‘Başbakan Davutoğlu “yayı doğuya doğru germezseniz oku batıya doğru fırlatamazsınız’’ der. Yeni kabinesinin dış politika mimarisi de bence Batı ile ilişkileri onarma öncelikli.’ Profesör Deniz Ülke Arıboğan, yeni kabinenin Erdoğan hükümetinden biraz daha farklı tercihleri olacağı kanaatinde. İstanbul Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyet Üyesi ve İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi, son dönemde laik vurgusunu bir kenara iten Türkiye’nin, ‘’Siyasal İslam’ın lideri’’ olarak öne çıktığını Cumhurbaşkanı Erdoğan-Başbakan Davutoğlu denkleminde girilen yeni dönemin ise bu stratejik hatadan vazgeçilmesi için fırsat olduğu düşüncesinde.
‘Türk-Kürt işbirliği Ortadoğu’da çatışmalara karşı antikor olur’
Türkiye’yi IŞİD yüzünden terörizmle ilişkilendirilmesinden kimsenin siyasi kazanç sağlayamayacağını düşünen Arıboğan, yalnız Türkiye’nin değil birçok küresel aktörün IŞİD’e bir biçimde destek verdiğini söylüyor. Akil İnsanlar Heyeti’nde Marmara Bölgesi Başkanlığı yapmış olan uluslararası ilişkiler uzmanına göre, Türk-Kürt ortaklığı Ortadoğu’daki çatışmalara karşı antikor vazifesi görecek.
‘Kabinenin dış politika mimarisi Batı’yla ilişkilerin onarılacağı izlenimi veriyor’
VOA- Başbakan Davutoğlu’nun kurduğu yeni kabineyi nasıl buluyorsunuz? Türkiye’nin son dönemde uluslararası ilişkilerde kaybettiği zemini restore edebilecek mi?
Kabinede gördüğüm özellik Türkiye dış politika mimarisinin görece Batı merkezli ve Batı’yla ilişkileri onarma hedefiyle kurulduğu yönünde. Özellikle Dışişleri Bakanı ve AB Bakanı'nın profilleri bu intibayı veriyor. Mevlüt Çavuşoğlu Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nden geliyor. Volkan Bozkır da diplomasi geleneğinden gelen son derece Batılı bir profil. Bu bakımdan Türkiye önümüzdeki dönemde Batı politikasının altını daha kuvvetle vurgulayarak götürecektir diye düşünüyorum. Türkiye kamuoyu siyah ve beyaz diye ikiye ayrıldığı için dış politikadaki resmin netliği yok. Ton farkları ve diğer renkler Türkiye’de fazla görünmüyor ve Türkiye’de yazılan çizilen de Batı’ya aynı şekilde yansıtılıyor. Daha konunun çok da ne olduğu anlaşılmadan yalan yanlış bilgiler üzerinden dünya kamuoyunda bir imaj oluşturuluyor. Bu imaj hem Ahmet Davutoğlu'na hem de Türk dış politikasına bir ideolojik elbise giydirme çabası haline geldi ve hepimiz zarar görüyoruz.
‘Davutoğlu’na bir gün Batı yanlısı bir gün Batı düşmanı deniyor’
VOA- Nasıl bir imaj oluşturuluyor?
Ahmet Davutoğlu’na bir gün Sünnici ya da mezhepçi diyorlar. Ertesi gün Panislamizm savunucusu olduğunu iddia ediyorlar. Bir gün, Batı dergilerinde 100 önemli düşünür arasında yer alıyor, ertesi gün Batı’ya düşman bir figür olarak teröristlere destek veren bir kimlik olarak tanımlanıyor. Burada bir takım çelişkiler var. Kimse aynı anda hem mezhepçi hem Panislamist olamaz. Keza hem Batı düşmanı hem Batı yanlısı da olunmaz. Evet, bugün Türkiye’nin Ortadoğu politikası iyi noktada değil. Ama hangi küresel gücün Ortadoğu politikası iyi işliyor. Ortadoğu’daki hangi ülkenin politikası başarılı? Küresel aktörlerin hangi politikayı takip ettiğini bile bilemiyoruz. Her gün fikir değiştiriyorlar. Ortadoğu şu anda bir savaş ortamında ve bütün ülkelerin politikaları birer başarısızlık hikayesi.
‘Ortadoğu’da küresel aktörlerin vizyonları çarpışıyor’
İran da başarısız mı?
