Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünya çapında Corona vakası sayısı yedi milyona yaklaşıyor. Hastalık nedeniyle ölenlerin sayısı ise 400 bini geçti. Ancak bu rakamların ülkelere göre dağılımı büyük farklılıklar gösteriyor. Sağlık alanında çok gelişmiş olduğu düşünülen kimi ülkeler pandemiye karşı mücadelede kötü bir sınav verirken, bu ülkelere kıyasla ekonomik gücü daha sınırlı olan bazı ülkeler ise önemli başarılar sağladı.
Dünya Sağlık Örgütü’nde sağlık ekonomisti olarak çalışan Doç. Dr. İlker Daştan’a göre pandemiyle savaşta elde edilen başarı ya da başarısızlık ülkelerin sağlık sistemleriyle yakından ilişkili. VOA Türkçe’nin sorularını cevaplayan Daştan, “Ülkelerin gelişmişliğinden, gelirlerinden bağımsız olarak çok farklı vaka ve ölüm sayıları görüyoruz. Bu da bize ülkelerin iç dinamiklerinden özellikle sağlık sistemlerindeki bozukluklardan kaynaklanan sebepler olduğunu gösteriyor” dedi.
Your browser doesn’t support HTML5
Daştan, bir sağlık sisteminin sağlık hizmetlerinin sunumu, finansmanı ve yönetiminden oluştuğunu belirterek, “Farklı ülkelerde sağlık sisteminin bu üç temel ayağından kaynaklı problemler yaşandığını gördük” diye konuştu. Sağlık ekonomisti Daştan, hastanelerde, yoğun bakım servislerinde yaşanan yığılmaların, ilaç, kişisel koruyucu malzeme ve diğer tıbbi ürünlerin tedarikinde yaşanan sıkıntıların, bazı ülkelerde yaşanan sağlık çalışanlarının sayısındaki ve kapasitesindeki yetersizliklerin ve yine bazı ülkelerde vatandaşların, göçmenlerin, yabancı işçilerin sağlık hizmetine erişimde yaşadıkları problemlerin temelinde sağlık sistemindeki sorunların yattığını vurguladı. Salgına karşı organize ve planlı bir müdahale yapamayan ülkeler olduğunu hatırlatan Daştan, bunu da sağlık sisteminin yönetimindeki eksikliğe bağladı.
İtalya’da finansman ve entegrasyon sorunu
En fazla ölüm yaşanan ülkeler arasında yer alan İtalya’nın pandemiyle savaşa erken girmek zorunda kaldığını kaydeden Daştan, bu ülkenin Corona’yla mücadelesini şu sözlerle değerlendirdi: “İtalya, pandemiye karşı global bir karşılık verebilecek yöntemlerin biraz eksik olduğu bir dönemde bu hastalıkla mücadele etmek zorunda kaldı. Fiziksel mesafenin korunması veya katı hijyen kuralları gibi önlemlerin çok da fazla konuşulmadığı bir ortamda pandemiye yakalandı. Ancak İtalya’nın kamu ağırlıklı sağlık sisteminde özellikle son yıllarda finansman yetersizliği göze çarpıyordu. Ayrıca sağlık sistemindeki entegrasyon da problemliydi. Üçüncü basamak dediğimiz hastane seviyesindeki sağlık hizmetlerinin çok fazla olduğu ama birinci ve ikinci basamaklardaki sağlık hizmetleriyle entegrasyonun olmadığı bir ülkeydi. Bu yüzden testlerin ağırlıkla hastanelerde yapıldığını, sonrasında hastaneye alımlar başladığını ve hastanelerde yığılmalar olduğunu gördük. Ayrıca bölgesel olarak da ciddi farklılıklar yaşandı. Kuzeydeki şehirlerde hastanelerin yoğunluğu çok daha fazla oldu. Yani bütünsel bir sağlık sisteminden ziyade bölünmüş bir sağlık sunum sistemi olduğunu gördük.”
Almanya’nın başarısının sırrı
Daştan, İtalya’nın merkezi bütçe sisteminin katılığı nedeniyle farklı sağlık basamaklarından ya da farklı hastalık programlarından pandemiyle mücadele için gereken fonların da zamanında aktarılamadığının altını çizdi. Almanya’nın ise Corona ile mücadelede daha başarılı bir sınav verdiğini belirten Daştan, “Bu başarının temelinde ayakta tedavi, yatarak tedavi veya farklı basamaklardaki sağlık hizmetlerinin sunumunda sistemin çok entegre olması yatıyor” tespitinde bulundu. Almanya’nın çok yüksek oranda test yaptığını hatırlatan Daştan, “Her 14 testten birinde enfekte vaka tespit edilmiş. Ancak ilginç olan nokta, enfekte olan her beş kişiden sadece birinin hastaneye sevk edilmesi. Diğer dört enfekte vakanın takibi aile hekimliği, sağlık ocağı veya halk sağlığı kurumları gibi birinci basamak sağlık kurumlarında yapılmış. Hastaneye yatan her üç kişiden de biri yoğun bakım servisinde tedavi görmüş. Bu da hastanelerin ya da yoğun bakım servislerinin üzerine yük binmesini engelleyen bir durum. Bunlardan dolayı da Almanya’da ilaç ya da tıbbi malzeme tedarikinde sorun yaşanmadı. İtalya’da test sayısı daha azdı. Test yapılan her dört kişiden biri enfekte çıktı. Enfekte çıkan her üç kişiden biri hastaneye yattı. Fransa’da ise enfekte her üç kişiden ikisi hastaneye yattı” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin sağlık finansmanı güçlü
Daştan’a göre Corona’yla mücadelede başarılı bir sınav veren Türkiye, bunu sağlık finansmanının güçlü olmasına borçlu. 2008 öncesinde SSK, Emekli Sandığı, BAĞ-KUR gibi üç farklı sigorta sistemi olduğunu hatırlatan Daştan, “Bunlar hem prim toplayan hem sağlık hizmeti veren kurumlardı. Ancak sistemde bir bölünmüşlüğe yol açıyordu. Hem finansman yapıyorlardı hem de sağlık hizmeti sunuyorlardı. Bundan dolayı verimsizlik problemi yaşanıyordu. Kaliteli sağlık hizmetine ulaşımda sorunlar yaşanıyordu. 2008’deki reformla hepsi özerk bir yapı olan Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) çatısı altında birleşti. SGK, işverenlerden ve çalışanlardan prim topluyor, genel bütçeden gerektiğinde kaynak alıyor ve görevi sadece finansman yapmak. Sağlık hizmetini kendi sunmuyor. Türkiye, hizmete ulaşımı artırırken mali yükü minimuma indirdi. Bu süreçte bütçeyi olabildiğince esnekleştirme de Türkiye’nin başarısında rol oynadı. İhtiyaç halinde farklı basamaklara, farklı hizmet sunucularına kaynak aktarabildi. Finansman sorununu pandemiye cevap verebilecek hızda çözebildi” şeklinde konuştu.
