İsrail'in oldukça olaylı geçen Gazze'den çekilmesinin altında önemli bir neden yatıyor. O da, azınlıkta olması yönündeki endişeler.
İsrail’in önümüzdeki yıllardaki en büyük korkularından birini, Yahudilerin nüfus çoğunluğunu Araplar lehine kaybetmeleri oluşturuyor. Bazı bölgelerde Yahudilerin çoğunluğu kaybettiği bile söyleniyor. Bu durum gerçekleşirse, İsrail, vatandaşlarının kimliklerini din yerine dil, kültür ve bölgesellik gibi unsurların belirlediği bir devlet haline gelecek.
Siyonizmin ve doğal olarak, İsrail’in temel taşlarından birini, Yahudilerin kendi devletlerini kurması oluşturur. İsrail’deki Yahudilerin azınlık duruma düşmesiyse, bu ülkenin bir “Yahudi Devleti” olma özelliğini yitirmesine yol açacağı endişelerini de birlikte getiriyor.
Birçok uzman, İsrail’in 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı’nda ele geçirdiği Batı Şeria ve Gazze’yle birlikte, bu bölgelerde yaşayan Filistinli nüfusu da ilhak ettiği görüşünde… O dönem işgal edilmiş topraklarda yaşayan Filistinli nüfusu 1 milyondu. Ancak o zamandan bu yana bu bölgelerde yaşayan Filistinlilerin nüfusu dört kattan fazla artış gösterdi. Aynı dönem içinde İsrailli Yahudilerin nüfusu ancak iki kat arttı.
Amerika Dışişleri Bakanlığı verilerine göre, İsrail’in kontrolündeki topraklarda yaşayan Arap ve Filistinli nüfusu 5 milyon 300 bini aşıyor. Yahudilerin nüfusu ise 5 milyon 200 bin civarlarında... Ülkede yaşayan Filistinli ve İsrail vatandaşı Arapların nüfus artış hızı Yahudilerinkine oranla 3 kat fazla. İsrail’e Yahudi göçüyse 2000 yılında, yılda 200 bin iken, üç yıl sonra yılda 40 bine düşmüş. Nüfus artış hızının önümüzdeki yıllarda değişmesi de beklenmiyor.
Aynı şekilde gözlemciler, kamuoyunun, Filistinlilerin çoğunlukta olduğu Gazze ve Batı Şeria gibi toprakların ilhakına karşı çıkmaya başladığına dikkat çekiyor. Onlara göre kamuoyu, göreceli olarak nüfus çoğunluğunu korudukları, İsrail’in 1967 öncesi sınırları içinde kalmak istiyor.
New York’taki Dış İlişkiler Konseyi, Amerika-Ortadoğu Proje Müdürü Henry Siegman, bu nedenin Başbakan Ariel Şaron’u Gazze’den çekilmeye zorladığını belirtiyor. Bilindiği gibi Ariel Şaron, işgal altındaki topraklarda Yahudi yerleşimlerinin kurulmasının önde gelen savunucularından biri olmuştu:
"Başbakan Şaron başta nüfus konusundaki tartışmaları inkar etti. Ama en sonunda gerçekleri kabul etmek zorunda kaldı. Demografik sorunlar, Şaron’u Gazze’den çekilme kararına itti. Ariel Şaron, İsrail’in Gazze’de yaşayan 1 milyon 200 bin Filistinli üzerindeki denetimine bir anda son vermiş oldu."
İsrail’in nüfus yapısı göçe dayanıyor. İsrailli liderler, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan Yahudilerin göçlerinin, ülkenin Yahudi karakterine önemli katkı sağladığına inanıyor. Bundan dolayı Berlin Duvarı’nın 1990’da yıkılmasını izleyen dönemlerde, İsrail hükümetleri, özellikle Rusya ve Ukrayna’da yaşayan Yahudileri ülkeye çekmeye çalıştı ve gerektiğinde göç etmelerini kolaylaştıracak yasal düzenlemeleri uygulamaya koydu.
