New York Times, Kuzey Kore ve İran’ın nükleer silah üretme yolunda önemli adımlar attığını belirtiyor ve Washington yönetiminin bunu önleyecek net bir stratejiye sahip olmadığı görüşüne yer veriyor. Bu iki ülkeye karşı askeri müdahale seçeneğinin gerçekçi olmadığını savunan gazete, bu konuda uluslararası düzeyde görüş birliğinin sağlanmasının önemini vurguluyor. New York Times, İran ve Kuzey Kore’ye karşı uluslararası yaptırım tehdidinde bulunmanın yanı sıra - nükleer programlarından vazgeçmeleri koşuluyla - bu ülkelere bazı tavizler verilebileceğini de belirtiyor.
"Zorbaları ve nükleer silahsızlanma anlaşmalarını çiğneyenleri ödüllendirmek kimsenin hoşuna gitmez. Ama bu kadar ciddi bir sorun karşısında uzlaşmayı reddetmek veya diğer ülkeler bazı öneriler geliştirirken kenarda durup seyretmek de bir çözüm değil. Bu gidişle Kuzey Kore ve İran, bir süre sonra tam anlamıyla bir nükleer güç haline gelecektir. Artık bu iki ülkeye karşı daha farklı bir yaklaşım geliştirmek gerekiyor. "
Washington Post ise eski Dışişleri Bakanları’ndan Henry Kissinger’ın, Bush yönetiminin demokrasiyi yayma politikasıyla ilgili bir değerlendirmesine yer veriyor. Kissinger, dış politikada ideolojik yaklaşımların jeopolitik çıkarlarla bağlantılı olarak ele alınması gerektiğini savunuyor. Amerika’nın genel yaklaşımlara dayalı bir dış politika izlemesine karşı çıkan Kissinger bunun yerine önceliklerin ve somut hedeflerin saptanmasını öneriyor.
"Hiçbir ülke, tüm dünyadaki siyasi gelişmelere eş zamanlı olarak müdahale edecek kadar güçlü veya akıllı değildir. Ulusal çıkara dayalı öncelikler belirlenmelidir. Aksi takdirde, psikolojik olarak yıpranma ve fiziksel olarak da taşıyamayacağımız bir yükün altına girme riskiyle karşılaşabiliriz. Üstelik Amerikan hegemonyası olarak algılanan bir gelişmeye karşı küresel düzeyde bir ittifak ve milliyetçi bir direniş de ortaya çıkabilir."
New York Post yazarı Amir Tahiri, Ortadoğu’da demokrasinin gelişmeye başlamasıyla birlikte, bazı Batılı kesimlerin İslamcı partilerle ve özellikle de Şii gruplarla ittifak arayışına girmesini eleştiriyor. Yazar, hiçbir Müslüman ülkede İslamcı partilerin demokratik seçimlerle iktidara gelemediğini belirtiyor; Türkiye’nin ise bir istisna oluşturduğunu vurguluyor.
"Türkiye’deki İslamcı güçler, çok açık bir dini söylemi savunmalarına rağmen yıllarca yüzde 13’ten daha fazla oy alamadı. Ancak 2003 yılında İslamcılarla diğer popülist grupların bir araya gelmesiyle oluşan Adalet ve Kalkınma Partisi yüzde 34 oy alarak iktidara geldi. Ama AKP’nin uygulamaları, toplumda radikal bir dönüşüm isteyen İslamcı bir hareketten çok, merkez sağdaki laik bir muhafazakar partinin politikalarına benziyor. AKP örneği, Amerika ve diğer büyük demokratik ülkelerin, Müslüman bir ülkede yasal ve demokratik yollarla iktidara gelen herkesle birlikte çalışabileceğini ve çalışması gerektiğini gösteriyor."
Christian Science Monitor ise eski Dışişleri Bakan Yardımcısı John Shattuck’ın Ebu Gureyb cezaevindeki kötü muameleyle ilgili bir değerlendirmesini yayınlıyor. Bush yönetiminin bu skandal karşısındaki tavrını eleştiren Shattuck, kötü muameleden sorumlu olan herkesin hesap vermesi gerektiğini ifade ediyor.
