Amerika’daki düşünce kuruluşları Türkiye’deki seçim sonuçlarını ve olası koalisyon senaryolarını geniş bir şekilde değerlendiriyor.
Başkent Washington’un önde gelen düşünce kuruluşlarından Amerikan İlerleme Merkezi (Center for American Progress) de bugün düzenlediği bir panelde Türkiye’yi yakından izleyen dört uzmanın değerlendirmelerine yer verdi.
Açılış konuşmasını Michael Werz’in yaptığı paneli, Ortadoğu Enstitüsü Türkiye Araştırmaları Başkanı Gönül Tol yönetti. Panele konuşmacı olarak da Washington Enstitüsü Yakındoğu Araştırmaları Türkiye Program Direktörü Soner Çağaptay, Amerikan İlerleme Merkezi uzmanlarından Alan Makovsky, Alman Marshall Fonu’ndan Nora Fisher Onar ve Amerikan İlerleme Merkezi uzmanlarından eski milletvekili Suat Kınıklıoğlu katıldı.
Uzmanlar, koalisyon formülleri çerçevesinde seçim sonuçlarının dış politika ve Türk-Amerikan ilişkilerine olası etkileri değerlendirdi.
AKP’nin mutlak çoğunluğunu kaybetmesi nedeniyle, başta meclis komisyonları olmak üzere tüm kurumlardaki ezici hakimiyetinin sona ereceğine dikkat çeken uzmanlar bu nedenle de her alanda biraz yumuşama görüleceği yorumunda bulundular.
Uzmanların üzerinde anlaştıkları bir diğer görüş de, her ne kadar üç muhalefet partisi AKP ile koalisyona girmeyeceklerini açıklasalar da, bunun tamamen olasılık dışında olmayacağı şeklindeydi.
Alan Makovsky, AKP ile HDP arasında bir koalisyon olması durumunda, Türkiye ile Amerika arasında Suriye konusunda yakınlaşma olacağı görüşünü savundu. Makovsky, HDP’nin, Suriye’deki asıl tehdidin Şam rejimi değil IŞİD olduğunu düşündüğünü, bunun da Amerikan görüşüne paralel olduğunu vurguladı. Koalisyona girmeleri durumunda HDP’nin hükümeti, Amerikan çizgisine yakın durmaya zorlayabileceğini ve özellikle de sınır güvenliğinin arttırılmasına önem vereceklerini söyleyen Makovsky, AKP-CHP koalisyonunda da sınır güvenliğinin önem kazanacağını, ancak İncirlik’in kullanılması gibi bir duruma destek verilemeyeceğini belirtti. Uzman, AKP-MHP koalisyonu kurulması halinde ise Türkiye’nin mevcut Suriye politikasında bir değişiklik olmayacağını söyledi.
Makovsky, seçim sonuçlarının, Erdoğan’ın otoriter gidişatı nedeniyle model ülke olarak gördükleri Türkiye adına kaygılanan Amerikalı politikacılar tarafından sevinçle karşılanmış olabileceğine de dikkati çekti.
Washington Enstitüsü Yakındoğu Araştırmaları Türkiye Program Direktörü Soner Çağaptay da seçim sonuçlarıyla birlikte artık AKP’nin tüm kurum ve kuruluşlardaki mutlak hakimiyetinin sona ereceğini söyledi. Çağaptay, bu nedenle de iç ve dış politikada artık hem kamuoyunun, hem meclisteki partilerin hem de medyanın yakın takibinde olacağına vurgu yaptı. Çağaptay Türkiye’nin Suriye politikası dahil birçok alanda yumuşayabileceğine ve Amerikan politikalarına biraz daha yaklaşabileceğine işaret etti.
Amerikan İlerleme Merkezi uzmanlarından eski milletvekili Suat Kınıklıoğlu da artık meclisteki komisyonlarda tek sözü geçen partinin AKP olmayacağını bu nedenle koalisyon ortaklarının yolsuzluk dosyalarının tekrar açılmasını ortaklığın koşulu olarak getirebileceklerine işaret etti.
‘Seçimlerden sonra halkın verdiği net mesajla yeni bir Türkiye tablosu çıktı’ diyen Kınıklıoğlu, ancak bu yeni Türkiye’nin Erdoğan’ın tanımladığından çok farklı olduğunu kaydetti. Kınıklıoğlu koalisyon nasıl kurulursa kurulsun, seçimlerin Türk demokrasisini olgunlaştıracağını da belirtti.
