400 yıl önce dünyanın ilk çokuluslu şirketi Amsterdam’da kuruldu. Hollanda Doğu Hindistan Şirketi, hükümet merkezli olarak diğer firmalarla rekabet amacıyla kuruldu ve Asya’nın baharat ticaretine hükmetmeyi sürdürdü.
Şirketin kuruluşu Hollanda’nın başkentinin Avrupa’nın finans merkezi olarak görülmeye başlaması açısından da son derece önemliydi. Hollandalılar bu altın çağlarının sonsuza dek süreceğini düşündü. Ancak bu durum, 17. yüzyılda özellikle aralarında İngiltere’nin olduğu daha büyük ve kalabalık ulusların modernize olmaları kendilerine has pazar odaklı keşiflerinin ortaya çıkmasına kadar sürdü.
Brexit’in yarattığı siyasi karışıklık ve öngörülememezlik yüzünden bu kez aynı durum Londra’nın başına gelebilir mi? Bunun olabileceği yönünde korkular artıyor. Bu haftaki sayısında İngiltere’nin önde gelen dergilerinden The Economist, Brexit’in Londra’ya riskleri açısından uyarılarda bulundu. Dergi, Londra için söylenen “Başkentlerin başkenti” söyleminin sona erebileceğine işaret etti.
Londra’daki bankalar, Brexit anlaşması sağlanmadan yani herhangi bir ticari düzenleme olmadan İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkması durumuyla ilgili hazırlıklarına yeniden başladı. 222 büyük finans şirketinin Brexit’le ilgili duyurularını takip eden EY danışmanlık şirketine göre son aylarda mali hizmetlerin İngiltere’den Avrupa Birliği’ne kayması konusunda da bir geçici bir sessizlik hakimdi.
Ancak şimdi Brexit konusundaki tartışmaların alevlenmesiyle birlikte bakış da değişti. EY Finansal Hizmetler’in Yöneticisi Omar Ali, “Geçen birkaç haftada bazı firmaların yeniden geçiş programlarını başlattıklarını gördük. Bir anlaşma olmadan AB’den ayrılmaya dönük hazırlıklarda bir hareketlenme bekliyoruz” değerlendirmesini yaptı.
Uygun saat diliminde oluşu, bankacılık konusundaki serbest yapısı ve 1986 yılında Margaret Thatcher tarafından borsaya getirilen ve “Büyük Patlama” olarak adlandırılan düzenlemelerle birlikte Londra’nın yıldızı parladı. Geride kalan çeyrek yüzyılda Londra, küresel bir finans güç merkezi ve finans hizmetlerini dünyaya ihraç eden bir çekim merkezi oldu.
Yılda 152 milyar dolarlık getirisiyle şehrin “Square mile” adı verilen finans merkezi, tüm dünyaya sermaye sağlayan ve risk dağıtan bir alan oldu. Londra, tüm dünya para birimlerine ait alım satımların üçte birinin gerçekleştiği ve uluslararası kredi işlemlerinin dörtte birinden fazlasının yapıldığı bir merkez. Tahvil alım satımlarından, faiz ve swap işlemleri düzenlemesine, fon yaratmadan, varlık yönetimine kadar tüm işlemlerin yapıldığı bir yer.
Finans sektörü İngiltere ekonomisi açısından ülkenin büyümesi ve refahı adına ciddi bir fark yarattı. İngiltere’de finans sektörü 2 milyondan fazla kişiye istihdam sağlıyor.
Londra’nın kendine olan güveni, yükselen gökdelenleriyle de kendini belli ediyor. Aralarında sembolik The Shard binasının da olduğu gökdelenler, ardı ardına gökyüzüne yükseldi. 2019 yılında da rekor kırıldı ve şehirde 76 yeni gökdelen inşaatı tamamlandı. Bu bugüne kadarki en yüksek rakam oldu.
Brexit yanlıları bu yeni gökdelenleri işaret ederek uluslararası firmaların daha Londra’ya ve onun finans merkezi olarak kalacağına olan güvenlerine dikkat çekiyor.
Ancak 31 Ekim tarihi itibariyle bir anlaşma olmadan İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkması durumunda uzmanlar mali bağların çözüleceğini ve Londra’nın finansın kalbinin attığı merkez olarak kalıp kalamayacağını sorguluyor.
Bankacılar henüz Londra’nın bu en zor testinden başarısızlıkla çıkması olasılığına karşı hazırlıklı olmaya çalışıyor. Yaklaşık 300 büyük finans şirketi İngiltere’nin birlikten ayrılması durumundaki büyük taşınma olasılığına karşı bazı çalışanlarını ve faaliyetlerini diğer Avrupa Birliği üyesi ülkelere kaydırdı. Şu an yaklaşık 1,3 trilyon dolarlık işlem Londra’dan başka yerlere kaydırılmış durumda.
