İstanbul’da muhalefetin adayı Ekrem İmamoğlu’nun 9 puan farkla seçimi kazanmasının ardından Türkiye siyasetinde bundan sonraki süreçte beklentiler ve seçimin kazananlarıyla kaybedenleri Washington Enstitüsü’nde düzenlenen panelde sıcağı sıcağına değerlendirildi.
Erdoğan’ın yeniden seçime gitme kararının kendi imajına zarar verdiği, bunda çevresindeki dar danışman kadrosuyla sağlıksız bir karar alma mekanizmasının işletilmesinin etkili olduğu yorumu yapıldı.
Your browser doesn’t support HTML5
Panele katılan kimi uzmanlar İmamoğlu’nun seçimleri kazanmasını Türkiye’de demokrasiyi öldürmenin zor olduğunu gösterdiğini savunurken, bazı panelistlerse demokrasinin Türkiye’de canlı olduğunu söylemek için henüz erken olduğu görüşünü dile getirdi.
Paneli izleyen Begüm Dönmez Ersöz Johns Hopkins Üniversitesi’nden Türkiye uzmanı Lisel Hintz’le konuştu. Hintz seçimle ağır darbe alan Ak Parti’nin bundan sonra küllerinden yeniden doğmasının zor olduğu değerlendirmesinde bulundu.
“İstanbul seçiminin kaybedeni Öcalan, Bahçeli ve Erdoğan”
Panelde önce Washington Enstitüsü Türkiye Direktörü Soner Çağaptay söz aldı. Seçimin kaybedenlerini Abdullah Öcalan, Devlet Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan olarak sıralayan Çağaptay, Ekrem İmamoğlu, Meral Akşener ve Selahattin Demirtaş’ı da seçimin kazananları arasında saydı. Çağaptay, Öcalan’ın mesajının karşılık bulmadığını, Bahçeli’nin kamuoyunun gözünde Öcalan’ı destekler konuma düştüğünü, Erdoğan’ın da kendi imajını zedelediğini savundu.
İstanbul seçimlerini Erdoğan açısından bugüne kadarki en kötü yenilgi olarak niteleyen Çağaptay, gelinen noktanın temelinde Türkiye’nin başkanlık sistemine geçmesi ve bu sistemde de karar alma mekanizmasının sağlıklı bir şekilde işletilememesinin yattığını belirtti.
Ak Parti’nin HDP’nin destek verdiği Millet İttifakı’nın adayı Ekrem İmamoğlu’nu terörist ilan etmesi ancak daha sonra Öcalan’ın mesajı üzerinden Kürt oylarını almaya çalışmasını da bu çarpık ve sağlıksız şekilde işleyen karar alma mekanizmasının bir örneği olarak gösterdi.
Soner Çağaptay seçim sonuçlarını “Pek çok kişi Türkiye’de demokrasinin üzerini çizmişti, ben çizmedim. Seçim sonuçları bize demokrasiyi öldürmenin de zaman aldığını gösteriyor” değerlendirmesinde bulundu.
“Sonucu demokrasinin zaferi olarak nitelemek için henüz erken”
Panele katılan Johns Hopkins Üniversitesi’nden Türkiye uzmanı Lisel Hintz ise daha temkinli konuştu. Seçim sonuçlarının Türkiye’de demokrasinin canlı olduğunu gösterdiğini söylemek için henüz erken olduğunu belirten Hintz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İmamoğlu’nun Ordu Valisi’ne hakaret ettiği iddiası üzerinden yaptığı “Yargı kararı önünü kesebilir” çıkışını anımsattı.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na aday olarak İmamoğlu tercihinden dolayı hakkının teslim edilmesi gerektiğini belirten Hintz, İmamoğlu’nun da tüm kışkırtmalara rağmen ayrıştırıcı bir dil kullanmaktan uzak durarak başarılı bir performans sergilediğini vurguladı.
“Bahçeli Öcalan’ı dinlemedikleri için Kürtlere tepki gösteriyorsa Türkiye’de her şey olabilir”
Öcalan’ın mesajı ve HDP’nin tavrını da değerlendiren Lisel Hintz bundan sonrasında Kürt politikasına ilişkin gelişmelerin ne kadar kestirilemez olduğunu “Bahçeli Öcalan’ı dinlemedikleri için Kürtlere tepki gösteriyorsa Türkiye’de her şey olabilir” sözleriyle değerlendirdi.
“İmamoğlu’nun CHP lideri olmasa bile parti içinde çok etkili olacağı kesin”
Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’da Ak Parti’nin kaleleri olarak bilinen Üsküdar, Fatih ve Eyüp gibi ilçelerde de kazanmasının ardından buradaki seçmenin CHP’den ziyade İmamoğlu’na oy verdiği görüşü sıklıkla dile getirilmiş, bu nedenle de İmamoğlu’na bundan sonra CHP liderliği yolunun açılıp açılmayacağı sorusu gündeme gelmişti.
Hatta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, İmamoğlu’nun zaferi sonrasında halka seslendiği konuşmasında “Her şey adalet yürüyüşü ile başladı” ifadelerini kullanması İmamoğlu’nun elde ettiği başarıda kendisine pay biçme çabası olarak değerlendirilmişti.
Panelin ardından VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Lisel Hintz, Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında adalet yürüyüşüne atıfta bulunmasını ve parti içinde İmamoğlu’na liderlik yolunu açıp açmayacağı yönündeki tartışmayı değerlendirdi.
