu iptal ettiğini kaydeden Bakan Granholm, yaptığı açıklamada, “Zaman geçtikçe Doktor Oppenheimer'ın maruz bırakıldığı sürecin haksızlığı ve ön yargılı oluşuyla ilgili kanıtlar ortaya çıkarken kendisinin Amerika'ya olan sadakati ve yurtseverliği daha da belirginleşti” ifadelerini kullandı.
“Atom bombasının babası” Robert Oppenheimer neden önemli?
1904 yılında dindar olmayan, zengin bir Yahudi ailenin oğlu olarak New York'ta dünyaya gelen teorik fizikçi Robert Oppenheimer, 1925'te Harvard Üniversitesi'nde kimya dalında lisans, 1927'deyse Almanya'daki Göttingen Üniversitesi'nde fizik alanında doktora derecelerini aldı. 1930'lu yıllarda hem Berkeley'deki California Üniversitesi hem de Pasadena'daki California Teknoloji Enstitüsü'nde (CalTech) akademisyenlik yapan Oppenheimer, bu yıllarda öne çıkmaya başlayan Amerikan teorik fizik ekolünün kurucu babalarından biri olarak kabul ediliyor.
İngiltere ve Kanada'nın da desteğiyle oluşturulan gizli Manhattan Projesi'nin temelleri aslında İkinci Dünya Savaşı öncesinde, 1938 yılında Alman radyoaktivite ve radyokimya uzmanları Otto Hahn ve Fritz Strassmann'ın uranyum atomunu parçalaması, yani nükleer fizyonu keşfetmesi üzerine atılmıştı. Böylelikle bir atom bombası elde etmek, teorik olarak gerçek olmuştu.
New Mexico eyaletinin Albuquerque kentindeki Ulusal Nükleer Bilim ve Tarihi Müzesi'ne göre Hahn ve Strassmann'ın buluşundan sadece birkaç ay sonra Albert Einstein ve Macar asıllı Amerikalı fizikçi Leo Szilard, dönemin ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt'e, Almanya'nın atom bombası imal etmeye çalışıyor olabileceğine ilişkin bir uyarı mektubu gönderdi.
Manhattan Projesi ve ilk atom bombası
Amerika ve müttefiklerinin Nazi Almanyası'na karşı verilen savaşta atom bombası elde etmek için atacakları ilk adım, bundan 4 yıl sonra, 1942'de geldi. Gizli Manhattan Projesi, ilk atom bombasının bilimsel ve teknik tasarımı, yapımı, düşman faaliyetlerinin takibi, güvenlik ve askeri istihbaratın kurulumu ve bombanın kullanımını planlamak amacıyla oluşturuldu.
Projenin başındaki isim, ABD'de askeri ve federal tesis, yapı ve bina inşaatlarından sorumlu Army Corps of Engineers mühendislerinden olan ve daha önce ABD Savunma Bakanlığı binası Pentagon'un inşası sürecinde de görev yapan Korgeneral Leslie Groves'du.
Korgeneral Groves, Proje Y olarak da bilinen, New Mexico eyaletinin Los Alamos kenti yakınlarında Mahhattan Projesi tarafından atom bombası tasarlayıp inşa etmek için kurulan Los Alamos Laboratuvarı'nın başınaysa teorik fizikçi Robert Oppenheimer'ı getirdi. Oppenheimer laboratuvarın direktörü olduğunda fizik dünyasında çoktan tanınan bir isim haline gelmişti bile. Oppenheimer ve ekibi, 1938 yılında Alman kimyacılar Hahn ve Strassmann'ın buluşu olan nükleer fizyonu kullanarak plütonyum atomunun parçalanması temeline dayalı ilk atom bombasını tasarladı.
“The Gadget” yani “aygıt” olarak adlandırdıkları atom bombası, Los Alamos Laboratuvarı'na 322 kilometre uzaklıktaki Jornada del Muerto çölünde, 16 Temmuz 1945'te test edildi.