Alman Marshall Fonu’ndan Nora Fisher Onar da Erdoğan’ın halktan gelen bu net mesajı dinleyerek geleneksel cumhurbaşkanı rolüne dönebileceğini söyledi. Onar, koalisyon ortaklığı için mantıklı formülün AKP-MHP ikilisi olduğunu da öne sürdü. Nora Fisher Onar, özellikle barış süreci açısından bu tür bir koalisyonun başlangıçta bu sürece zarar vereceği düşünülse de aslında durumun tam da tersi olacağını vurguladı. Uzman, ‘bu şekilde ilk kez MHP, kendi tabanını karşısına almadan sürece katkıda bulunacaktır’ iddiasını öne sürdü.
Uzmanlar, bir soru üzerine, Türkiye’nin Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’yle ilişkilerinin hangi koalisyon kurulursa kurulsun bozulmayacağı görüşünü dile getirdi. Makovsky, her ne kadar MHP bu konuda en gönülsüz hareket edecek taraf olsa da mevcut ekonomik bağlar nedeniyle hiçbir partinin bu ilişkileri bozmaya kalkışmayacağını kaydetti.
Uzmanlar, seçim sonrasında AKP kurmaylarının kendi içlerine dönük bir değerlendirme süreci yaşadıklarını, ancak Erdoğan’ın sessiz kalması nedeniyle bu noktadan sonra ne yapabileceği konusunda henüz bir netlik olmadığına da dikkati çektiler. Uzmanlara göre, yaklaşan AKP Kongresi’nde bu anlamda bir iç hesaplaşma yaşanması beklenebilir.
Seçimleri izlemek üzere Türkiye’ye giden Partilerüstü Politika Merkezi (Bipartisan Policy Center) uzmanlarından Blaise Misztal de yaptığı değerlendirmede seçimin kazanan ve kaybedenleri üzerinde durdu, sonuçta Türkiye’de “özgürlüklere doğru yol alındığı” görüşünü dile getirdi.
Uzman şu görüşleri savundu:
“Son iki yıldır Recep Tayyip Erdoğan ve AKP sosyal huzur pahasına nüfuzlarını artırma yoluna gitti. Pazar günü sandık başına giden halk, AKP’ye mecliste çoğunluğu vermeyerek bu dinamiğe son verdi. Erdoğan’ın giderek artan otoriterliğine karşı çıkışın bir sembolü olan seçimler olası sosyal huzursuzlukların önüne geçmiş oldu. Ancak, seçim sonuçları beraberinde yeni bir belirsizliği ve hatta belki de erken genel seçim ihtimalini de gündeme getirdi.
Son seçimlerin galibi, yarışı son sırada bitiren Kürt yanlısı HDP oldu. Liberal görüşleri ve çok kültürlülüğü destekleyen mesajları sayesinde parti %13 oranında oy aldı. 7 Haziran seçimlerinin en önemli sorusu HDP’nin %10’luk barajı aşıp-aşmayacağıydı.
Her ne kadar HDP, Kürtçü bir siyasi hareket olarak doğmuş olsa da, tüm ülke genelinde destek almamış olsa parti barajı aşamazdı. 2011 seçimlerine bağımsız aday olarak giren HDP’liler oyların sadece 6’sını alabilmişti. Bu seçimlerde ise hem daha önce AKP’ye oy veren muhafazakar Kürtlerden %3 oranında oy aldı, hem de ülkenin batısında yaşayanlardan da %3-4 oranında oy aldı. Bu kesim Demirtaş’ın savunduğu bireysel haklara ve demokrasiye önem verenlerdi. Bu kesim normalde CHP tabanı olsa da, AKP’ye mecliste çoğunluğu vermemenin en iyi yolunun HDP’ye oy vermek olduğu hesabıyla sandık başına gitti.
Seçimlerin kaybedeni ise AKP oldu. İktidar partisi anayasayı değiştirmek için gerekli 330 milletvekilini çıkaramadığı gibi, tek başına hükümeti kurmasını sağlayacak 276 sandalyeye de ulaşamadı.
Yine de AKP, 2002’de ilk kez seçimlere gittiğinde %35’e yakın oy almıştı. Parti şu anda ne tür sorunlar yaşarsa-yaşasın daha öncekinden daha fazla bir kesimden ve diğer partilerden daha fazla oy aldı.
7 Haziran seçimleri aynı zamanda Türkiye’de sivil toplumun zaferi oldu. Seçime hile karıştırılabileceği endişesiyle sivil toplum kuruluşları oluşturuldu ve bu gruplar, üyelerini eğiterek sandıklarda gözlemci olarak yerleştirdi. Her ne kadar medya yoluyla taciz ve diğer bazı ihlaller adil seçim anlayışına gölge düşürmüş olsa da, Türkler hep birlikte özgürlüklerine yol aldılar.”