2011 yılında başlayan Suriye’deki iç savaş, hızla sona doğru yaklaşıyor. Dera, Guta ve Kuzey Humus’ta üstünlük sağlayan Suriye ordusunun son hedefi rejim muhaliflerinin ve radikal grupların son kalesi konumunda olan İdlib. Yaklaşık bir ay kadar önce Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat da “Bundan sonra askeri önceliğimiz İdlib” diyerek rejim güçlerinin istikametini ortaya koymuştu.
Kimi gözlemcilere göre 2 milyon kimilerine göre ise 2 milyon 500 bin kişinin yaşadığı İdlib, Türkiye için de kritik öneme sahip. Zira Türkiye, Astana Süreci’nde sağlanan mutabakat çerçevesinde bölgede 12 gözlem noktası inşa etti. Türk askeri güçleri, “Gerginliği Azaltma Kontrol Gücü” olarak bölgede faaliyet gösteriyor.
Cuma günü Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’la Moskova’da görüşen Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye’nin siyasi ve askeri pozisyonunu basın toplantısında bir kez daha teyit etti. Çavuşoğlu, “İdlib geriye kalan tek çatışmasızlık bölgesi diyebiliriz. Koridor açıldığı zaman maalesef sadece siviller değil bazı radikal gruplar da buraya gelmişti. Ilımlı muhalefet ve sivil halkı rahatsız etmektedirler. Elbette teröristlerle sivil insanları ayırmamız lazım. Burada askeri bir çözüm felaket olur. Sadece İdlib için değil Suriye’nin geleceği için de felaket olur” dedi.
Erol Başaran Bural: “Suriye sonbaharda İdlib’i terör örgütlerinden temizlemek istiyor”
Peki, Türkiye bu konuda Rusya’yı ikna edebilir mi?
21. Yüzyıl Araştırma Enstitüsü Milli Güvenlik Dış Politika Araştırmalar Merkezi Başkanı Erol Başaran Bural, Türkiye’nin işinin hiç kolay olmadığı görüşünde.
Amerika’nın Sesi’ne konuşan Bural, “Türkiye çatışma olmadan bu sorunu çözmek istiyor. Ancak 2017’den beri o bölge silahtan arınmış değil. Bütün silahlı örgütler oraya toplandı. Türkiye’nin hala süreye ihtiyacı var. Ama Rusya ve Suriye’nin buna tahammülü yok. Aslında bu iki ülke kış gelmeden, en geç sonbaharda İdlib’i terör örgütlerinden temizlemek istiyor. Çünkü Şam, bir süredir hele de Guta ve Kuneytra’yı aldıktan sonra ciddi bir momentum yakaladı. Eğer şimdi devreye girmezse direnişin artacağından endişe ediyor” diyor.
Aydın Sezer: “Türkiye’nin üzerindeki Rus tazyiki artıyor”
Türkiye Rusya Araştırmalar Merkezi’nden Aydın Sezer ise son dönemde Türkiye ile Rusya arasında artan temasların Moskova’nın Türkiye üzerinde İdlib baskısını arttırması olarak yorumluyor.
Amerika’nın Sesi’ne değerlendirmelerde bulunan Sezer; Lavrov ve Çavuşoğlu’nun bu ay başında Singapur’da Cuma günü Moskova’da, Akar ve Fidan’ın yine Rusya’nın başkentinde bir hafta içinde iki kez Rusya Savunma Bakanı Şoygu’yla görüşmesine dikkat çekiyor:
“Bu Türkiye üzerindeki tazyiki gösteriyor. Bugünkü (Cuma) toplantı da bir kabul değil aslında bir müzakereydi. Rus ve Türk tarafları karşı karşıya bir masa etrafında oturmuşlardı. Ancak bu fotoğrafta bir kişi eksik: Cumhurbaşkanı Erdoğan. Nisan ayında Putin, Türkiye’ye geldi. Aradan neredeyse beş ay geçti ama iki lider Moskova’da görüşmedi. Diyeceksiniz ki Güney Afrika’da görüştüler. Ama üçüncü ülkede olan bir görüşme bu kapsamda değerlendirilemez. Kamuoyuna iki ülke arasında sıcak ilişkiler olduğu izlenimi verilse de bu durum bana yolunda gitmeyen bir şeyler, anlaşmazlıklar olduğunu gösteriyor. Rusya’nın pozisyonu açık. ‘Ya oradaki teröristleri bize ver ya yok et ya da biz yok edelim.’ Saha daraldıkça sorunlar çetrefilleşiyor ve keskinleşiyor.”