New Mexico'da yaşayanlar Manhattan Projesi'nin gizliliği nedeniyle yanıbaşlarında atom bombası denemesi yapıldığını bilmiyordu
Amerikan hükümeti, İkinci Dünya Savaşı'nı sonlandıran, modern tarihin gidişatını değiştiren, atom çağını ve silahlanma yarışını başlatan bombanın Trinity Test olarak bilinen ilk denemesinin New Mexico'da o dönemde yaşayan halk üzerindeki etkilerini hiçbir zaman tam olarak açıklamadı. Bölge halkı, atom bombası projesinin gizliliği nedeniyle denemenin yapılacağından haberdar edilmedi.
Associated Press'e göre New Mexico'daki Tularosa Havzası'nda tarım ve hayvancılıkla geçinen, sulama için yeraltı kaynaklarını kullanan ve dünyanın ilk atom bombası denemesinden habersiz olan kırsal halk, bölgeye çöken kül tabakasının nedenini anlayamamıştı... taa ki denemeden üç hafta sonra Hiroşima ve Nagazaki'ye ilk atom bombaları atılana kadar.
Hükümet, Tularosa Havzası'nda yaşayanlara, 257 kilometre öteden bile görünen ışığın ve hissedilen sarsıntının nedeninin bir cephane deposundaki patlama olduğu yalanını söylemişti.
Manhattan Projesi Ulusal Tarih Parkı verilerine göre deneme nedeniyle atmosfere büyük miktarda radyasyon yayılmış, nükleer serpinti 402 kilometre uzunluk ve 322 kilometre genişliğinde bir alanın üzerine çökmüştü.
Amerika, Trinity Test denemesinden sadece üç hafta sonra, 6 Ağustos 1945'te Japonya'nın Hiroşima kentine ilk adım bombasını attı. İkinci atom bombası ise Nagazaki'ye 9 Ağustos 1945'te atıldı. Atom bombaları atıldığında Almanya zaten teslim olmuştu, ancak Japonya savaşmayı sürdürüyordu. Japonya da 15 Ağustos 1945'te teslim olduğunu açıkladı ve 2 Eylül'de Teslimiyet Anlaşması'nı imzalamasının üzerine İkinci Dünya Savaşı son buldu.
Amerika Enerji Bakanlığı verilerine göre Hiroşima'da bombanın atılması ve sonrasındaki dört aylık süreçte 90 ila 166 bin kişinin hayatını kaybettiği, beş yıl sonraysa 200 bin kişinin daha radyoaktivitenin etkileriyle öldüğü sanılıyor.
Nagazaki'deyse bombanın atılmasıyla birlikte o an hayatını kaybedenlerin sayısının 40 ila 75 bin arasında olduğu tahmin ediliyor.
“Kızıl Korku” ve “Cadı Avı” dönemi: ABD hükümeti İkinci Dünya Savaşı'nı sona erdiren Oppenheimer'a neden düşman oldu?
1947-1957 arasındaki 10 yıllık süreçte ABD Senatosu'nda görev yapan Wisconsin eyaleti Cumhuriyetçi Partili Senatörü Joseph McCarthy, Senato'daki ilk üç yılını sessiz sedasız geçirmişti.
Ancak McCarthy'nin 9 Şubat 1950'de Batı Virginia eyaletinin Wheeling kasabasında Cumhuriyetçi Kadınlar Cemiyeti'nin bir etkinliğinde yaptığı konuşma, Wisconsinli senatörü Amerika'nın gündeminin baş sırasına oturttu. Konuşmanın ses kaydı bulunmuyor. Ancak McCarthy'nin o gece “Dışişleri Bakanlığı komünist kaynıyor. Elimde 205 kişinin adının yazılı olduğu bir liste var. Dışişleri Bakanı bu kişilerin Komünist Partisi üyesi olduklarını bilmesine rağmen hala bakanlıkta çalışıyorlar ve dış siyasete şekil veriyorlar” ifadelerini kullandığı biliniyor.