Hintz, “2017’de adalet yürüyüşü yapıldı, 2018’de Muharrem İnce seçimde yarıştı ama seçim günü ve sonrasında her şey darmadağın oldu. CHP açısından adalet yürüyüşünden bu yana her şey dümdüz bir çizgide ilerlemedi. O nedenle İmamoğlu’na gösterdiği dayanıklılık ve insanları birleştirme becerisinden dolayı hakkı teslim edilmeli. Ben Kılıçdaroğlu olsaydım endişelenirdim. Daha önce kendisine meydan okuyanlar oldu. Ama sağlam bir tabanı var gibi de görünüyor. Bakalım göreceğiz. Ama bundan sonrasında İmamoğlu’nun parti lideri olmasa bile parti içinde çok etkili bir figür olacağını söylemek mümkün” sözleriyle değerlendirdi.
“Ak Parti’nin bu kaybın ardından küllerinden doğması çok zor”
Çok sayıda uzman ve analist, 23 Haziran seçimini 31 Mart’taki seçimlere kıyasla daha büyük farkla kaybeden Ak Parti’nin kendi içinde bir muhasebe yaptığını dile getirmişti. Lisel Hintz Ak Parti’nin “Nerede hata yaptık?” muhasebesini yapsa bile bundan sonra küllerinden doğmasının, eski meşruiyetini yeniden kazanmasının zor olduğunu belirtti.
Hintz, “1990’ların ortasında belediye başkanı olarak siyaset sahnesine çıktığında halkın adamıydı. Kasımpaşalıydı. Ama o günlerden artık dev sarayında para saçan bir insana dönüştüğü bir noktaya geldi. İnsanlar da bunu israf olarak görmeye başladılar. O nedenle İmamoğlu’nun seçim kampanyasında 'israf' temasını işlemesi akıllıcaydı. Özellikle de Ak Parti seçmenleri çürük soğan ve domates almak için uzun kuyruklarda beklerken. O nedenle Erdoğan’ın Ak Parti’nin adında vurgulanan o temiz, ak imajına yeniden dönmesi, halk adamına dönmesi çok zor” değerlendirmesinde bulundu.
Sisi neden seçim malzemesi oldu?
İstanbul seçimi için yürütülen kampanya sürecinde Mısır’ın darbeyle devrilen Müslüman Kardeşler bağlantılı eski cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin mahkeme salonunda hayatını kaybetmesinin ardından Erdoğan seçmen kitlesine “Sisi mi diyeceğiz Yıldırım mı?” diye sormuş ancak bu taktiğin seçmen üzerinde pek etkili olmadığı gözlemlenmişti.
Lisel Hintz, seçim sonucunun Türkiye’de siyasal İslam’ın durumu konusunda ne söylediği sorusunu “Erdoğan kimlik politikasını, 'biz-siz' söylemini kullanıyor. Bu tür söylemleri ve etiketleri kendisine destek vermeyenleri ötekileştirmek için kullanıyor. Bazen de dünyada meydana gelen gelişmeleri kucağında buluyor. Yeni Zelanda’daki camilere yönelik saldırıların görüntülerini de benzer şekilde kullanmıştı. Muhammed Mursi’ye o kadar destek verdi ve onu o kadar silah arkadaşı olarak gördü ki Mursi’nin ölümünün ardından Sisi meselesini kullanmasına şaşırmadım” değerlendirmesinde bulundu.
“Yolsuzluk yerine israf sözcüğünü tercih etti”
Brookings Enstitüsü Türkiye Direktörü Kemal Kirişçi de panelde Ekrem İmamoğlu’nun hem muhafazakar hem de cumhuriyetçi değerleri rahat bir şekilde harmanlayabildiğini ve kazandığı başarının temelinde de bunun yattığını vurguladı.
Kirişçi İmamoğlu’nun seçim kampanyası boyunca kullandığı özellikle bir söyleme dikkat çekti. İmamoğlu’nun hiçbir zaman “yolsuzluk” ifadesini kullanmaması bunun yerine “israf” sözcüğünü tercih etmesinin bilinçli bir tercih olduğu görüşünü dile getirdi.
“Erdoğan Doğu Akdeniz’de krizi tırmandırabilir”
Washington Enstitüsü’nde düzenlenen panele katılan bir diğer isim de Center for American Progress adlı düşünce kuruluşu uzmanlarından Alan Makovsky’ydi.
Alan Makovsky, İstanbul seçimiyle ağır kayıp yaşayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçmişte seçim öncesi yaptığı hamlelerden hareketle bundan sonraki süreçte popularitesini arttırmak amacıyla Doğu Akdeniz’de krizi körükleme ihtimalini gündeme getirdi.
Türkiye’de 2015, 2017 ve 2018’deki seçimler öncesinde PKK ve YPG’ye yönelik hem Türkiye sınırları içinde hem de Suriye’de harekete geçildiğini ve askeri operasyonlarla milliyetçi duygulara oynandığını vurgulayan Makovsky Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 31 Mart ya da 23 Haziran seçimleri öncesinde Suriye’de böyle bir hamle yapmadığını belirtti.
Suriye’nin kuzeyinde YPG’nin varlığı konusunda Amerika ve Türkiye arasında devam eden görüşmeler sebebiyle Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde bir adım atmasının olası olmadığını ifade eden Makovsky, o nedenle bu aşamada asıl endişenin Erdoğan’ın Doğu Akdeniz’de krizi tırmandırma yoluna gidebileceği ihtimaline dikkat çekti.