Pennsylvania Üniversitesi’nde siyaset uzmanlığı yapan Ian Lustick, o zaman da olduğu gibi amacın, Filistinililerin artan nüfusuna karşı Yahudilerin kendi nüfuslarını dengelemeyi amaçladığını söylüyor:
"Eski Sovyetler Birliği’nden İsrail’e bir göç dalgası yaşanmasının en büyük sebeplerinden biri, İsrail halkının Batı Şeria ve Gazze’nin ilhakına karşı çıkacağı yönünde, hükümetin kaygılarıydı. Bu isteksizliğin nedeniyse, ülkenin Araplarla dolacak olmasıydı. İsrail’e 1 milyon kadar Yahudi göçmen getirerek, bu nüfus dengesizliğini kendilerince düzeltmek istediler."
Profesör Lustick, İsrail’in Yahudi göçmenlerin yanı sıra, eski Sovyetler Birliği’nden ülkeye 350 bin kadar Hıristiyan da getirdiğini belirtiyor. Benzeri bir şekilde, İsrailli işletmeler de, çoğu Batı Şeria ve Gazze’de oturan Filistinli çalışanlarının yerine, aralarında Çin, Romanya, hatta Müslüman nüfusa sahip Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkeden on binlerce yabancı işçi getirdi.
Washington’daki Cato Enstitüsü adlı düşünce kuruluşunda görevli siyasi uzman Leon Hadar, bu yeni grubun “İbranice konuşan ancakYahudi olmayan İsrailliler” yarattığını söylüyor. Hadar’a göre, bu unsurlar da İsrail’in demografik yapısının yeni bir açmazı oldu:
"İsrail’de halihazırda yarım milyon yabancı işçi bulunuyor. Bu işçilerin İsrail’de doğan çocukları, otomatikman vatandaş oluyor. Bundan yararlanan anne-babaya da vatandaşlık veriliyor. Her geçen gün İsrail nüfusuna, İbranice konuşan, ama Yahudi olmayan yeni yeni insanlar katılıyor. Bir noktada, İsraillilerin oturup, “Gerçekten İsrailli olmak ne demek?”, bunu tartışması gerekiyor."
Hadar’ın savunduğu noktalardan biri de, İsrail’in laik bir demokrasi olması, ve dini ya da etnik ayrımcılık gözetmeksizin, bütün nüfusuna hizmet etmesi:
"Bir din devleti olmak istemiyorsanız, kimliğinizde yavaş yavaş değişikliklere gitmek, bu kimliği daha geniş kitlelere uyarlamak zorundasınız. Ben kademeli bir evrimleşme sürecinden söz ediyorum. İsterseniz adına “İbrani Milliyetçiliği” diyelim. Ama bu süreç din ve devlet işlerinin ayrılmasına yardımcı olacak. Dine dayalı bir kimlik yerine, kültür, dil ve sınırlara dayalı bir kimlik oluşacak."
Dış İlişkiler Konseyi’nden Henry Siegman, böyle bir sürece İsrail vatandaşı 1 milyon 200 bin Arap’ın da dahil edilmesi gerektiğini savunuyor:
"İsrail, olağanüstü bir demokrasiye sahip. Ama bu demokrasi büyük çoğunlukla İsrailli Yahudilere yarıyor. Her ne kadar Arap ülkelerinde yaşayan Araplardan çok da daha iyi durumda da olsalar, İsrailli Araplar, ikinci sınıf vatandaş durumunda."
Siegman, İsrail’in hem Yahudi devleti, hem de bir demokrasi olmanın çelişkisini yaşadığını ve bu sorunla başa çıkma konusunda çaba göstermediğini sözlerine ekliyor:
"Çok basit bir örnek vereyim: İsrail’in ulusal marşı, Yahudi tarihi ve yaşantılarına atıfta bulunuyor. Daha tarafsız bir ulusal marş benimsenmesi ve marşın sözlerinin ülkede yaşayan herkese hitap etmesi yönünde girişimler yapılmadı değil..Ama bu konu bile ülkede aşırı duygusal bir zemine çekilebiliyor."
Bazı uzmanlar, çok sayıda kültürün yaşadığı Amerika’nın örnek alınmasını, İsrail’in de ileride benzer bir şekilde çoğulcu bir toplum haline gelebileceğini belirtiyor.