"Ebu Gureyb’te yaşananlar, bütün dünyada Amerikan değerlerine ve Amerika’nın inandırıcılığına ciddi bir darbe vurdu. Bir ülke olarak hukukun üstünlüğü kuralına bağlılığımız, orada işlenen suçların hesabını ne kadar sorduğumuzla ölçülecektir. Bunun pratik düzeyde de bir başka yansıması olacaktır: Eğer Amerika, işkenceye karşı net bir tavır almazsa, Amerikan askerlerinin de kendilerine işkence yapanlara söyleyecek bir sözü olmayacaktır."
"Zorbaları ve nükleer silahsızlanma anlaşmalarını çiğneyenleri ödüllendirmek kimsenin hoşuna gitmez. Ama bu kadar ciddi bir sorun karşısında uzlaşmayı reddetmek veya diğer ülkeler bazı öneriler geliştirirken kenarda durup seyretmek de bir çözüm değil. Bu gidişle Kuzey Kore ve İran, bir süre sonra tam anlamıyla bir nükleer güç haline gelecektir. Artık bu iki ülkeye karşı daha farklı bir yaklaşım geliştirmek gerekiyor. "
Washington Post ise eski Dışişleri Bakanları’ndan Henry Kissinger’ın, Bush yönetiminin demokrasiyi yayma politikasıyla ilgili bir değerlendirmesine yer veriyor. Kissinger, dış politikada ideolojik yaklaşımların jeopolitik çıkarlarla bağlantılı olarak ele alınması gerektiğini savunuyor. Amerika’nın genel yaklaşımlara dayalı bir dış politika izlemesine karşı çıkan Kissinger bunun yerine önceliklerin ve somut hedeflerin saptanmasını öneriyor.
"Hiçbir ülke, tüm dünyadaki siyasi gelişmelere eş zamanlı olarak müdahale edecek kadar güçlü veya akıllı değildir. Ulusal çıkara dayalı öncelikler belirlenmelidir. Aksi takdirde, psikolojik olarak yıpranma ve fiziksel olarak da taşıyamayacağımız bir yükün altına girme riskiyle karşılaşabiliriz. Üstelik Amerikan hegemonyası olarak algılanan bir gelişmeye karşı küresel düzeyde bir ittifak ve milliyetçi bir direniş de ortaya çıkabilir."
New York Post yazarı Amir Tahiri, Ortadoğu’da demokrasinin gelişmeye başlamasıyla birlikte, bazı Batılı kesimlerin İslamcı partilerle ve özellikle de Şii gruplarla ittifak arayışına girmesini eleştiriyor. Yazar, hiçbir Müslüman ülkede İslamcı partilerin demokratik seçimlerle iktidara gelemediğini belirtiyor; Türkiye’nin ise bir istisna oluşturduğunu vurguluyor.
"Türkiye’deki İslamcı güçler, çok açık bir dini söylemi savunmalarına rağmen yıllarca yüzde 13’ten daha fazla oy alamadı. Ancak 2003 yılında İslamcılarla diğer popülist grupların bir araya gelmesiyle oluşan Adalet ve Kalkınma Partisi yüzde 34 oy alarak iktidara geldi. Ama AKP’nin uygulamaları, toplumda radikal bir dönüşüm isteyen İslamcı bir hareketten çok, merkez sağdaki laik bir muhafazakar partinin politikalarına benziyor. AKP örneği, Amerika ve diğer büyük demokratik ülkelerin, Müslüman bir ülkede yasal ve demokratik yollarla iktidara gelen herkesle birlikte çalışabileceğini ve çalışması gerektiğini gösteriyor."
Christian Science Monitor ise eski Dışişleri Bakan Yardımcısı John Shattuck’ın Ebu Gureyb cezaevindeki kötü muameleyle ilgili bir değerlendirmesini yayınlıyor. Bush yönetiminin bu skandal karşısındaki tavrını eleştiren Shattuck, kötü muameleden sorumlu olan herkesin hesap vermesi gerektiğini ifade ediyor.
"Ebu Gureyb’te yaşananlar, bütün dünyada Amerikan değerlerine ve Amerika’nın inandırıcılığına ciddi bir darbe vurdu. Bir ülke olarak hukukun üstünlüğü kuralına bağlılığımız, orada işlenen suçların hesabını ne kadar sorduğumuzla ölçülecektir. Bunun pratik düzeyde de bir başka yansıması olacaktır: Eğer Amerika, işkenceye karşı net bir tavır almazsa, Amerikan askerlerinin de kendilerine işkence yapanlara söyleyecek bir sözü olmayacaktır."