31 Mart yerel seçimlerinde Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen ancak kayyumla görevden alınan Ahmet Türk, Washington Post için kaleme aldığı ve 31 Mart yerel seçimlerinde Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen ancak kayyumla görevden alınan Ahmet Türk, Washington Post için kaleme aldığı ve ”Seçmenleri Beni Belediye Başkanları Olarak Seçti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Başka Fikirleri Vardı” başlığını taşıyan yazısında, ilk kez Mardin'e belediye başkanı seçildiği 2014 yılından bu yana yaşadıklarını, kendisine yönelik suçlamaları, üzerindeki devlet baskısını ve tehditleri ele alıyor başlığını taşıyan yazısında, ilk kez Mardin'e belediye başkanı seçildiği 2014 yılından bu yana yaşadıklarını, kendisine yönelik suçlamaları, üzerindeki devlet baskısını ve tehditleri ele alıyor.
Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği 31 Mart yerel seçimlerinin kendisi ve HDP'deki birçok meslektaşı için sıradan bir durum olmadığını kaydeden Türk, daha önce rastgele alındıkları görevlere yeniden gelme olanağı elde etmek için seçime girdiklerini yazıyor. Türk, şöyle devam ediyor:
”Mardin Belediye Başkanlığı'na ilk kez 2014'te seçilmiştim. Ancak beş yıllık görev süremin daha ikinci yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kürt politikası ve sivil toplumunun üzerine gitmeye başladı. Yüzden fazla seçilmiş HDP'li belediye başkanını görevden alarak yerlerine kayyum atadı.
Ben ve birçok meslektaşım terör suçlamaları nedeniyle hapsedildik. Ama gerçekte asıl suçumuz, demokratik bir seçimi kazanmış olmaktı. Biz hapisteyken yerimize atananlar halkın iradesini boğmaya başladı. Kürt dilini kamu yaşamından uzaklaştırdılar, gösterileri bastırdılar, alınan haberlere göre kamu parasını diğer devlet yetkililerine hediyeler almak için israf ettiler.
Hapisten çıktıktan ve koltuğumu geri almak için yeniden seçime girmeme izin verilmesinden sonra yerime geçenlerin seçmenlerime yönelik yanlışlarını düzeltmeye kararlıydım.
19 Ağustos'taysa tarih tekerrür etti. Televizyondaki haberlerden Diyarbakır ve Van'ın HDP'li belediye başkanlarıyla birlikte İçişleri Bakanı'nın talimatıyla görevden bir kez daha alındığımı öğrendim. O zamandan bu yana bize destek verenler, sadece oylarının geçerli olmasını talep ettikleri için sokaklarda tazyikli suya ve dayağa göğüs geriyor.
Hepimiz teröre destek vermekle suçlanıyoruz. Gerçekte tek yaptığımız, hükümetin zorba politikalarına karşı çıkmaktı. Biz, görevden alınan üç belediye başkanı olarak Türkiye'deki en büyük üçüncü partiyi temsil ediyoruz. İlgili kurumlar, hepimizin belediye başkanlığı adaylığını seçime girmeden önce onayladı. Seçimlerde çoğunluğu çok rahat elde ederek HDP'nin zaten güçlü olduğu bölgelerdeki oy payını daha da arttırdık.
Ama sonra 19 Ağustos geldi. Daha önce birçok kez olduğu gibi hükümet, demokrasi ve güç arasında bir seçim yapmaya karar verdi ve ikincisini seçti.
Bölgemizde yaşayan on milyonlarca Kürt gibi ben de devlet baskısına hiç yabancı değilim. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne ilk kez 1973 yılında seçildim. Sırf seçmenlerimin beni seçerek verdikleri görevi yerine getirdiğim için birkaç kez görevden alındım, beş yıldan uzun süre hapis yattım. HDP'ye katılmadan önce hepsi siyasi güdümlü göstermelik davaların sonucu olarak kapatılan birkaç Kürt partisinin kurulmasına katkıda bulundum.
Bu anti demokratik saldırıların hepsi, 'terörle' ya da 'ayrılıkçılıkla' mücadele adına meşrulaştırıldı. Hükümet, siviller üzerinde terör estirirken barış elde etmek adına yürütülen her çabayı engelledi. Uluslararası toplum, Erdoğan'ın İstanbul'daki belediye başkanlığı seçimini iptal etme ya da çok sayıda muhalifi yargılanmadan hapsetme gücünü nasıl bulduğunu sorarken, Erdoğan'ın seleflerinin son birkaç on yıl boyunca bu taktiklerin ince ayarını Kürt halkı üzerinde yaptığını kabul etmesi gerekiyor.
Erdoğan şimdi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu bana yapılan muamelenin aynısıyla tehdit ediyor. Erdoğan'ın 'terörizm' tanımlaması, sadece devletin alışılagelmiş mağdurlarını değil, aynı zamanda bu mağdurlarla dayanışma içine girme cesaretini gösteren herkesi kapsayacak şekilde genişledi. Bu gelişme, bir gerçeği daha önce olmadığı kadar berrak şekilde gözler önüne seriyor: Türkiye, Kürt nüfusu için gerçek bir demokrasi oluncaya kadar hiçbir vatandaşı için gerçek bir demokrasi olamaz.
HDP bu amaç için çalışıyor. Ve halk pahasına kendilerini zenginleştirmek ve güçlendirmek için otokrasiye başvuran devlet unsurları bu yüzden bize karşı saldırıya geçiyor. Şimdi önemli olan, bu anlayışın karşılık bulup bulmayacağıdır.
Gerek Türkiye gerekse uluslararası arenada demokrasiye değer veren birçokları, partimizin demokrasiyi savunma çabalarının saldırıya uğraması karşısında sessiz kaldı. Adil seçimler her alaşağı edildiğinde yaşanan sessizlik, devlete, bunu bir daha yapabileceği yönünde daha fazla özgüven sağladı. Partimiz, ülkemizde baskı altında ezilen herkes için mücadele ediyor çünkü mücadelenin, herkes için daha fazla özgürlüğün yolunu açacağına inanıyoruz. Özgürlüğe değer veren herkesin bize katılma zamanı gelmiştir.
Ben artık görevde olmasam da halkın iradesini savunmaya her zamankinden daha kararlıyım. Demokrasiden ve çoğulculuktan vazgeçenlere karşı ancak bu iki ilkeye olan evrensel ve vazgeçilmez taahhüdümüzü yeniden güçlendirerek karşı çıkabiliriz. Uzun yıllar süren baskılardan sonra hala bu taahhüdün hükümetin temelini oluşturacağı bir geleceğin mümkün olduğuna inanıyorum.”