İngiltere’nin bir anlaşma olmadan AB’den çıkması İngiltere merkezli finans şirketlerinin diğer AB ülkelerinde de işlemler yapabilmesine dair haklarının kaybı anlamına gelecek. Bu durum firmaların diğer üye ülkelerden tek tek onay almadan işlem yapamamaları anlamına gelecek ki bu da son derece uzun ve masraflı bir süreç demek.
Önde gelen hukuk firmalarından biri olan Clifford Chance konuyla ilgili, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkmasının finans piyasaları üzerinde karmaşık, önemli ve uzun dönemli etkileri olacağı uyarısında bulunuyor. İngiltere merkezli finans kuruluşları, taşınma, acil durum faaliyetleri ve yasal danışmanlık hizmetlerinin 5,2 milyar dolara mal olacağını açıkladı.
Bank of America, çalışanlarından bazılarını ve bir kısım operasyonlarını Dublin ve Paris’e taşımak için 400 milyon dolardan fazla harcama yaptı. Frankfurt merkezli UBS bankası gibi bazı diğer bankalarda AB’deki operasyonlarını genişletmek için var olan yapılarını kullanıyor. Barclays ve HSBC mevcut varlıkları açısından Dublin’deki en büyük bankalar durumuna geliyor. Amerika’nın önde gelen yatırım bankaları da 280 milyar dolar değerindeki varlıklarını Londra’dan Frankfurt’a taşımak için acil durum planlarının taslaklarını hazırladı.
İstifasını açıklayan İngiltere Başbakanı Theresa May, en kötü senaryoda ‘düzenleyici denkliğe’ dayalı serbest işlemlere olanak tanıyan bir geçiş düzenlemesini kaldırmayı ummuştu. AB bu düzenlemeyi kendisiyle eşleştirebilir ve AB pazarına erişim sağlayabilirdi.
Ancak ne May’in rakibi Boris Johnson ne de May’in yerini alması beklenen Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt, İngiltere’nin AB’den anlaşma olmadan çıkması halinde finans piyasalarına dair bir şeyler söyledi. Hükümetin yılda 80 milyar dolardan fazla gelir ettiği bir alanı ihmal etmeleri şaşırtıcı.
Akademisyen John Salter’a göre eğer finans piyasaları konusunda geçici bir anlaşma sağlansa bile iki noktada ciddi zayıflık söz konusu çünkü pazara erişim, belirli hizmetler ve müşteri tipleriyle sınırlı kalacak.
Salter, “Birincisi bu mevcut haklar kadar geniş kapsamlı olmayacak ve mevduat toplama ve yatırım ürünlerinin tüketicilere satılması gibi mali hizmetlerin büyük bölümü kapsam dışında kalacaktır. İkincisi de Avrupa Komisyonu bu anlaşmayı 30 gün önceden bildirimde bulunarak iptal edebilir” dedi.
Kaldı ki Avrupa Birliği’nin uzun vadeli olarak Londra merkezli bankalar ve finans kurumları için uygun olarak tasarlanmış düzenlemeler yapmak konusunda ne kadar ilgili olduğu da net değil. Amsterdam, Frankfurt, Paris, Milan, Madrid ve Dublin Londra’nın finans hizmetlerinden olabildiğince çok kendi paylarına düşeni alabilmek için arzulu. Ayrıca Avrupa merkezli olan ve Londra’da 20 trilyon dolarlık varlık bulunduran uluslararası bankalara ve finans kurumlarına bu arlıkları Londra’dan taşımaları konusundaki baskı da artıyor.
Londra gelirlerinin dörtte birini Avrupa kıtasından elde ediyor. Brexit’i savunanlar bu kayıpların Avrupa dışındaki ticaret ve işlemlerle telafi edilebileceğini söylüyor. Ancak bu söylendiği kadar kolay değil. Bankalar ve finans kuruluşları eğer işlerinin büyük bölümünü Avrupa Birliği’ne kaydırıyorsa, buna personel ve inşaat maliyetleri de dahil etmeyi düşünmeli.
Londra’nın başkentlerin başkenti olması, istikrarlı siyaseti ve düzenlemeleri, Amerika’yla yakın ilişkileri ve Avrupa’ya bağından kaynaklanıyor. The Economist, Brexit’in bu üç sacayağını tehdit ettiğini hatırlatıyor.