Kimi zaman İran’ın başarılı olduğu söyleniyor ama hatırlayalım, daha önce Suriye Esad rejiminin ülkesi hatta zaman zaman kullanılan tabirle bir Esad krallığı olarak, İran’ın karakolu, Akdeniz'e çıkış kapısı olarak adlandırılıyordu. Ama şu anda Suriye tam bir no man’s land. Yani karakolunu, düzenini kaybeden taraf İran. Diğerleri yeni bir düzen kuramasa da İran’ın kurduğu düzen yıkılmış durumda. Artıya geçen yok ama eksiye düşen var. Bölgede bölgesel aktörler kadar küresel aktörlerin de vizyonları çatışıyor. Tam bir kaos durumu söz konusu. Bir değişim fitili ateşlendi. Arap Baharı’yla birlikte revizyonist bir proje hayat geçmişti. Esasen revizyon düşüncesi Büyük Ortadoğu Projesi çatısı altında daha önceden de gündeme gelmişti, Aynı coğrafya kuzey Afrika ve Ortadoğu'yu kapsayacak biçimde kaynamaya başladı ve küresel aktörler tarafından da desteklendi. Yapı çözüldü. Yapıyı çözücü destekler geldi ama yeni yeniden inşa etmeye yönelik bir konsensüs yok. Çünkü herkesin başka bir tahayyülü var bölgede. Alternatifler arasında Batının modernite teorileri içerisinde demokratik rejimlerin geliştirilmesi ve bu suretle kapitalist pazarlara eklemlenme düşüncesi de var; Rusya ve Çin’in deki gibi totaliter sistemler yoluyla sisteme eklemlenme de var. Bunlar revizyonun ille demokratikleşme yoluyla olması gerekmediğini düşünüyor. Statükonun bozulması halinde neler olabileceği de yeni tehditler vesilesiyle ortaya çıkıyor her geçen gün. Küresel aktörler de hem büyük bir enerji havzası, hem de pazar alanı olan bu bölgeyi kendi yörüngesinde inşa edecek zorlamalar yapmaya çalışıyor.
‘Ortadoğu haritası yeniden çizilirken Sünni hatta büyük yarılma var’
VOA - Skyes-Picot düzeni artık çözüldü ve Ortadoğu’nu haritası yeniden çiziliyor deniyor.
Evet, Ortadoğu’nun haritası 20. yüzyılın başlarında çizildi ve 100 yıl aradan sonra, bugün yeni bir yüzyılın güç dengelerine uygun bir harita çizileceği anlaşılıyor. 20. Yüzyıl’ın başında çok uluslu imparatorluklar dağılırken her devlet kendi ulusunu inşa etmeye çalışıyordu. Etnik temizlikler ve büyük göç dalgaları söz konusu oldu o dönemde. Bu tüm dünyada çok ağır sosyal travmaların yaşanmasına neden oldu. Evini, barkını, tarihini bırakıp güvenli bir anayurt bulmak için yola çıkanlar toplaştıkları yerlerde sınırları son derece katı ulus devletlerin çekirdeğini oluşturdular. Türkiye’de bunu hem büyük göç alan hem de büyük göç veren bir ülke olarak hissetti. Türkiye’de ulus devletleşme yoluna girdiğinde hem Müslüman göç dalgasını içeri aldı hem de bu topraklardaki Gayrı Müslimleri ülke dışına zorladı. Ortadoğu coğrafyasında da şimdiki durum biraz buna benziyor. Bir yandan kimlik arayışı diğer yandan sınır oluşturma gayreti var. Devletleşmek ve uluslaşmak için sırf Arap kimliği yetmiyor. Şimdilerde Ortadoğu’da 3 tane temel fay hattı var. Bunların ilki etnik hat. Kürtler, Araplar, Türkler, Farsiler, Yahudiler üzerinden gidiyor. İkincisi Sünni-Şii hattı. Yani büyük mezhepler arası bir kırışma hattı. Bu hali hazırda oldukça aktif bir fay. Üçüncüsü ise mezhep içi kırılmalar üzerinden gelişen bir yarılma. Mesela Şiiler için Kum ve Necef ayrımı gibi ancak burası aktif değil. Buna karşın en aktif durumdaki sorun Sünni hat üzerindeki büyük kırılma. Farklı anlayıştaki Sünniler arasında da çatışma var. Sünnilerin bir bloku, Müslüman kardeşler trendini takip ediyor. Nitekim Türkiye’deki yönetim de Müslüman Kardeşler’e yakın duran bir yaklaşım içerisinde. Daha ılımlı ve tabandan gelen bir revizyon talebini temsil ediyorlar. Buna karşın Vahhabi-selefi gelenekten gelen ve daha çok Körfez ülkelerinin desteklediği bir İslam anlayışı da var. Dini açıdan radikal ama siyaseten statükocular. IŞİD denilen örgüt ise bunların ikisinin de dışında bir yere yerleşti.
‘IŞİD küresel güçleri dışlarsa otorite kuramaz’
VOA - Siz IŞİD’i nasıl değerlendiriyorsunuz?
