Profesör Doktor İlhan Uzgel, bu haftaya kadar Mekteb-i Mülkiye yani Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin uluslararası ilişkiler bölümü başkanıydı. 7 Şubat gecesi Resmi Gazete'de yayınlanan 686 sayılı kanun hükmünde kararnameyle görevinden ihraç edildi.
Profesör Uzgel imza attığı Barış İçin Akademisyenler bildirisinden ihraca giden son bir yılda yaşadıklarını Amerika’nın Sesi ile paylaştı. Uzgel, böyle bir KHK’nın zamanlamasına şaşırdığını söyledi.
Profesör İlhan Uzgel, “Bizim üniversiteye yönelik bu kadar ani ve bu kadar toptan ihracı şu an beklemiyorduk doğrusunu isterseniz, hükümetin gündeminde böyle öncelikli bir problem olduğunu hiç düşünmüyorduk. Çünkü Türkiye'nin gerçekten çok önemli sorunları var hem içeride hem ekonomide hem siyasette hem güvenlik alanında hem dış politikada. Bir yıl önce yayınlanmış bir bildiriydi bu. Beğenirsiniz beğenmezsiniz, bizim de içeriğine ilişkin bazı iddialarımız, bazı rezervlerimiz var ama o anın koşullarının yarattığı bir şeydi. Yani bir yıl sonra Türkiye'nin önemli önemli yakıcı sorunları varken, devletin bunların peşinde kalıp böyle bir hamlede bulunması o kadar çok beklemiyorduk” dedi.
İlhan Uzgel son bir yıldır atılma riskini zaman zaman soruşturduklarını ve farklı mesajlar aldıklarını da söyledi ve “Ankara'dayız, merkezi bir üniversitenin önemli bir fakültesindeyiz. Siyasetçiler aracılığıyla yokluyorduk. Mesela YÖK Başkanı zaman zaman meclisin üniversite hocası olan akademisyen olan milletvekilleri ile toplantılar yapıyordu; orada bazı mesajlar veriliyordu. Rektörümüz milletvekilleri ile görüşüyordu. Bazen dekan aracılığıyla haber gönderiyordu” diye konuştu.
Profesör Uzgel, bu ihraçların diğerlerinden farklı olduğuna ve kimsenin de sorumluluk almak istemediğine dikkat çekti. Uzgel şunları söyledi:
“Bırakın arkamızda durmayı, Rektör bizi attı. Şimdi bu tabii sıcak patates ve bunu kimse elinde tutmak istemiyor. Özellikle bu atılmaların. Yani Ankara Üniversitesi, Türkiye'nin en önemli üniversitelerinden biri. Cumhuriyetin ilk üniversitesinden FETÖ ile bağlantılı bir kararname sürecinde, yalnızca ve yalnızca barış bildirisine imza atan 72 akademisyenin birden ki bunların önemli bir kısmı profesör, doçent ve yıllarını bu işe vermiş, kendim için söylemiyorum ama yerlerinin doldurulması çok zor olan akademisyenlerin bir çırpıda atılması, hatta ve hatta İbrahim Kaboğlu gibi muhafazakar kesime yakın görülen bazı isimlerin de atılması, bunu diğer atılmalardan biraz farklılaştırdı. Ne hükümet ne YÖK ne de aslında çaktırmadan rektörlük şu anda sahipleniyor. Herkes topu birbirine atıyor, öyle bir durum var, öyle bir noktaya geldik bu konuda. Vallahi şimdi çok hukuksuz yani kimse sahiplenmek istemiyor. YÖK diyor ki ‘bize rektörler listeleri gönderiyorlar, biz hiç dokunmadan bunu işleme koyuyoruz.’ Hükümet diyor ki ‘biz okumadık çünkü 6000 kişi var tek tek okuyamayız.’ Dolayısıyla rektörlük bir açıklama yapmadı ama onlar da el altından haber gönderiyorlar ‘valla biz yapmadık, biz de şaşkınız, YÖK yaptı.’ Dolayısıyla tabii ki bu trafik içinde bizim bunu bilebilmemiz mümkün değil ama hepsinin bir payı var tabii ki hepsinin kendine düşen bir sorumluluğu var ama bu iş rektörlerden başlıyor tabii ki.”