Üç yıl boyunca komünizm karşıtı kampanyasını ısrarla sürdüren McCarthy, 1953'te Senato Soruşturmalar Alt Komisyonu'nun başkanı olduğunda yeni ve güçlü bir platformun da sahibi olmuştu. ABD Senatosu'nun internet sitesine göre McCarthy kısa zamanda hükümetteki yolsuzluk ve israfı soruşturmakla yükümlü alt komisyonun odağını komünist avına çevirdi.
McCarthy'nin komünizmle bağları olduğu iddiasıyla hakkında soruşturma açtığı ya da kara listeye aldığı isimler arasında Albert Einstein, yazarlar Langston Hughes, John Steinbeck, Isaac Asimov ve Arthur Miller, yönetmen Orson Welles, komedyenler Charlie Chaplin ve Danny Kaye, besteci ve orkestra şefi Leonard Bernstein de bulunuyordu.
Hidrojen bombasına karşı olması Oppenheimer'ı komünist avcılarının hedef tahtasına oturttu
O dönemde Albert Einstein'dan sonraki en büyük bilim insanı olarak kabul edilen Robert Oppenheimer da McCarthy'nin gazabına uğrayanlardan biriydi. 1930'lu yıllarda bazı komünist örgütlerle ilişkisi ve solcu görüşlere yatkınlığı olan, eşi ve kendisi gibi fizikçi olan kardeşi Frank Oppenheimer'ın Amerikan Komünist Partisi ile olan bağları bilinen Oppenheimer, 1936 yılında parti üyesi psikiyatr Jean Tatlock ile de evlilik dışı bir ilişki yaşamıştı.
Manhattan Projesi'nin başındaki Korgeneral Leslie Groves, tüm bunları bilmesine rağmen Oppenheimer'ın atom bombası tasarımı için doğru isim olduğunda ısrar etmişti. Ancak Soğuk Savaş'la birlikte patlak veren Kızıl Korku dönemi, Oppenheimer'ın sol yönelimli geçmişinin mercek altına alınmasına yol açtı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD Atom Enerjisi Komisyonu Danışma Kurulu'nun başına getirilen Oppenheimer, bu görevdeyken, atom bombasından daha yıkıcı olan hidrojen bombasının geliştirilmesine şiddetle karşı çıkmaya başlamıştı. Ancak bu tutumu, Amerika'nın nükleer çağdaki önderlik konumunu tehlikeye atacağı korkusuyla “vatan hainliği” olarak damgalanmıştı.
Rusya'yla silahlanma savaşına giren Amerika'nın bu yarışta geri kalacağından korkan dönemin ABD Atom Enerjisi Komisyonu Başkanı Lewis Strauss, Hiroşima ve Nagazaki'ye atılanlardan çok daha güçlü bir hidrojen bombası peşinde koşarken atom bombasının babası, bu hedefin önünde engel oluşturuyor ve kamuoyu önünde silahlanma karşıtı konuşmalar yapıyordu. Bu engeli ortadan kaldırmak için soruşturma başlatan Strauss, Oppenheimer'ın güvenlik yetkilerini iptal etti. Böylelikle hükümetle ilişkisi kesilen Oppenheimer, akademisyenliğe geri döndü.
Yapay zeka yeni atom bombası olabilir mi?
1945 yılı Ekim ayında dönemin başkanı Harry Truman'a “Ellerimde kan olduğunu hissediyorum, Sayın Başkan” diyen Robert Oppenheimer, Manhattan Projesi'nde işbirliği yaptığı fizikçi Edward Teller'ın geliştirdiği füzyon silahı hidrojen bombasına karşı uyarıda bulunarak, “Bir süper bomba, soykırım silahı haline gelebilir. Bu bomba asla üretilmemeli” ifadelerini kullanmıştı.
Ünlü fizikçinin Hiroşima ve Nagazaki'den sonra derin bir depresyona sürüklendiğini, atom bombasının “zaten mağlup olmuş bir düşmana karşı” kullanıldığını söylediğini yazan Kai Bird, Oppenheimer'in 1947'de “Eğer bir dünya savaşı daha çıkarsa bu medeniyet biter” dediğini hatırlatıyor.