IŞİD bir üst marka ve altında çok farklı uzanımları var. Ne olduğunun tarifi de oldukça güç. Tıpkı sahaya bırakılmış bir top gibi. Oyundaki bütün oyuncular o topla oynuyor ve karşı kaleye gol atmaya çalışıyor. Bu yüzden sahibi yok. Esasen El Kaide’nin uzantısı olan IŞİD, normalde Sünni ittifakıyla işbirliği yapması gerekirken Suriye’de ilk iş, El Nusra’yla dövüşmeye başladı. Bir yandan da Müslüman Kardeşler’in uzantısı olan Özgür Suriye Ordusu’yla savaştı. IŞİD’in anti İsrail açıklamasını henüz duyamadık ama Hamas’tan çok hoşlandığını da söyleyemeyiz. Müslüman Kardeşler’in hiçbir uzantısından hoşlanmıyor zaten. Burada IŞİD’in doğru okunması lazım. Sadece terörist diyerek geçilemeyecek bir yapısı olduğu aşikar. Elbette bir terör nüvesi var ama bir dünyanın hiçbir yerinde bir kaç bin kişilik bir terör örgütü bir ülkeyi işgal edemez. Bir ülkenin ordusunu bertaraf edemez, çevre ülkeleri tehdit edecek bir konuma gelemez, uçakları tankları binlerce kişilik orduları olamaz. Küresel güçlerin tamamını karşısına aldığı halde bir coğrafyada otorite tesis edemez. Bu nüvenin çeperinde örgütün ürettiği siyasal vizyonu destekleyen yerel halkı görmek zorundasınız. Aşiretler, Baas'tan kalan eski askerler, çeteler, diğer cihadçı gruplar hepsi aynı şemsiyenin altında. Burada devleti kuran hilafeti ilan eden hareketin liderliğini yapan Bir grup olabilir ama IŞİD'in Irak'taki Sünni Arap bölgesinin Saddam sonrası ortaya çıkan mutsuzluğundan beslendiğini göz ardı etmemek lazım. Temel mesele o halk kitlesiyle örgüt arasındaki bağı kopartmak. Yerelden gelen destek olmazsa tutunamazlar.
‘IŞİD ile onu destekleyen halkı birbirinden koparmanın yolları bulunmalı’
Saddam Hüseyin kızlarının Baas komutanlarının desteği biliniyor.
Baas partisinin seküler unsurları da harekete ilginç bir biçimde destek veriyor. IŞiD'in zamanla tükeneceğini ancak kendileri için bir devlet alanı açacağını düşünüyorlar. Zaten bölgedeki halkın tümüne terör örgütü derseniz onları içine alacak bir hapishane dünyada yok. Bunların ne kadarı halk ne kadarı IŞİD? Halkı IŞİD’den nasıl ayırabilirsiniz? Bunların analiz edilmesi lazım. Kitlesel desteği olan örgütlere böyle bakılmalı. Baader Meinhoff ‘a bakar gibi IŞİD’e bakamazsınız. Bölgedeki Sünni Arapların Saddam’ın devrilmesinden sonra yaşadığı ağır bir travma var. Merkez hükümetle sorunları var. Ve Suriye’de savaşan IŞİD’le Irak’taki IŞİD arasında da fark var.
‘İki ABD’linin kafasının kesilmesi Batı’daki IŞİD paradigmasını değiştirdi’
VOA- Nasıl bir fark var?
Tavır olarak da fark var, içerik olarak da. Mesela Suriye’deki Sünni halk esasen Özgür Suriye Ordusu’nun tabanı ama Irak’ta öyle değil. Henüz bu ayrışma söz konusu olmadı. Burada fareli köyün kavalcısı nasıl bütün köyün çocuklarını topluyor, IŞİD de öyle, bütün cihatçıları bu coğrafyaya toplamış durumda. Yaklaşık 12.000 yabancı cihatçının burada savaştığı söyleniyor. Rusya'dan 800, Fransa'dan 700, İngiltere ve Almanya'dan 500'er savaşçı olduğu rapor ediliyor. Görüldüğü kadarıyla uluslararası bir konsorsiyum oluşmuş burada. Batı açısından temel mesele IŞiD'in öldürdüğü insanlardan çok hareketin kendi topraklarına sıçrama endişesi. Suriye’de 200 binden fazla insan öldüğü halde pek de duyarlı davranmadıkları açık. Ama 2 ABD'linin kafasının kesilmesi bütün paradigmayı değiştirebiliyor. ABD ve İngiltere IŞİD'i dünyada bugüne kadar ortaya çıkan en büyük küresel terör tehdit olarak algılamaya başladılar. Bunun bir sebebi olması gerekiyor.