Baskı, sindirme, tehdit
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin en eski isimlerinden biri olan Uzgel, son bir yılda yaşadıklarını ise, “Korkunç tek kelimeyle. Müthiş bir baskı, sindirme, yer yer tehdit. ‘Hepiniz atılacaksınız mesajları, cumhurbaşkanının bunu diline dolaması. Soruşturmalara maruz kaldık. Soruşturulduk, bu konuda disiplin soruşturması açıldı. Dosyalarımızın atılma talebiyle YÖK’e gönderildiğini öğrendik. Sonra YÖK’ün bunu kabul etmediğini, çünkü ‘yargı kararı var, atacaksınız KHK ile gönderin’ dediğini öğrendik. Çok zor ve sıkıntılı bir süreçti. Hatta benden önce atılan arkadaşlar vardı ve hepsinin paylaşmış olduğu duygu ‘rahatladık çünkü belirsizlikten hiç olmazsa belirlenmiş bir sürece geçiş oluyor’ şeklindeydi. Tabii ki akademik performansımızı çok etkiledi çünkü önünüzü göremiyorsunuz, ne olacağımız belli değil. Darbe girişiminden sonra çıkan kararnamelerle bazı arkadaşlarımız atıldı. Onlar her atıldığında biz de atıldık. Biz de çok tedirgin olduk, çok üzüldük. Korkunç bir moral bozukluğu yaşandı. Hatta biz atılmasak bile ‘nasıl ders yapacağız’ diye düşünüyorduk. Şimdi kalanlar bunu düşünüyorlar Şunu söylüyorlar; ‘hangi birinize üzüleceğimizi bilemiyoruz’ diyorlar. Çünkü bazen böyle bir iki kişi atılıyordu, üç beş arkadaşımız atılıyordu ama şimdi 72 kişi birden atıldı” sözleriyle anlatıyor.
"Gün gelir, devran döner, bunlar geçer"
Profesör Uzgel’e göre, Türkiye'nin en eski sosyal bilim kurumuna müthiş bir darbe vuruldu. Uzgel, “Her hoca bir boşluk yaratıyor. Zaten sayıca azalmıştık. Bu bir yıl içinde bizim yurtdışına çıkışımız yasaklandı. Burslardan, fonlardan yararlandırılmadık. Kadro taleplerimiz karşılanmadı. O yüzden de çok sıkıntılı bir dönemdi zaten bu bir yıl. Üniversitenin vebalısı gibi muamele gördük. Zaten zayıflamıştı, ayrılan hocalarımızın, emekli olan hocalarımızın yerine yeni kadrolar verilmiyordu zaten. Dolayısıyla da bu şey, böyle son bir darbe ile taçlandırıldı. Belki 12 Eylül döneminden bu yana en büyük darbesini yedi fakültemiz maalesef ama her şeye rağmen ben istifa etme girişimlerine karşı durulması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü orayı korumak lazım. Bu olaylar olur, geçecek. Dediğim gibi biz bunları her darbe döneminde yaşadık. Genel olarak Türkiye’de üniversite sistemimiz yaşadı. Siyasal Bilgiler en ağır yaşayandır. 12 Eylül rejiminde de en ağır darbeyi Siyasal yemişti. Şimdi de öyle oldu. Gün gelir, devran döner, bunlar geçer. Önemli olan kurumun kalmasıdır diye düşünüyorum” diye konuştu.
