Almanya'da Basın Özgürlüğü Ne Durumda?

Almanya'da basın özgürlüğü kuşkusuz dünyanın bir çok ülkesine kıyasla çok daha iyi durumda. 'Sınır Tanımayan Gazeteciler' örgütünün basın özgürlüğü konusundaki yıllık raporuna göre, Almanya bu alanda 13'ncü sırada.

Ülke, örgütün geçen seneki listesinde 180 ülke arasında 14'üncü sırada yer almıştı. Alman Anayasası, fikir ve ifade özgürlüğünü koruma altına almış durumda. Anayasanın beşinci maddesi, “Herkes fikrini sözlü, yazılı ve görsel olarak açıkça ifade etme ve yayma, kamuya açık kaynaklar üzerinden kısıtlanmadan bilgi edinme hakkına sahiptir. Hiçbir şekilde sansür uygulanmaz” diyor. Gerçekten basına, medya kurumlarına devlet sansürü kesinlikle yasak. Hükümet, bir televizyon programına, gazetenin içeriğine müdahale edemiyor, yasak getiremiyor ve koşul öne süremiyor.

Basın özgürlüğü kavramı, neredeyse sınırsız bir şekilde tüm bilgilerin özgür ve bağımsız şekilde yayılabilmesini güvence altına alıyor. O yüzden terör kuruluşu olarak tanımlanmayan ancak en radikal görüşleri savunan medya kurumları bile bu özgürlükten yararlanarak yayın yapabiliyor.

Basına getirilen tek kısıtlama, dinlere hakaretin yasak olması. Ceza Yasası’nın 166. maddesine göre, bir dini görüşe kamu barışına zarar verecek şekilde hakaret etmek cezai yaptırıma tabi.

Ancak basın özgürlüğü medya çalışanlarının Almanya’da tümden sorunsuz olduğu anlamına gelmiyor. Nitekim Alman istihbarat örgütü BND’nin iki yıldır AB sınırları dışında, şüphelendiği gazetecilerin telefon ve internet iletişimini dinleme ve izlemesi Alman gazetecilerin tepkisine neden oluyor.

BND‘nin basın özgürlüğünü ve iletişimin gizli olması hakkını ihlal ettiğini savunan Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü, basın özgürlüğü açısından tartışma yaratan kanuna itiraz için Federal Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Söz konusu uygulamanın sadece yabancı gazetecileri değil, başka ülkelerdeki meslektaşlarıyla ortak çalışan Alman araştırmacı gazetecileri de kısıtlamasından kaygı duyuluyor.

Alman medyasında en çok tartışılan ve sahada çalışanları da doğrudan tehdit eden bir diğer durum, giderek artan sözlü ve fiziki saldırılar. Alman Gazeteciler Sendikası’nın (DJV) verilerine göre, geçen yıl en az 22 gazeteci sokakta çalışırken saldırıya uğradı. Söz konusu saldırıların hemen hepsi ise sağ popülist ve ırkçı grupların etkinlikleri kapsamında oldu.

Geçen yıl en çok yankı uyandıran olay, Dresden kentinde aşırı sağcıların düzenlediği bir gösteri sırasında bir grup gazetecinin çekim yapmasını engelleyen ve üzerilerine yürüyen bir protestocunun, aslında bir polis mensubu olduğunun ortaya çıkmasıydı. Yabancı düşmanlığı ve İslamofobi politikası güden aşırı sağcı ve sağ popülist çevreler, gösterilerini ve diğer etkinliklerini resimleyen, haber yapmak isteyen gazetecilere karşı son derece agresif bir tavır ortaya koyuyorlar. Eylemleri izlemek için gelen medya mensuplarına “yalancı basın” sloganı atılıyor. Nazi dönemine dayanan ve o zaman Yahudi gazetecileri aşağılamak için kullanılan "yalancı medya" ifadesinin amacı medyayı töhmet altında bırakmak.

Sağ popülist ve ırkçı çevreler, komplo teorisinden yola çıkarak, Almanya’da hangi haberin yayınlanıp yayınlanmayacağına hükümetin ve ‘derin devletin’ karar verdiğini öne sürüyorlar. Ülkede gerçek anlamda bir ifade çeşitliliği olmadığı, nitekim yabancıların ve ilticacıların karıştığı polisiye olayların gizlendiği, yayınlanmadığı öne sürülerek, medyanın ‘yalancı’ olduğu savunuluyor.

Elde edilen verilere göre, “yalancı basın” sloganı sadece sağ popülist çevrelerle sınırlı kalmıyor. Son yıllarda ülke gündeminde belirleyici bir rol oynayan tartışmanın Almanların medyaya bakışını genel olarak olumsuz etkilediği ve basına olan güvenin azaldığı gözlemleniyor. Washington'daki Pew Araştırma Merkezi’nin konuyla ilgili bir araştırmasına göre, Almanların sadece yüzde 47’si medyaya güveniyor.