‘Askeri endüstriyel kompleksin IŞİD gibi düşmanlara ihtiyacı var’
VOA - Petrol olabilir mi?
Petrol elbette bir neden. Irak dünyada kanıtlanmış petrol rezervleri açısından 4. Sırada. Dünyanın en büyük enerji devlerinin anlaşmaları var. IŞİD ise bir taraftan Kürtlerin üzerine yürüyor bir taraftan da güneye inerek Bağdat’ın sınırlarını zorluyor. Esas büyük rezervler Kerkük'ün dışında güneyde. IŞİD de iki yarı kanaldan gidiyor. Tabi meseleyi sadece enerji bağlamında açıklamak da doğru değil. ABD ve Batı dünyası okyanusa bırakılan ve içinde ne olduğunu bilmediğimiz bir tabutla El Kaide ile savaşını bitirdiğini ve zaferi kazandığını ilan etmişti. El Kaide de bir üst markaydı. Bir imaj olarak uluslararası sistemi etkileyecek kimi politikalara meşruiyet sağladı. Askeri endüstriyel kompleksin düşman profili ihtiyacını karşıladı. ABD bu vesile ile savunma bütçesini 250 milyar dolardan yaklaşık 800 milyar dolara kadar yükseltti. Şimdilerde 600 civarında. Bunu El Kaide veya türevleri dışında neyle sağlayabilirdi? El Kaide’nin varlığı, askeri endüstriyel kompleksin damarlarına dünya sathında kan pompaladı. Kanımca IŞİD de benzer bir işlev görecek ve Ortadoğu’da sınırlı kalmayacak. Irak yeni bir Afganistan profili olarak şekilleniyor. Ancak buradaki şiddetin gerçek bir tehdide dönüşmesi için dünya üzerinde hareketlenmesi gerekiyor. Kanımca potansiyel risk alanı budur ve Türkiye için de büyük bir tehdittir. Bunu hareketlendirirler diye düşünüyorum.
‘El Kaide network’ü henüz yok edilmedi’
VOA - Kim hareketlendirir?
Verili dünya sistemi sadece barış atmosferinde varlığını sürdüremez; savaşlara ihtiyaç vardır. Eisenhower 1961'deki veda konuşmasında ilk kez military industrial complex ifadesini kullanmıştı. O zamanlar sadece ABD içindeki savaş tabanlı ekonomik yapıyı kast ediyordu. Oysa bugün bu yapı küresel bir ağla birbirine entegre olmuş durumda. Dünya ekonomisini besleyen Değer ve üretimin önemli bir bölümü askeri endüstriyel kompleksin yarattığı kaynaktan gelir. Savaş ekonomileriyle barış ekonomileri birbiri ile simbiyotik bir ilişki içerisindedir. Bu yüzden dünyada bu ikili yapılaşmanın önüne geçilmesi mümkün değil. İslam coğrafyasındaki düzenlerin ve İslam’ın bazı yorumlanış biçimlerinin çok rahat provoke edilebilecek özelliğe sahip olduğu düşünülürse, önümüzdeki dönemin hastalıklı noktası belirginleşir. Dünyada hücre şeklinde yapılaşmış El Kaide networkü henüz yok edilmedi. Her an aktive olabilir. Savaşların ve savaşçıların anlamı küresel network açısından çok farklıdır. Silah satışlarını artırır, her türlü kaçakçılık faaliyetini geliştirir, petrol fiyatlarını belli bir noktada tutar, borsalarda manipülasyon imkanı verir ve buna benzer etkileri de olur. Çok sofistike bir dünyada yaşıyoruz ve uluslararası teorileri de dünyayı tek bir düzlemde analiz edemiyor artık. Günün popüler yaklaşımı Örümcek ağı teorisi.
‘Küresel network ihtiyaç duyduğu ürünü üretiyor ve pazarlıyor’
VOA - IŞİD’i dışarıdan mı ürettiler?
