Erişilebilirlik

Türkiye’de Akademinin Karnesi


Türkiye’de üniversiteler yeni akademik yıla başladı. Çoğu üniversite, Eylül ayının son haftalarında 2022-2023 eğitim öğretim yılı için ders başı yaparken kapılarını Ekim’in ilk haftasında açacak olanlar da var. Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tarafından yapılan yazılı açıklamaya göre, bu yıl üniversiteye giriş sınavında baraj puanı uygulamasının kaldırılmasının ardından yükseköğretim kurumları kontenjanlarının, yüzde 99’u doldu. Toplam üniversite kontenjanları, 1 milyon 22 bin 45. Veriler üniversite öğrencisi sayısının her geçen yıl arttığını ortaya koysa da uzmanlar bu büyümenin, üniversitelerin kalitesiyle paralel gitmediği düşüncesinde.

Türkiye'de Akademinin Karnesi
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:06:11 0:00

YÖK tarafından açıklanan 2021-2022 dönemine ait yüksek öğretim istatistiklerine göre, Türkiye’deki üniversitelerde ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde kayıtlı toplam öğrenci sayısı 8 milyon 196 bin 959 idi. 2019-2020 öğretim yılında üniversite öğrencisi sayısı yaklaşık 7 milyon 940 bin, 2018-2019 öğretim yılında ise 7 milyon 740 bin civarındaydı. YÖK Başkanı Erol Özvar, bu yıl üniversite sınavında barajın kaldırılmasıyla üniversitelerin daha ulaşılabilir hale geldiğini belirterek kontenjanların dolmasının, memnuniyet verici olduğu açıklamasında bulundu.

“Bir binanın üstüne üniversite tabelası koyduğunda üniversite oluyor mu?”

VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Eurostat verilerine göre Türkiye’de her bin kişiden 95’inin, üniversite öğrencisi olduğunu söyledi. Kaynar, “Bu, muazzam bir rakam. Avrupa Birliği ortalaması 38, Norveç’te 54, Yunanistan’da 70, Finlandiya’da 53. O zaman biz üniversite işini aştık dememiz gerekiyor. Ama iş öyle değil. Sadece üst üste toplanan insan sayısına bakarak üniversitelerin kalitesi hakkında bir şey dememiz mümkün değil. Bizim Türkiye nüfusu arttığı için hala üniversiteye ihtiyacımız var. Ama bir binanın üstüne üniversite tabelası koyduğunda üniversite oluyor mu? Sorunumuz bu. Bunca yıl, her ile bir üniversite açarak sorunu çözebileceklerini düşündüler ama rakam yukarı taşınıyor olmasına rağmen bu, niteliğin düşüp cüssenin büyümesi anlamında bir irileşme oldu, büyüme değil” dedi.

Akdeniz Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi ve Türkiye’de yükseköğretim üzerine bağımsız araştırmalar yapan Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı (Üni-Ar) kurucularından Prof. Dr. Engin Karadağ da Türkiye’nin Rusya’dan sonra Avrupa’da en kalabalık yükseköğretim sistemine sahip olduğuna değinerek “Ama başka verilerde, Avrupa’da en iyi değiliz. Örneğin öğretim üyesi başına düşen öğrenci ya da araştırma ve geliştirmeye (Ar-Ge) ayrılan pay gibi, üniversitenin değişik kalemlerinde Avrupa’nın gerisindeyiz” diye konuştu.

“Dört yıl sonra sistem kilitlenecek”

Karadağ, sınavda barajın kaldırılmasıyla üniversiteye giren öğrenci sayısının artmasını da ‘memnuniyet verici bulmadığını’ söyledi: “Doluluk olmayan yerlere baktığımızda, enteresan bulgular var. Örneğin eğitim fakültesi ve mühendislik fakültelerinin bazı bölümlerinde, doluluk yok. Çünkü bu bölümlerde, sıralama barajı olduğu için bu programlar boş kaldı. Kontenjanlardaki yüzde 1 boşluk buradan kaynaklanıyor. Ama bugün herhangi bir öğrenci, hiçbir fizik neti yapmadan sınava girip adını soyadını yazarak Türkiye’deki birkaç fizik bölümüne, temel bilimler alanlarına yerleşebildi. Bu durum, dört yıl sonra aslında sistemi kilitlemeye başlayacak. Biz yarının nitelikli fizik hocalarını, akademisyenlerini nereden yetiştireceğiz? Bu kaynağı farkında olmadan bozuyoruz.”