1965 yılında NBC televizyonu tarafından hazırlanan "Atom Bombasını Atma Kararı" adlı belgeselde konuşan Oppenheimer, New Mexico'daki atom bombası denemesi sonrasındaki duygularını şöyle ifade etmişti:
“Dünyanın artık eskisi gibi olmayacağını biliyorduk. Bazılarımız kahkaha attı, bazılarımız ağladı. Birçoğumuz ise sessizdi. Kutsal Hindu öğretisi Bhagavad-Gita'dan bir satır aklıma gelmişti. Vişnu, Prens'i görevini yerine getirmeye ikna etmeye çalışır ve kendisini etkilemek için silahlarını kuşanarak 'Ben şimdi ölüm oldum. Dünyaların yıkıcısı' der. Sanırım hepimiz o ya da bu şekilde o an aynısını hissettik.”
Peki atom bombasının icadından yaklaşık 80 yıl sonra günümüzde başka bilim ve teknoloji insanları da tıpkı Oppenheimer gibi pişmanlık duyacakları işlere imza atabilir, “ölüm olabilir” ve dünyayı kökünden değiştirebilir mi?
“Yapay zekayı geliştirenler kendi 'Oppenheimer anlarını' yaşıyor”
Yönetmen Christopher Nolan, Variety dergisine göre Nobel ödüllü fizikçi Kip Thorne ve Oppenheimer biyografisinin yazayı Kai Bird'le kısa süre önce katıldığı bir panelde tam da bu meseleyi gündeme getirdi ve atom bombası ile yapay zeka arasında yakın bir ilişki kurdu. Nolan, bilim insanlarının insanlığın iyiliği için sorumluluk alması gerektiğinin altını çizdi.
Gelecekte nükleer silahların başında yapay zekanın olacağı öngörüsünde bulunan Nolan, “Yeni teknolojiler geliştiren bilim insanlarının beklenmedik sonuçlar karşısındaki sorumluluğu ne olmalıdır?” sorusuna yanıt bulunması gerektiği görüşünde.
Yapay zeka teknolojisinin kendi “Oppenheimer anına” çok yaklaştığına dikkat çeken Nolan, “Yapay zeka sistemleri eninde sonunda savunma altyapısına girecek. Nükleer silahlardan sorumlu olacaklar. Yapay zekayı, bu teknolojiyi programlayıp kullanan insanlardan ayrı tutarsak sonumuz gelir. Bu aygıtı kullanan insanları hesap verebilir kılmak zorundayız” dedi.
Yazar Kai Bird de kısa süre önce New York Times gazetesi için kaleme aldığı “J. Robert Oppenheimer'ın Trajedisi” başlıklı makalesinde benzer bir noktaya değindi. Bird'e göre asıl trajedi, bilim insanlarının, Oppenheimer'ın asılsız iddialarla suçlanıp kamuoyu önünde küçük düşürülmesini, siyasi yapıya karşı gelmemeleri gerektiği şeklinde bir uyarı olarak algılamasıydı.
Yapay zekanın insan hayatında devrim yapmak üzere olduğunu vurgulayan Bird, buna rağmen hala yeniliklere imza atanlarla siyasetçiler arasında, bu yeniliklere ilişkin akılcı politikaların nasıl üretileceği konusunda bir söylem geliştirilemediği uyarısı yapıyor. Oppenheimer'ın nükleer silahlar alanında bu söylemi başlatmaya çalıştığını hatırlatan Bird, siyasetçilerin Oppenheimer'a kulak vermek yerine onu susturduğunu, sonucun da nükleer silah yarışı olduğunu kaydediyor.
Oppenheimer'in Los Alamos Laboratuvarı'nda yaptıklarından pişmanlık duymadığını ve doğasında merak olan insanoğlunun etrafındaki fiziksel dünyayı keşfetmesinin engellenemeyeceğine inandığını belirten Bird'e göre insanlığın bilimsel serüveninin önüne geçilemez. Ancak sürdürülebilir bir medeniyet için teknolojiyi kontrol altına almayı öğrenebiliriz.