Türkiye, Atatürk döneminde çizilen ve sonraki dönemlerde de büyük ölçüde uygulanan dış politikasında yol ayrımına mı gidiyor? Musul operasyonu öncesi Lozan Anlaşması’nı tartışmaya açan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Yurtta sulh, cihanda sulh” olarak ifade edilen Türkiye’nin geleneksel dış politikasını değiştireceğine ilişkin güçlü işaretler vermeye devam ediyor.
Bugün Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda bir kez daha muhtarlara hitap eden Erdoğan, Cumhuriyet dönemi dış politika stratejisini “kendi kabuğuna hapsolma” olarak tanımladı, Kurtuluş Savaşı sonrasında Misak-ı Milli sınırlarına erişilememiş olmasını da eleştirdi.
Cumhurbaşkanı, “Kurtuluş Savaşı'na girerken hedefimiz Misak-ı Milli sınırlarımıza sahip çıkmaktı. Maalesef hem batı, hem güney sınırlarımızda hedeflerimizi koruyamadık. Dönemin şartları itibariyle bu durumu mazur görenler veya göstermeye çalışanlar olabilir. Bir yere kadar mazur görmek mümkündür. Asıl vahimi zorunluluklardan kaynaklanan durumları kabul edip, kendi kabuğumuza hapsetme anlayışı tehlikelidir. Bizi böyle bir kısır döngüye hapsedenlerin amacı Selçuklu ve Osmanlı geçmişimizi bize unutturmaktır,” dedi.
Erdoğan: “1923'ün psikolojisiyle hareket edemeyiz”
Türkiye Cumhuriyeti’nin öncülü Osmanlı İmparatorluğu’nun 1699’da imzalanan Karlofça Anlaşması öncesi eriştiği 24 milyon metrekarelik yüzölçümüne atıfta bulunan Erdoğan, Türkiye’nin mevcut sınırlarıyla yetinmek istemediği yönünde mesajlar verdi: “1914 yılında, 2,5 milyon kilometrekare olan topraklarımız, 9 yıl sonra 780 bin metrekareye düştü. Biz 780 bin kilometrekareye nereden geldik biliyor musunuz? 20 milyon kilometrekarelerden geldik. Artık 1923'ün psikolojisiyle hareket edemeyiz, bununla hareket etmek milletimize yarar sağlayamayacaktır. Çünkü biz Kurtuluş Savaşı’mızı ‘Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır’ diyerek yürüttük. Bizi ‘hattı müdafaa’ demeye zorlayan anlayışı geride bırakmalıyız. Vesayet yönetimiyle çok büyük bir zaman kaybettik. Aynı kulvarda yarışa başladığımız ülkelerin fersah fersah gerisinde kaldık. Genç nesillerimizi, binlerce evladımızı kaybettik. Artık bedel ödemek istemiyorum.”
Türkiye’nin bundan sonra kendi göbeğini kendisinin keseceğini söyleyen Erdoğan, terör örgütlerinin kendi üzerlerine saldırmasını beklemeden “nerelerde yuvalanıyorsa, gidip orada tepelerine bineceğiz” politikası geliştireceklerini belirtti.
Şükrü Sina Gürel: “O toprakları kaybeden Türkiye Cumhuriyeti değil Osmanlı Devleti’dir”
Eski dışişleri bakanlarından Şükrü Sina Gürel, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinin irredentizm (eskiden kaybedilen topraklara özlem) olarak değerlendirilebileceği uyarısında bulundu.
Amerika’nın Sesi’nin sorularını yanıtlayan 57. Cumhuriyet Hükümeti Dışişleri Bakanı, “Cumhurbaşkanı’nın dışarıya karşı Türkiye’nin başkalarının eline geçmiş olan eski devletin topraklarını istediği biçimde bir imaj vermemesi lazım. Bunun adına uluslararası ilişkiler dilinde irredentizm derler Türkçe söyleyecek olursak eskiden kaybedilen topraklara özlem duymaktır.Türkiye Cumhuriyeti başka, Osmanlı Devleti başkadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı Devleti’nin yıkılışı sonrası kurulmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözünü ettiği toprakları kaybeden de Türkiye Cumhuriyeti değildir. Kendisi de Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanıdır,” dedi.
Doçent Doster: “Fütuhatçı dış politika dünyadaki Türkiye algısını bozar”
Erdoğan’ın bu açıklamaların iç politikaya dönük manevralar olduğunu düşünenler de az değil. Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Barış Doster, Cumhurbaşkanı’nın Lozan ve benzeri çıkışlarını kendi tabanını pekiştirme politikası olarak değerlendiriyor.
Amerika’nın Sesi’ne değerlendirmelerde bulunan Doçent Doster, “Cumhurbaşkanı bir türlü cumhuriyetin kazanımlarını içine sindiremiyor. Maalesef cumhuriyet alerjisi devam diyor. Ne zaman ki iç siyasette başarısızlık, eğitimde gerileme, yargıda çöküş görünür oluyor, toplumdaki gerilim iyice belirgin hale geliyor Cumhurbaşkanı kurucu kadroyla, kurucu ideolojiyle arasındaki mesafeyi sıklıkla gündeme getiriyor. Bu kendi tabanını pekiştirmek için işlevsel olabilir ama dış politikada inandırıcılığı ve saygınlığı tartışmaya açıyor,” dedi.
Dışarıya karşı abartılı güç gösterisi ve içi doldurulamayan tehditlerle bezenmiş yayılmacı Osmanlı’nın fütuhat anlayışını öne çıkaran söylemin Türkiye’nin imajını bozduğunu belirten Doçent Doster’e göre, “15 Temmuz FETÖ’cü Darbe Girişimi’nin ardından Türkiye’nin askeri gücünün içeride meşruiyetini ve itibarını, dışarıda ise caydırıcılığını çok fazla yitirdiği bir dönemde üstelik
Batı’dan dışlanmış, komşularıyla arası açıldığı için bölgesinde yalnızlaşmışken bizzat Cumhuriyet’in Cumhurbaşkanı tarafından Cumhuriyet’in tapu senedi olarak değerlendirilen Lozan’ın sık aralıklarla ve yüksek sesle eleştirilmesi Türkiye’ye hiçbir şey kazandırmadığı gibi Türkiye’nin geleneksel dış politikasının oluşturduğu olumlu algıyı tamamen tartışamaya açacak.”