“Üniversite planlaması, kapsamlı bir ülke planlamasının bir ayağıdır”

YÖK verilerine göre, Türkiye’de 3’ü pasif olmak üzere toplam 208 üniversite var. Bunların 129’u devlet üniversitesi, 75’i vakıf üniversitesi. Ayrıca 4 tane de vakıf meslek yüksek okulu bulunuyor. Ancak uzmanlar, üniversitelerin ve fakültelerin planlı olarak açılmadığı görüşünde. “Her İle Bir Üniversite: Türkiye'de Yüksek Öğretim Sisteminin Çöküşü” kitabının da yazarı olan Prof. Dr. Kaynar, “Bu, bir devlet planlaması işidir. Bu tek başına ‘acaba bizim kaç tane tıp fakültesine ihtiyacımız var, kaç mühendislik fakültesine ihtiyacımız var’ diye hesaplanacak bir şey değil. Sizin üniversitelerde açacağınız inşaat mühendisliği bölümüyle, sizin konut talebiniz ve konut politikanız arasında bir alakanın kurulması gerekiyor. Ya da sizin maden politikanızla, madencilik bölümü arasında bir alaka olması gerekiyor. Üniversite planlaması, kapsamlı bir ülke planlamasının bir ayağıdır. O yüzden şimdi biz sonuçlara bakarak söylüyoruz. Örneğin bu kadar İlahiyat’a ihtiyaç var mı? Evet yok. Peki kaç tanesine var? İşte o, devletin bileceği iş. Ne yazık ki bizde bu yok. Bizde açılan üniversiteler o illerin ticari yaşamlarını hareketlendirmek için açılıyorlar” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da birçok konuşmasında, Türkiye’de iktidara geldiklerinde 76 üniversite bulunduğu hatırlatarak bu sayıyı hızla arttırdıklarını dillendiriyor. Yeni üniversitelerin açılmasının, 1980’den sonra hızlandığını söyleyen Kaynar, “Bunların doğru düzgün fizibilite çalışmaları yapılmamıştır. Halbuki cumhuriyetin erken dönemlerine baktığımızda Erzurum Atatürk Üniversitesi, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi örneklerinde olduğu gibi bunlar, üniversiteleri hem farklı bölgelere yayma amacı güdüyordu hem de o bölgenin, nevi şahsına münhasır özelliklerine göre açılıyordu. Örneğin Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi gibi. Ama özellikle 1980’den sonra artık bu tamamen ‘her ile yeni bir üniversite açalım, oradaki ticari yaşamı canlandıralım’ kaygısına dönmüştür” şeklinde konuştu.

Prof. Dr. Karadağ ise plansız şekilde yeni üniversitelerin açılmasının, öğrencilere ‘diplomalı işsizlik’ olarak döndüğünü söyledi: “Türkiye’de ilk defa üniversite mezunu işsiz oranı, lise mezunu işsiz oranını geçti. Bu aslında kağıt parçası diplomalar verdiğimizi gösteriyor. Artık şapkayı önümüze koyup düşünmemiz lazım. Biz nerede hata yaptık? Bu, bizdeki üniversitelerin çoğunun üniversite değil yüksek lise olduğunun bir göstergesi.”

“İlk 500’deki, ilk 1000’deki üniversitelerden takır takır düşmeye başladık”

“Kervan yolda düzülür’ mantığıyla, ‘Hocayı bir şekilde buluruz’ diyerek üniversite açıyoruz” ifadesini kullanan Karadağ’a göre, üniversitelerdeki kalite sorununun diğer bir nedeni, öğretim elemanlarının akademik başarısızlığı. YÖK’ün en son açıkladığı Üniversite İzleme ve Değerlendirme Raporu’na göre öğretim elemanı başına düşen, uluslararası hakemli dergilerdeki yayın sayısının 0,36 olmasını eleştiren Karadağ, “Yılda bir yayın bile yapamaz durumdayız. Üniversite sayısının artmasıyla aşırı derecede akademisyen enflasyonu da oluştu” dedi. Son yıllarda akademisyen olmanın şartlarının da kolaylaştırıldığını kaydeden Karadağ, “Niceliksel büyümek için gerekli olan teşvikler, bize niteliksizlik olarak döndü” diye konuştu.