Küresel network ihtiyaç duyduğu ürünü üretiyor ve piyasaya pazarlıyor. Elbette üretilen ürün üzerinde yeşerdiği toprakla uyumlu olmalı. Çölde elma ağacı yetişmiyor. Bu coğrafya ve bu kültür "cihat" söylemi altında her türlü şiddeti meşrulaştırabildiği için verimli bir tarla. İstenilen imajı üretme konusunda zorluk çıkarmıyor. O yüzden İslam ve şiddet örtüşmesi üzerinden üretilen imajın gerçekliği yoktur diyemeyiz. Terör bu kültürde çok kolay ürüyor. Yanlış yorumlanan ayetler üzerinden her şey bir cihat formuna sokulabiliyor. Bugün dünya üzerindeki cephe alanı İslam coğrafyası. Bunun değişmesi bizim için çok önemli. Nitekim Türkiye’nin komşularla sıfır sorun bunu değiştirmek üretilen bir yumuşak güç politikasıydı. Türkiye’nin Irak’taki Sünni Arap aşiretlerle de hep arası iyiydi. Ticaret yapılıyordu, kültürel ilişkiler gelişiyordu. Ve o dönemde bunlar IŞİD kategorisinde değildi. Türkiye’nin bu bölgeyle tarihsel ilişkisi var. Kendisine ittifak alanı olarak seçtiği bir halk topluluğu Sünni Araplar. Hem Maliki rejimiyle yaşanan problemlere karşı hem de olası Kürt problemine karşı bu grubu bir denge unsuru olarak kullanılıyordu. Türkiye hükümeti. Ancak son 1 yıldaki gelişmeler bütün paradigmanın gözden geçirilmesine yol açmış durumda.
‘IŞİD yalnız 49 kişiyi rehin almadı Türkiye’yi rehin aldı’
Türkiye başkonsolosluk baskını oradaki aşiretlerle olan ilişkisi nedeniyle mi hesaplayamadı?
Muhtemelen. Bence Musul konsolosluğumuzun boşaltmaması ciddi bir hataydı. Çünkü başkonsolosluk baskını sadece başkonsolos ve 49 kişiyi rehin almadı, Türkiye’yi rehin aldı. Türkiye bölge politikasında kıpırdayamaz hale getirdi. Sanırım oradaki aşiretlerle iyi ilişkilerine güvenerek bize dokunmazlar diye düşündüler, yanıldılar. IŞİD’in kontrolünün tek bir kişide yapıda olduğunu düşünmek anlamsızdı. Hele o zaman daha da kim olduğu bilinmez dağınık yapıydı. Şimdi giderek toplanmaya başladılar, halifeliğin ilanıyla merkez tesis edildi.
‘Türkiye’yi terörist bir marka haline getirmeye çalışıyorlar’
Dünya kamuoyunda Türkiye IŞİD’e destek verildiği iddiaları var.
Ben bunun doğru olduğuna inanmıyorum. Söylediğim gibi oradaki Sünni Arap aşiretleriyle ilişkisi hep vardı ve bunlar aniden IŞiD altında toparlanınca böyle bir imaj oluştu. IŞİD Türkiye için çok büyük bir tehlikedir. Yıllar önce bir gazete makalemde yazmıştım Türkiye El Kaide ile savaşmak zorunda kalacak diye. Bu İslam anlayışı ile Türkiye'deki yaklaşım asla birbirine uymaz. Basit kategorizasyonlardan kaçınmak lazım. Türkiye Suriye’deki ateşin kendi ülkesine sıçramaması için Özgür Suriye Ordusu’na destek vererek Esad’a karşı tampon alan oluşturmaya çalışıyordu. Çatışma alanını Türkiye sınırının ötesine taşımaktı amaç. Ama Irak'taki yapı bir aranda bu şekliyle ortaya çıktı. Türkiye için durum net. Hani doğal çevrede inşa edilen evlerin bahçesine yılan girmesin diye bahçe sınırına katran dökerler ya. Türkiye de katranlanmış bir bölge oluşturmayı hedefliyordu. Size yönelik bir tehdit oluştuğunda ya kendiniz girersiniz silahlı gücünüzle bu tampon alanı oluşturursunuz ya da birilerine silah verirsiniz bu tampon alanı oluştururlar. Esad’ı tam olarak karşıya aldıklarında buna mecbur kaldılar. Esad’la yan yana durmak mümkün değildi. Kendi şehirlerini füzeyle vuran bir liderle, savaş suçu işleyen birisiyle aynı hatta durmak imkansızdı. 200 bin kişinin ölümünün birincil sorumlusundan bahsediyoruz. Lakin IŞİD tehdidi ortaya çıktığından beri Esad'ın dünya üzerindeki imajı da tazelenmeye başladı. Zira kafa kesen teröristlere karşı mücadele eden bir siyasi figüre dönüştü. IŞİD en çok ona yarar sağladı. Objektif bakıldığında hem Suriye'ye hem de Irak'a dünyanın her yerinden silah gönderildiği aşikar. Hem de çatışan iki tarafa birden akıyor bu silahlar. Türkiye'den de akış olduğu söyleniyor. Tamam da bu silahları sadece Türkiye mi gönderiyor? Türkiye’nin zaten bu bölgeyi tamamen silahlandıracak durumu yok? Bizim böyle bir silah üretimimiz de yok? Adamlar ağır silahlar kullanıyor. Burada eğer günahsız olan varsa ilk taşı atsın. Türkiye bu çatışma ortamına hiç katkı yapmamıştır diyemem ama sahnedeki sadece figüranlardan birisidir. Yıldız aktörlerin, senaristlerin, rejisörlerin sorumluluğu figüranlara yıkma çabasına da direnmek gerekir. Kaldı ki bu da bir imaj oluşturma çabası. Bir marka geliştirir gibi Türkiye’yi bir terörist marka haline getirmeye çalışıyorlar. Ülkemizdeki bazı şuursuz muhalefet çevreleri de buna destek veriyor. İktidar da beceriksiz hamleleri nedeniyle bu imajın oluşturulması için her türlü fırsatı veriyor. Oysa bu kabul edilemez bir şey. Türkiye terörist ülke ilan edilirse Erdoğan da, Kılıçdaroğlu da, Bahçeli de ve hatta Demirtaş da bunun altında kalır. Yafta hepimize yapışır.