Güney Kore’de yönetim başarısı
Güney Kore’nin sağlık sisteminin yönetimi konusunda örnek bir başarıya imza attığını kaydeden Daştan, “Güney Kore, 2015 yılındaki MERS krizinden aldığı derslerle devlet olarak pandemiyle mücadeleyi bütüncül bir yaklaşımla gerçekleştirdi. Uluslararası kuruluşlarla da işbirliği yaparak en üst seviyede alınması gereken kararları en hızlı ve en şeffaf şekilde aldı. Devletin kendi kurumları arasındaki entegrasyonun, özel sektörle olan işbirliğinin çok yüksek olduğunu gördük. Bu da hem test sayılarına hem de sağlık sisteminin işleyişine yansıdı. Özellikle testlerin yapılması ve testlerin üretiminde özel sektörden çok büyük destek aldı. Güney Kore’de sağlık sisteminin finansmanını büyük ölçüde kamu karşılıyor. Ancak sağlık hizmetlerinin sunumunda özel sektörün payı yaklaşık yüzde 80. Yani sağlık sisteminin finansmanında kamunun payını artırmak ille de kamu hastaneleri ya da kamu halk sağlığı kuruluşları açmak demek değil. Kamu, yönetimsel anlamda, örgütlenme anlamında ve özellikle satın alma noktasında kontrolü elinde tutabilir” dedi.
Salgından çıkarılacak dersler
Bu salgından çıkartılması gereken derslere de değinen Daştan, özellikle kamunun sağlık sisteminin finansmanında daha büyük bir rol üstlenmesi gerektiğini, “Çok temel bir sağlık finansman kuralıdır. Kamunun payı ne kadar artarsa yani kamunun kapsayıcılığı ne kadar artarsa, özel sigorta veya halkın kendi cebinden yaptığı harcamalar ne kadar azalırsa sonuçta kişilerin sağlık hizmetlerine erişimi o kadar daha fazla olur. Aynı zamanda karşılaşacakları mali yükümlülükler de o kadar daha az olur” sözleriyle vurguladı.
Hem ulusal hem de uluslararası düzeyde sağlık sistemi yönetimlerinde daha güçlü, daha hızlı ve daha aktif karar alabilecek mekanizmalar oluşturulması gerektiğini söyleyen Daştan, şeffaflık ve hesap verebilirliğin arttırılması gerektiğinin de altını çizdi. Daştan’a göre bir başka önemli nokta ise özel sektör ve bilim dünyasıyla koordinasyon ve işbirliğinin artırılması.
Corona’yla mücadelede en başarılı ülkelerin, sağlık sistemlerinin finansmanını en dirençli hale getiren ülkeler olduğunu söyleyen Daştan, “Sağlıkta kamu finansmanının olabildiğince artırılması, aynı zamanda bütçe sistemlerinin olabildiğince esnek ve şeffaf hale getirilmesi şart. Farklı sağlık sigorta sistemlerini olabildiğince azaltarak bölünmüşlüğe mümkün olduğunca son vermek lazım” dedi.
Sağlık sistemlerinin sunumu açısında ise devletin ciddi biçimde devreye girmesi gerektiğini kaydeden Daştan şunları söyledi: “Aile hekimliği, sağlık ocakları, halk sağlığı kurumları gibi birinci basamak sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi şart. Önleyici sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi gerekiyor. Sağlık çalışanlarının korunması, sayılarının ve kapasitelerinin artırılması, ileride karşılaşabileceğimiz pandemilere karşı daha hazırlıklı olmamızı sağlayacak. Ayrıca, engelliler, göçmenler, yabancı işçiler gibi en riskli, en korunmasız gruplara öncelik verilmeli. İlaç ve medikal ürün tedarik zincirinde çok ciddi kopmalar gördük. Bazı global tedarik zincirlerine bağlı kalmamak gerekiyor. Hem Türkiye hem de diğer ülkelerin kendi ulusal üretim kapasitelerini artırması gerekiyor.”