Bu durumun üniversiteleri uluslararası sıralamalarda da aşağı çektiğini ifade eden Karadağ, “İlk 500’deki, ilk 1000’deki üniversitelerden takır takır düşmeye başladık. Hacettepe, ODTÜ gibi bazı üniversitelerimiz 800 ile 1000 bandı arasını zorluyor. Ama çok net olarak artık ilk 500’de üniversitemiz yok” dedi.

Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Kaynar da Türkiye’deki üniversitelerin çoğunun hiçbir akademik üretim yapmadığını söyleyerek “Amerika’nın bilimsel dergilerde yayınlanan yılda 3 milyon yayını var, Çin’in 1 küsur milyon, İngiltere’nin 904 bin. Türkiye yılda 204 bin üretim ile 18’inci sırada. Peki ama bu üretimi kim yapıyor? Bu üretim, 200 küsur üniversiteye üç aşağı beş yukarı eşit dağılmış mı? Hayır. Kabaca, bugün araştırma üniversiteleri denilen yaklaşık 10 ya da 15 üniversitenin, bu 204 bin üretimin kahir ekseriyetini yaptığını görüyoruz. Diğerleri hiçbir şey yapmıyor” dedi.

“Zaten kısıtlı bir araştırma niteliğimiz varken dersler yüzünden oraya da zaman ayıramaz olduk”

Ancak iki uzman da akademik üretimin önündeki engelin yalnızca akademisyenlerin başarısızlığı olmadığında hem fikir ve bunu, akademisyenlerin ders vermekten akademik çalışmalara vakit bulamamasına bağlıyorlar. VOA Türkçe’ye konuşan Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Karadağ, “Yeni üniversiteler açmakla kalmadık, özellikle devlet üniversitelerindeki kontenjanları da arttırdık. Zaten orada zor yayın yapan, araştırma yapan hocaya, fazladan öğrenci sayısı da yüklemiş olduk. Bu da daha fazla öğretime ayıracağımız iş gücü ve zaman gerektiriyor. Zaten kısıtlı bir araştırma niteliğimiz varken dersler yüzünden oraya zaman ayıramaz olduk. Böyle bir kısır döngüye girildi” dedi.

“Üniversite pahalı bir iştir”

Peki üniversitelerin kalitesi nasıl arttırılabilir? Prof. Dr. Kaynar’a göre bunun için üniversitelere devletin ayırdığı bütçe de yeterli değil. “Türkiye’de üniversitelerin tamamının Ar-Ge’ye ayırdığı para, Amerika’da bir teknoloji şirketinin bütçesinin yarısı bile değil” diyen Kaynar şöyle konuştu: “Orta vadeli programda, 2022-2024’te üniversitelere ayrılan pay 128 kamu üniversitesi için 57 milyar 780 milyon 609 bin TL. Ar-Ge pahalı bir şeydir. Devletin, kamu otoritelerinin bu konuda tercih yapması lazım. Ar-Ge’ye harcanan para hemen geri dönmez. Bir deney yaparken hemen deneyin sonunda örneğin bir ilaç üretmemi bekleyemezsiniz. Ben o parayı belki bin kere boşa harcayacağım, bin birinci defada o ilacı üreteceğim. Bunu bilemezsiniz. Ama kümülatif olarak Ar-Ge’ye ve üniversiteye harcadığınız para, toplumun refahının çok önemli bir ölçeğini oluşturur. Üniversite pahalı bir iştir.”

Kaynar, üniversitelerin bölgesel olarak iş birliğine gitmesiyle kalitenin arttırılabileceğine de değinerek, “Çünkü her ildeki her üniversiteye eşit miktarda imkan verilmesi mümkün değil. Bu ülkenin kaynakları da bu kadar fazla değil. Ama üniversiteler arasındaki iş birliği birbirinin imkanları kullanarak güçlendirilmeli” dedi.

Öğrencilere de kendi üniversitelerindeki dezavantajları internet imkanlarıyla Amerika’da ve İngiltere’deki üniversitelerin açık erişim kaynaklarına ve derslerine ulaşarak aşmalarını tavsiye eden Kaynar, “Ama bunun için öncelikle her öğrencinin en azından yabancı dil engelini çözmesi gerekiyor” dedi.

XS
SM
MD
LG