‘Almanya, İngiltere, ABD dinlemiş Türkiye hallaç pamuğu gibi atılmış’
VOA - MİT tırları yakalandığında Türkiye’nin silah gönderdiği gündeme geldi.
MİT tırlarının kime gittiği belli mi? Zaten Türkiye hallaç pamuğu gibi atılmış. Almanya dinlemiş, İngiltere dinlemiş, ABD dinlemiş. Neyin kime gittiğini anlaşılan bizden başka herkes biliyor. Peki kimin kontrolünde gidiyor? Amerikan kontrolü dışında giden silahlara Washington kızıyor ama Amerikan kontrolünde giderse her şey serbest. Var mı böyle bir şey? Alevin sınıra dayandığı yer bizim topraklarımız. Türkiye kendisine güvenlik tamponu sağlayacak girişimlerde bulunmak zorunda. Yoksa direk savaşın içerisine girmek zorunda kalırız.
‘IŞİD’le Siyasal İslam zayıflatılmak isteniyor’
VOA - Eski CİA sorumlularından Graham Fuller Radikal’den Ezgi Başaran’a verdiği röportajda IŞİD’in yaratıcılarından biri olarak ABD’yi gösterdi. Sizin kanaatiniz ne?
Aynı kanıdayım. Zira bugün Irak'taki bu yapının inşaatçısı ABD yönetimidir. Saddam'ı devirdikten sonra elbette yeni bir yapının inşası için bir projeleri vardır diye düşünülüyordu. Olmadığını gördük. Ne Afganistan'da ne Irak'ta eskisinden daha iyi bir siyasi düzen kurulamadı. IŞİD fikri İslam dünyası içinde doğmuş değildir, zira doğuda son yüzyıllarda fikir falan üretilmiyor. Düşünmeyi değil, eyleme koymayı tercih eden bir kültüre her şeyi empoze edebilirsiniz. Kanımca tıpkı El Kaide gibi bu yapı üretildi ve halkı da etrafında toparlayacağı tahmin edilebilir. Şimdi de bu yapı kanalıyla meşrulaşan politikaları uygulama zamanı. Önce çatışılacak sonra düzen kurulacak. Siyasal İslam’ın zayıflayacağı hesap ediliyor. Aksi de mümkün, göreceğiz. Temel mesele kanımca bu terörist nüvenin halktan nasıl kopartılacağıdır. Türkiye bu bölgelerle komşu. Irak'taki durum Suriye’dekinden çok farkı gelişmiyor. Artık hata yapamayız.
‘Türkiye’nin en büyük hatası Müslüman Kardeşler’in liderliğine soyunması oldu’
Ortadoğu’da tüm bu yaşananlardan sonra sürecin kaybedeni kim?
Birincil aşamada İhvan ve uzantıları kaybetti. İkincisi Siyasal İslam birbirini kırarak kendi içinde çatışmaya gitti. Türkiye barış havzası oluşturmaya çalışırken karşısında kurutulması gereken bir bataklık buldu. En büyük hata kanımca Müslüman Kardeşler’in liderliğine soyunmamız oldu. Türkiye, Müslüman bir halk topluluğuna sahip, seküler bir devlet ve Müslüman Kardeşler hareketinin uzanmadığı bir yerdir. Bir Arap ülkesi olmadığı gibi siyasal kültürü de Ortadoğu'nun yapısına çok uzaktır. AK Parti’nin kendini bu yapıyla özdeşleştirmesi, İhvan mitinglerini Türkiye’ye alması, Mısır meselesini bu kadar içselleştirmesi hatadır. Mısır’daki problem, Suriye’deki problemden daha ağır bir hasar yarattı kanımca. Mursi iktidarı kaybettikten ve Sisi seçimle işbaşı yaptıktan sonra hala aynı gerginliği sürdürmek de hatanın devamı.