Musa Özuğurlu: “Er ya da geç İdlib operasyonu olacak ama Rusya Türkiye’yi kaybetmek istemiyor”
Suriye uzmanı gazeteci Musa Özuğurlu da Aydın Sezer’le aynı görüşte.
Amerika’nın Sesi’nin sorularını yanıtlayan Özuğurlu, Bana kalırsa, Rusya ile son aşamaya gelindi. Moskova, ‘Bu örgütlerle ilgili ne yapacaksanız yapın’ diyor. Aslında Türkiye’nin Suriye’deki en büyük gücü kendisinin ‘ılımlı’ olarak tarif ettiği güçlerle olan ilişkileri. Bunlar ortadan kalkarsa pazarlık gücü kalamayacak. Bu nedenle de İdlib operasyonu olabildiğince geciktirmeye çalışıyor. Ancak bu operasyon er ya da geç olacak. Elbette Rusya, Türkiye’yi kaybetmek istemiyor. Ama İdlib operasyonuna da iki yıldır hazırlanıldığı bir gerçek” dedi.
Rusya destekli Suriye ordusunun İdlib’e askeri operasyon başlatması halinde bunun Türkiye’ye faturası ne olur?
Musa Özuğurlu, “Elbette anlaşmayla başlarsa Türkiye’ye faturası kendilerini ihanete uğramış hisseden bazı örgütler Türkiye’nin sınır kentlerinde eylem yapmaya başlayabilir. Onun için de yabancı istihbarat örgütlerinden destek almaları gerekir. Ama eğer Türkiye’nin itirazı olursa o zaman sıkıntı olur. Birincisi mesela Afrin’de zabıta, polis teşkilatını kuran Türkiye uzun vadeli düşünüyor. Tabii, Türkiye’nin Suriye savaşının en başında hiç öngöremediği bir Kürt dinamiği oluştu. Bunu Türkiye’nin yanlış politikaları oluşturdu. Zaten Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı operasyonları bu yanlışın izlerini silmek için yapıldı. Türkiye’nin bugün en büyük rahatsızlığı Kürt dinamiğinin geldiği nokta” görüşünü savunuyor.
Ancak İdlib’e askeri operasyon Türkiye açısından bir başka risk daha içeriyor. Bu risk de Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Cuma günü Moskova’da sorduğu “Üç buçuk milyon sivil nereye gidecek?” sorusunda kendisini gösteriyor.
“Askeri harekat olursa en az 400 bin kişi Türkiye sınırından geçmek isteyecek, Suriye’de güvenli bölge kurulmalı”
Erol Başaran Bural, olası askeri operasyonda Türkiye’ye yönelik göçün Suriye sınırları içinde güvenlikli alanlarda muhafaza edilmesini öneriyor: “Bizim şu anda korktuğumuz iki konu var. Birincisi olası bir harekatta orada görevli Türk askeri varlığına dönük tehditler ve saldırılar. İkincisi ise sınırlarımızdan içeri yeni bir göç dalgası. Orada bulunan 2,5-3 milyon kişiden en az 400-500 bini sınırımıza doğru hareketlenecektir. Türkiye zaten neredeyse 3,5 milyon Suriyeli’yi barındırıyor. Birleşmiş Milletler raporlarına göre 400 bin kişi Türkiye’ye gelebilir. Yeni bir dalga, yeni sorunlar demek olacak. Bu insanların daha fazla mağdur olmasını engellemek için Suriye’de güvenli bölge kurulmalı.”
İdlib konusunda takvim sıkışıyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura’nın Türkiye, İran ve Rusya’yı 11-12 Eylül tarihlerinde Suriye Anayasa Komitesi görüşmeleri için Cenevre’ye davet etmesi de bunun bir başka kanıtı. Bakalım Türkiye, sorunu diyalogla çözmek için gerekli zamanı elde etmekte başarılı olabilecek mi?