“28 Şubat’ta da hak yenmesine karşı çıktık”
İlhan Uzgel akademisyenler olarak her türlü haksızlığa karşı duruşlarını da, “28 Şubat sürecinde başörtüsü yasağına karşı bildiriye de imza atmış insanlardık biz. Çoğumuz buna da itiraz etmiş insanlardık ama bunların hiçbir öneminin olmadığını biliyoruz hükümet nezdinde. Bunu herhangi bir şey için söylemiyorum ama bu bir tavır alıştı, muhalif bir duruştu. Bu bir hak yenmesine karşı bir çıkıştı. Dolayısıyla bu çerçevede de görülebilirdi ama bir kez Cumhurbaşkanı bunu eleştirince tabii medya, bürokrasi ve maalesef bu darbe girişiminin yarattığı olağanüstü hal iklimi, bizim iyice bunun sonuçlarını yaşamamıza neden oldu” sözleriyle anlattı.
“Derslerden İzinsiz Kayıtlarla Şikayetler Yapıldı”
Hükümetin 2002 ile 2012 arasında eleştiriyi bir miktar hoşgörebildiğini, ama artık genel olarak hiçbir eleştiriyi kabul etmediği bir döneme, yönelime girdiğini söyleyen Uzgel, bunun SBF’ye yansımalarını ise şu sözlerle anlattı:
“Türkiye'de akademik hayata dair en önemli sıkıntılı noktalardan biri, özellikle bu cep telefonları teknolojisinin gelişmesiyle birlikte öğrencilerin bazen izin almadan kaydetmesi, derste söylenen bir şey nedeniyle ile bir yerlere başvurması, şikayet etmesi. Mesela biz bunları yaşamaya başladık böyle şeyler yoktu, üniversitelerde bunlar pek olmazdı, şimdi bunları yaşamaya başladık. Neresinden bakarsanız bakın üniversitenin özgür düşünce alanı olması, özgür tartışma mekanı olması durumunu zaten uzun süredir yitirmeye başlamıştık ve sosyal bilim yapmanın keyfini kaybetmeye başlamıştık. Çünkü mesela özellikle Siyasal Bilgiler Fakültesi, AKP hükümetinden, Erdoğan'dan vesaireden bağımsız, muhalif duruşu olan bir yerdi ve bu değerli bir şeydi. Bunu kaybediyoruz ve bence bundan hükümet de zarar görecek, Türkiye'deki siyasi iktidar ve yapı da bundan zarar görecek.”
Dış politika analizleri, makaleleri ve röportajlarıyla tanınan İlhan Uzgel, AKP Kitabı: Bir Dönüşümün Bilançosu’nun yazarlarından da biri. Bir yandan kırgın bir yandan da öğrencileri için endişeli.
Uzgel, “Şu an ne hissedeceğimi tam olarak bilemiyorum yani sonuçta korkunç bir haksızlık olduğunu da düşünüyoruz. Hayatımızın hiçbir noktasında hiçbir yerinde ne bir şiddet vardır ne de şiddete yakınlık vardır. Çocuğuna savaş uçağı göstermeyen, silahtan uzak tutan bir kültür geliştirmeye çalışıyoruz. Terör örgütleri ile bağlantılı olmak suçundan ya da suçlamasıyla ihraç edilmek gerçekten çok dokunan bir şey. Bu açıdan insanda yoğun bir haksızlığa uğramışlık duygusu var. Benim on küsur tez öğrencim vardı, onlar ortada kaldı. Üç tane dersim vardı ve o dersleri kimin vereceği belli değil. Dolayısıyla böyle bir enkaz bırakılıyor ve bunların nasıl düzeltileceği, bunların nasıl yoluna konacağı da bizi atanların hiç umurunda değil, en çok da bu üzüyor insanı” sözleriyle anlatıyor duygularını.
Kendisi gibi akademisyen olan eşi Elçin Aktoprak da ihraç edilenler arasında. İkisi de bundan sonra fakültelerine dönme yolları arayacaklarını söylüyor.