‘Davutoğlu, Erdoğan’ın her dediğini yapacak bir emanetçi değil’
Türkiye bundan sonra yeni hükümetin kurulmasıyla Ortadoğu politikasında ne yapabilir?
Ben Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması ve yeni dönemin başlamasını bu hatadan dönüş için bir fırsat olarak görüyorum. Bu dönüş yine Erdoğan'ın inisiyatifi ile gelişir ama şekil olarak rahatlatıcı olacaktır iktidar kademesindeki değişim. Kaldı ki Ahmet Davutoğlu’nun Tayyip Erdoğan ne derse onu yapacağını düşünenlerden değilim. Erdoğan bir emanetçi seçebilirdi. Partide O tür insanlar da vardı ama öyle bir tercihte bulunmadı. Erdoğan, Davutoğlu’yla elbette uyumlu çalışabilir ama Başbakan Davutoğlu emanetçi olmaz. Egosu çok kuvvetli, lider olmayı hayal eden birisi. Üstelik kendisini kimseden daha aşağıda bir yere konumlandırmaz. Bir de küçük hatırlatma yapayım. Davutoğlu’nun şu stratejisini unutmayın. Yayı doğuya doğru germezseniz oku batıya doğru fırlatamazsınız der.
‘Yayı doğuya germezseniz oku batıya doğru fırlatamazsınız’
Röportajın başında da hükümetin Batı’yla ilişkilerini güçlendireceğini söylediniz
Evet, Davutoğlu, Batı’ya sanıldığından güçlü ilişkileri olan birisi ve bu kabinenin şekillenişinden Batı politikasının ağırlık kazanacağını görebiliyoruz. Onun tercihi Tayyip Erdoğan tercihinden biraz farklı. Egemen Bağış’la yürütülen AB ilişkileri önem verilen ve geliştirilen bir politika değildi. Bağış AB’ye bir muhalefet duvarı rolü oynadı. Hatta zaman zaman müzakere değil mücadele bakanı diye tanımlanıyordu. Gerçi Volkan Bozkır da Egemen Bağış ile birlikte çalıştı ama onun duruşunun konjonktürün de bir getirisi olarak daha farklı olacağını düşünüyorum. Davutoğlu, yapmak istediği şeyi esasen en başında söyledi. Sıfır sorun politikası. Yaparsınız yapamazsınız ama perspektif bu. Bu sınır komşularla olan kadim sorunları aşmak anlamına geliyordu. O dönemde ben de destekleyenlerden biriydim. Kanımca Türkiye sıfır sorun politikasını uyguladığı için değil o politikadan şaştığı için sorunlar büyüdü. Çatışmaların içine taraf olarak girmemek gerekiyordu. Sorunlu komşularla sorunsuz ilişki yürütmek mümkün olamadı. Nitekim Türkiye lider ülke rolüne soyunduğu için bütün bu siyasal İslam’ın yükünü taşımaya başladı. Ve giderek üzerine doğru yıkılan bir PR faaliyeti ve algı operasyonun da altında kaldı. Kanımca Türkiye çapında iktidarı ile muhalefeti ile buna direniş göstermek lazım. Türkiye, Siyasal İslam’ın lideri olarak konumlanmaya devam ettiği müddetçe cephe ülke olmaktan kurtulamaz. Türkiye’nin laik bir ülke olduğu vurgusunu ihmal edersek bu çatışmada en büyük hasarı biz alırız.
‘Demirtaş’ın Kürt ordusu kurulsun söylemi rahatsızlık yarattı’
Türkiye bu süreçte Kürt Sorunu’nun çözümlenmesinde mesafe aldı. Yeni dönemde Kürtlerle ilişkiler nasıl şekillenebilir?
Türkiye’nin dış politika paradigması değişti. Bugün Kürdistan’ın bağımsızlığı konusunda daha yumuşak tutum alan ülke Türkiye. Irak’ın toprak bütünlüğünü öne çıkaran ise ABD. Türkiye’nin Irak merkez hükümetinden bağımsız olarak Irak Kürdistanı’yla ilişkisinden rahatsızlık duyduklarını defaatle dile getirdiler. Kürdistan otonom bölgesi Türkiye için giderek Kuzey Kıbrıs gibi bir uzantı haline geliyor. Buradaki Kürt etnik yapısı Türkiye için pozitif bir durum. Türkiye, silahı kendisine dönmüş bir Kürt bölgesi istemez. Ama ekonomik ve kültürel ilişki kurabileceği kendi uzantısı haline getirebileceği bir Kürt bölgesinden rahatsızlık duymaz. Selahattin Demirtaş cumhurbaşkanlığı seçimine girdiğinde birçok duvar yıkıldı. Kürt lafını telaffuz etmeden Türkiye’nin demokratikleşmesi üzerinden sol muhalif bir kampanya yürüttü ve büyük bir teveccüh gördü. %9’dan fazla oy aldı. Kendisini ulusalcı olarak tanımlayan ve Kürt meselesi konusunda en sert söylemleri benimseyen Beyaz Türkler de kendisine destek verdi. Bu son 1.5 yıldır süren sulh ortamından kaynaklanıyor. Ne kadar az kan o kadar fazla empati demek. Savaş ortamında kimse diğerini düşünmez Ne zaman ki silahlar susar o zaman insanlar diğer şeyleri görmeye başlar. Türkiye içindeki Kürt problemini çözmek için bir iki adım kaldı ama sınır ötesindeki karışıklık barış sürecini de etkileyebilir. Mesela Demirtaş'ın Kürt ordusu kurulsun söylemi ciddi bir rahatsızlık yarattı. Türkiye ordusu Kürtlere yardım etsin dese daha olumlu karşılık bulurdu. Söylem hataları süreci zaman zaman tıkanıklığa uğratıyor. Kanımca Türk-Kürt birlikteliği bölgedeki birçok çatışamaya karşı adeta bir antikor vazifesi görebilir. Türkiye’nin yönü Avrupa’yı hedef aldıkça Türkiye'ye yapışan bütün halkları bir lokomotif gibi çekebilecek kapasiteye sahip. Davutoğlu’nun bahsettiği gibi okun yönü hep Batı olmalı. Türkiye yön konusunda bocaladığı anda kimlik bunalımına da giriyor, politik sorunlar da yaşıyor. Ben bundan sonra Türkiye’nin Kürt problemi yaşayacağını düşünmüyorum. Bundan sonra çıkacak provokatif hadiselerin ve problemlerin bir şekilde tolere edileceğini ve çözüleceğini düşünüyorum.
‘TSK çözüm sürecinde bilgilendirilmeli ama sürecin kararını hükümet verir’
Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in çözüm sürecindeki yol haritası hakkında bilgi sahibi değiliz demesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Keşke daha önce söyleseydi. Genelkurmay Başkanı’nın elbette bilgilendirilmesi gerekiyor. Çünkü bu çatışmada en ağır bedeli ödemiş kurum ve konu güvenlikle ilgili. MGK da konuşulmamış olmasına şaşırdım ama son tahlilde kararı veren hükümet, uygulayıcı olan Türk Silahlı Kuvvetleri’dir.
‘İç dinlemelerden rahatsız olan hükümet dış dinlemeleri tolere ediyor’
Der Spiegel, Almanya’nın Türkiye’yi dinlediğini yazdı. ABD’nin dinlediği de daha önce haber olmuştu. Türkiye’nin buna verdiği tepki yeterli mi?
Bir sene önce de Merkel’i ABD’nin dinlediği ortaya çıkmıştı. ABD, açıklamasında ülke güvenliğimiz söz konusu olduğunda dinliyoruz dedi. Bunlar dünyada normal. Beni burada şaşırtan Türkiye içi dinlemelerin hükümeti rahatsız etmesi, buna karşın Türkiye dışı dinlemelerin tolere ediliyor olması. Bir tarafa çok ağır tepki verilirken öbür taraf için normal denmesi. Esasen içeride yaratılan paralel öcüsünün düşünüldüğü kadar güçlü olduğu inancında da değilim. Dinlemelerin içeriden geldiğini sanmıyorum ama aracılar vasıtasıyla etki alanı genişletildiği açık . MİT’in de umarım dinlediği ülkeler vardır. Dinlemeyi durduramazsınız ama dezenforme edebilirsiniz. Ancak bilgi kirliliğiyle güvenlik sağlayabilirsiniz.
‘Bizde olsa dinlemeleri afişe edenleri hapse atardık’
Herkes herkesi dinliyor ama Der Spiegel, Almanya’nın Türkiye’yi dineldiğini yazıyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Esasen ilginç bir durum. Alman medyası Almanya'yı afişe ediyor. Bizde olsa hemen hain Der Spiegel diye hapse atardık yazanları. Görüldüğü kadarıyla Türkiye’yle Almanya arasındaki sıkıntılı ilişkiler daha da gerginleşiyor. Diğer taraftan hem ABD hem de İngiltere'nin bizi dinlediği açıklanıyor. Kötü olan dinlemeleri bizim MİT'in yakalamaması, bir Alman yayın organının yazması. Birisinin de bu bilgiyi sızdırmış olması gerekiyor. O zaman kim sızdırdı? Neden sızdırdı? Hangi zamanlamayla sızdırıldı? Bunlar analiz edilmeli. NATO zirvesi öncesinde müttefiklerin birbirine olan güvenlerinin düzeyini öğrenmiş olmamız eğlenceli tabii.